Bu tekinsiz dünyada ülkeyi kim koruyabilir?

Muhtemelen dün İran’ın drone sürüsü kendilerine doğru gelirken İsrailliler bu soruyu düşündüler.

İlk seçimde kararlarını verirken akıllarında bu soru olacak; Bir kere daha tavizsiz, uzlaşmaz, çetin ceviz Netanyahu mu, yoksa ülkenin başına bela açmadan İsraillileri korumayı vaad eden başka biri mi?

Kasım ayında başkan seçecek Amerikalıların tercihinde de bu soru kritik olacak. Ukrayna, Gazze, şimdi İran… Çin’e karşı kim Amerikalıların işlerini koruyacak?

Biden mı, Trump mı?

Macarlar Ukrayna krizi, Brüksel bürokrasisi, göç meselesi yüzünden bu soruya bir kere daha Orban diye cevap vermişlerdi. 

Benzer korkular yaşayan İtalyanlar siyasete Mussolini çizgisindeki partide başlamış Meloni’yi seçtiler.

Hollandalılar ülkenin sınırlarını ve kültürünü korumada en sert adam olan Geert Wilders’i tercih ettiler.

Slovaklar da Ukrayna krizinin daha fazla içine girmekten korkup, Rusya yanlısı Pellegrini’yi devlet başkanı yaptı geçen hafta.

2027’de Fransızlar da Macron ve Le Pen arasında karar verirken bu soru en kritik soru olacak. Anketler Le Pen diyor.

Almanların da kafası karışık AfD güçleniyor, Ukrayna için fedakarlık yapmaktan sıkılanlar yeni partilere doğru kayabilir.

Bu hafta sonu sandık başına giden Hindistan’da Modi’de halka bu sorunun doğru cevabının kendisi olduğunu söyleyerek kampanya yaptı.

Haziran ayındaki Avrupa Parlamentosu seçimlerinde bu soru yüzünden aşırı sağ ve Avrupa-septik partiler çoğunluğu ele geçirebilir.

Türkiye’de 14 Mayıs 2023’de yapılan genel seçimin sonucunu da aslında bu soru belirledi.

31 Mart’ta ise seçmene sorulan soru bu değildi.

14 Mayıs ile 31 Mart arasında temel fark bu kadar basitti aslında.

Sorulan soru farklıydı.

( Etyen Mahçupyan Serbestiyet’teki son yazısında bunu detaylı olarak yazdı)

Şimdi soru şu; 2028’de sonucu belirleyecek soru da bu mu olacak?

Bu soruya cevap vermeye çalışmadan önce bir rakama biraz daha yakından bakalım:

271019210019

Son birkaç haftadır Türkiye’yi karıştıran bir kod numarası bu.

Türkiye’nin ihracat kalemleri listesinde Kerosen yani jet yakıtının kod numarası.

Türkiye’nin İsrail’e ihracat kalemleri içinde jet yakıtını da görenler haklı olarak haftalardır buna tepki gösteriyorlar.

Türkiye gibi siyaseten bu kadar kutuplaşmış bir toplumda, üstelik Gazze meselesi yerel seçim tartışmalarının bir parçası olmuşken, Gazze’de olan bitene karşı çaresiz kalmak herkesi gerçek pek de kimsenin umurunda değil.

O yüzden listede bu kod numarasını görenler İsrail’in Türkiye’den aldığı jet yakıtı ile Gazze’yi bombaladığını düşünmüştür.

Halbuki gerçek o kadar acımasız değil.

Ticaret Bakanı’nın açıkladığı gibi yakıt satılan jetler o jetler değil, bunlar yakıt ikmali yapan sivil uçaklar.

Bakanlıktan aldığım biraz daha ayrıntılı bilgilere göre durum şöyle:

7 Ekim 2023 ile 31 Mart 2024 tarihleri arasında İsrail’e 110 bin dolarlık Kerosen yani jet yakıtı ihraç edilmiş.

Bunun %99,2'si 2023 yılında yapılmış.

2024 yılında sadece Mart ayında 918 dolarlık bir ihracat görülüyor.

2023 yılının tamamında yapılan ihracatın toplamı 641 bin dolar.

Bunun %93'ünü SOCAR ve yüzde 7’sini Petrol Ofisi yapmış. İkisi de özel şirketler.

Peki kime ihraç etmişler. Şirket adları: Israir Airlines, Challenge Airlines, Arkia Airlines, Corendon Airlines, Shino Aviation ve El Al İsrael Airlines.

Tamamı sivil havacılık şirketleri. Bazıları yolcu uçağı, bazıları da özel uçaklar işletiyor.

Yani Türkiye havalimanlarına gelen İsrail sivil uçaklarına yakıt ikmali olarak jet yakıtı satılmış.

Ama bu gerçeği Gazze’deki katliam karşısındaki hiçbir şey yapamama hissiyle boğuşurken, en azından kendi ülkemizin daha fazlasını yapmasını isteyen insanlara anlatmak kolay değil.

Çünkü bu konuda çıtayı yükseltmiş olan bizzat iktidarın kendisi.

2009’da One Minute olayı bir tarafa, önce 2010’da sonra 2018’de iki kez İsrail Büyükelçisi’ni geri göndermiş, her Gazze operasyonu sırasında İsrail’deki hükümetlerle açıktan tartışmaya girmiş, Hitler benzetmeleri yapmış, 7 Ekim’den sonra İslam dünyasında Hamas’a kurtuluş örgütü diyerek destek veren tek ülke olmuş, üç çocuğunu İsrail öldürünce Hamas liderlerinden Haniye’yi arayan tek dünya lideri olmuş Erdoğan’ın en azından bu konudaki hassasiyetine herhalde kimse itiraz etmeyecektir.

