İsrail, nisan ayının hemen başında; yani biz seçim sabahına uyandığımız gün İran’ın Şam Konsolosluğu’nu vurduğunda sadece Türkiye’nin değil dünyanın da pek umurunda olmadı. Zira, İsrail dilediği zaman dilediği düşmanına saldırabiliyor. Füze atıyor, uzaktan ateş açıyor vs. Daha önce, Tahran’ın merkezinde İran’ın nükleer çalışmalarda aktif rol alan mühendislerini de suikastte öldürmüştü. İsrail’in sebepli sebepsiz saldırması doğaldır; tıpkı 7 Ekim’den beri Gazze’de devam eden seri katliamları gibi!
1 Nisan’daki konsolosluk saldırısında ki -orası uluslararası hukuk gereği İran toprağıdır- aralarında üst düzey bir Devrim Muhafızları generallinin de bulunduğu 13 kişi hayatını kaybetti. Çok muhtemel İsrail, binada bulunan kadroya dair istihbarat alarak fırsatı kaçırmak istemedi. Nasıl olsa yaptığının yanına kâr kaldığı bir dünyada yaşamanın imtiyazına sahip! Nitekim imtiyaz mekanizması aksamadan çalışmaya devam ediyor. Önceki akşam İran’ın misillemesine neredeyse ilk tepkiyi ABD ve İngiltere verdi ve İsrail’e tam desteklerini ilan ettiler ardından da İran’ın dron filosunu Tel Aviv semalarına uluşmadan hep birlikte engellediler.
İran için misillemeden başka yol yok muydu? Zor soru… Zira, her krizde bulunabilecek diplomatik müzakere imkanı İran için pek geçerli değil. Zaten kendisine dünyanın dışında bir yer seçtiği için, tıpkı ekonomik imkanlardan olduğu gibi diplomatik imkanlardan da çok sınırlı şekilde yararlanabiliyor. İsrail’in konsolosluk binasına yaptığı hukuksuz saldırıyı taşıyabileceği ve karşılıklı güven ilişkisine sahip olduğu bir uluslararası kurum bulunmuyor. Mesela, NATO gibi bir müttefik halkasının üyesi değil. Öte yandan, İran adına İsrail’i durduracak ve Tahran’a güvence verecek güçte bir dost ülke de bulunmuyor. Ne Rusya ne Çin bu mesaiye girişir. (Bu vesileyle, ABD’ye karşı Rusya-Çin-Hindistan-İran-vs ittifakı gibi palavraların gerçek bir krizle test edildiğinde buharlaştığını da bir kez daha gördük. Bırakın destek vermeyi, saldırıyı mırın kırınla geçiştirmeye çalışıyorlar… ) İran’la iyi ilişkilere sahip Türkiye’nin tavırsızlığı ise ayrıca ilginçtir.
Öte yandan İran bölgede çok aktif ve sahada askeriyle, vekil güçleriyle cirit atıyor olsa da mesele diplomatik dayanışma olduğunda; köklü bir diplomasi geleneğine rağmen verimsiz kalıyor. Başı belaya girdiğinde dayanışma üretmek şöyle dursun, diplomasisi böyle zamanlarda kriz masası dahi kurduramayacak kadar verimsizleşiyor. Bu durumda da elinde, kendisini ve Tahran sokaklarını iyi hissettirecek, “dostlar misillemede görsün” kabilinden güç kullanımından başka enstrüman kalmıyor. Önceki gece olan da budur.
İran, saldırı öncesi yüksek perdeden tehditleri cömert ifadelerle dile getirirken, hemen ardından “Tamam bitti. İsrail cevap vermezse bizden bu kadar” diyerek dosyayı çabucak kapatma iradesini de cömertçe sergiledi. İstediğini alıp alamadığı bir yana; gerilimi tırmandırmamak, bölgeyi ateşe atmamak adına sorumlu bir tavır olduğuna şüphe yok… İsrail’i sınırsız şımartan ABD’nin İsrail’i bir karşı saldırıdan uzak tutma çabası da böyle bir zamanda kötünün iyisidir.
Kırılgan dünyanın barış ve güvenliği en çok kötü yöneticiler ve kötü rejimlerin tehdidi altındadır. Dünyanın, iktidar ve güçlerini devam ettirmek için her şeyi ateşe atmaya hazır; bazen savaşı bir fırsat görecek kadar gözü dönmüş adamlardan daha büyük problemi yoktur. Bu gruptaki rejim ve liderler yüzünden dünya her an ateş topuna dönme korkusu yaşıyor. Desteği ve dayanışmayı hak etmiyorlar. Her uluslararası gerilimde iyimser ortalamayla en az yüzde 51 haksız olan İsrail ve Başbakanı bu grubun en bariz örneğidir. Bu ülkenin saldırı ve katliam imtiyazı insanlık onurunu kırıyor. Öte yandan, sadece dünyadan değil en yakın komşularından bile izole bir hayatı seçen ama bütün çatışmalarda arka planda; mesela Suriye’de olduğu gibi olmadık yanlışları kolayca yapabilen İran’ın da bu artık deşifre olan “gizli” politikayla gidemeyeceğini anlaması gerekiyor.
Barışı korumak için fazla mesai gereken zamanlardayız…