Peki bu kez neden Türkiye daha temkinli davrandı? İsrail’den elçisini çekmedi, yakıt ikmali yapıldığına göre uçak seferleri sürüyor ve ticareti kesmek gibi bir yaptırıma başvurulmadı?

Dünyada bölgedeki İslam ülkeleri dahil İsrail’le tüm ticareti kesmiş tek ülke Malezya. Malezya uzakta ve İsrail ile ticareti zaten kısıtlı.

Türkiye, ticareti kısıtlayan ikinci ülke oldu. Diğer Batılı ülkeler İsrail’e silah satışının yasaklanmasını henüz tartışıyor.

Bütün İslam ülkeleri içinde bu kararı sadece Türkiye ile Malezya’nın vermiş olması tabii ki tesadüf değil.

Pakistan’ı dışarıda tutarsak İslam dünyasının iki seçimli demokrasisi Türkiye ve Malezya. İktidarların üzerinde hala toplumun baskısı var.

Nihayet devlete adım attıran sivil toplumun baskısı oldu.

Tekrar sorunun cevabını arayalım. Neden Türkiye’de daha önce daha küçük ölçekteki İsrail’in Gazze saldırılarında yaptığını bu kez yapmadı?

Çünkü Gazze faciasından çok önce iktidarın dış politikasında radikal bir değişiklik oldu.

Türkiye, vites küçülttü. Ekonomik sorunların da tetiklemesiyle kavgalı olduğu Körfez ülkeleri ve Mısır’la barıştı. İsrail’le de yeniden ilişkiler kurulmuştu.

Ve hemen ardından Gazze geldi. Bütün dünyayı sarstı. Yakın tarihin en büyük katliamı.

Türkiye’deki iktidarın önünde iki yol vardı; Ya eski dış politika reflekslerine geri dönülüp, elçi çekilecekti ve bütün ilişkiler dondurulacaktı ya da..

İkincisi tercih edildi.

Gözetilen dengelerin başında da yeniden ekonomik-siyasi ilişkilerin kurulduğu Arap ülkelerini Gazze meselesinde gölgede bırakmamak, onları kendi toplumları nezdinde mahcup etmemek, en öne zıplamamak.

Çünkü Körfez ülkeleri ve Mısır, Gazze konusunda sessiz, aşırı temkinli, İsrail ile kötü olmadan bu krizi atlatmak ve Gazze’deki savaşı bitirmek istiyorlar.

Ticareti kesmek diye bir seçenek bile yok masada.

Türkiye’nin Gazze meselesinde politikası da buna uyumlu ilerliyor.

28 Mayıs’tan bu yana Erdoğan ekonomide dümeni Mehmet Şimşek’e verdiği gibi dış politikada da dümen Hakan Fidan’da.

O da kapalı kapılar ardında müzakereyle iş yapmaya alışkanlığı sürdürüyor ve diplomatik yöntemlerle, Dışişleri Bakanlığı vasıtsasıyla dışişlerini götürüyor.

Bu da Gazze gibi bir katliam karşısında toplumu tabir caizse kesmiyor. Çizgi bilindiği için ticaretin sürmesi çelişki olarak görülüyor.

Hem Gazze konusunda hassas olanlar hem de muhalefet bu çelişkiyi kullanıyor.

Peki, bu tekinsiz dünyada Türkiye nasıl davranmalı?

İktidar heyecanlı, yayılmacı, atak, tepkisel, siyasi dış politikasını değiştirmeye çalışıyor.

Çünkü artık ne bunu kaldırabilecek bir dünya var, ne de Türkiye’nin bunu taşıyabilecek ekonomik ve politik gücü.

Tarafsızlık, mesafe, olaylara fazla karışmama yeni dış politikanın esas oluyor.

Mesela İran-İsrail meselesinde Cumhurbaşkanı henüz hiçbirşey söylemedi, bütün dış politik açıklamalar Dışişleri Bakanı’na bırakıldı.

İktidar bunu ne kadar sürdürülebilir, tam tersine alıştırılmış iktidarın tabanı bundan ne kadar memnun ve tatmin olur gibi sorular var ortada.

Ama muhalefetin dış politikadaki rengi çok daha belirsiz.

Örneğin CHP’de iki birbirine zıt renk görünüyor.

İdeolojik olarak daha solcu bir anti-Amerika, anti-NATO renk baskın. Ama dış politika söylemi emekli büyükelçilerde ve onların dünyayla ilişkileri ise aman olaylara karışmayalım, Batı ittifakından asla ayrı düşmeyelimden ibaret görünüyor.

Peki, Türkiye gibi bir ülkeyi böyle bir pasif vizyonla yönetmen ve tekinsiz bir dünyada Türkiye’nin çıkarlarını böyle korumak mümkün mü?

Bu sorular üzerinde Türkiye siyasetinde nedense çok fazla durulmuyor.

Siyasi sömürü için kullanılmaktan bıkkınlık veren “beka kaygısı” derken kaşınanın gerçek bir kaygı olabileceği ihtimali pek düşünülmüyor.

Halbuki bütün dünyada hissedilen tekinsizlik duygusu tabii ki Türkiye’de de hissediliyor.

Evet 2028’e kadar daha çok var.

Ama önümüzdeki dört yılda dünyanın düzene kavuşacağını herhalde kimse iddia edemez.

Belli ki krizler derinleşecek, çok başlı dünya daha da tekinsiz hale gelecek.

Peki, 2028’de daha da tekinsiz dünyada Türkiye’yi kim koruyabilir?