Can sıkıntım büyüyor.
İsmini ‘İran İslam Cumhuriyeti’ olarak değiştirdiği 1979 yılından bu yana, İsrail karşıtı en sert açıklamaların yapıldığı ülke İran’dı. Yıllar içerisinde İsrail ile İran’ı savaş haline getirebilecek pek çok gerilimli gelişme yaşandı. İsrail son birkaç yıldır İranlı hedeflere yönelik ölümcül saldırılarda da bulundu.
Ancak iki ülke de birbirlerine doğrudan saldırı düzenlemekten kaçındı.
Dün, Tahran’dan yapılan İsrail’e insansız hava aracı (İHA) saldırısı başlatıldığı duyurusu Tel Aviv tarafından da teyit edildi. İran’dan, İHA’ları füzelerle saldırının izleyeceği yolunda haberler de geliyor.
Ne oldu da böyle oldu?
Tahran’ın İsrail’i kınayıp herhangi bir saldırıda bulunmama politikasını değiştirmesine sebep olarak, 1 Nisan günü, Suriye/Şam’daki İran’ın başkonsolosluğu binasına İsrail’in hava saldırısı düzenlemesi gösteriliyor. O saldırıda, Devrim Muhafızları Kudüs Gücü‘nün üst düzey komutanlarından Tuğgeneral Muhammed Rıza Zahedi ve yardımcısı Tuğgeneral Muhammed Hadi Hacı Rahimi ile birlikte beş subayın daha hayatlarını kaybettiği biliniyor.
İran başkonsolosluk binasına saldırıyı kendi topraklarına yapılmış kabul ediyor. Uluslararası hukuka göre, diplomatik misyon binaları, misafir ülkenin toprağı sayılıyor…
Yedi İran subayının hayatını kaybettiği konsolosluk binası saldırısına Birleşmiş Milletler’in tepkisiz kalması, ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya gibi ülkelerin, uluslararası hukuka sahip çıkıp eylemi kınamak yerine sessizliğe bürünmeleri de Tahran’ı rahatsız etmiş olmalı.
Reklam
Cuma namazı hutbesinde, İran’ın dini lideri Ali Hamaney’in, “Siyonist rejim ektiğini biçecek; İran siyonist rejimi cezalandıracak” dediğinin duyulmasından beri, bütün önemli başkentler alarm durumuna geçmişti.
Bundan sonra ne olacak?
Zor bir soru bu. İran muhtemelen bir karşı saldırıya mecbur kalabileceğini uzun yıllar öncesinde hesaplamış ve öyle bir durumda nasıl davranılması gerekeceğine dair planlarını da hazırlamıştır.
Aynı durum İsrail için de söz konusu.
İsrail’in bölgede en tedirgin olduğu ülkenin İran olduğu biliniyor. ABD başta olmak üzere bazı Batı ülkelerinin yaptırımlarına muhatap bir ülke olmasına rağmen, İran, savunma alanında hayli ileri imkanlara sahip bir ülke.
Elinde kendi ürünü uzun menzilli füzeler bulunduğu sürekli denemelerinden, İHA’larının etkili olduğu çeşitli savaş alanlarında kullanılmalarından biliniyor.
Rusya’nın savaştığı Ukrayna veya İsrail’in kendi çapında görmediği başka bölge ülkelerinden çok farklı İran. Hatta İran’ın nükleer çalışmalarının silah yapımı seviyesine gelmemesi için açık-gizli eylemler düzenlediği halde, İsrail, Tahran’ın o konuda son aşamaya geldiği iddiasını hep tekrarlamıştır.
Acaba nükleer çalışmalarla ilgili ‘son aşama’ iddiası doğru olabilir mi İsrail’in?
Reklam
Esas sorun, İsrail ile İran arasında baş gösterecek çatışmacı ortamın bu iki ülkeyle sınırlı kalmayacağının bilinmesinde.
Washington günlerden beri çatışma başlaması ihtimalini gündemde tutarken, öyle bir durumda bütün gücüyle İsrail’in yanında yer alacağını ilan edip duruyor.
İHA saldırısı başladığı duyulur duyulmaz, Joe Biden, hafta sonu tatilini iptal edip Washington’da kaldı.
Gazze’ye yönelik savaşında İsrail’i yalnız bırakmayan Batı ülkelerinin bu kez de onun yanında yer almaları beklenebilir.
İran’ın İHA ve muhtemelen füze saldırısına İsrail nasıl bir cevap verecek?
‘Demir kubbe’ adını taşıyan hava savunma sistemi var İsrail’in; o sistem Gazze’den ve Lübnan’dan gönderilen İHA’lar ile füzeleri etkisiz hale getirmeye yetiyordu. İran füzelerine karşı ‘Demir kubbe’ ne kadar etkili olabilir?
İsrail’in de, tıpkı İran gibi, iki ülkeyi çatışma noktasına getirecek muhtemel gelişmelere karşı planları olduğunu tahmin etmek zor değil.
ABD’nin ve Batılı ülkelerin İsrail yanında bütün güçleriyle yer alması dünyayı cehenneme çevirecek başka gelişmeleri de tetikleyebilir. Esas endişe edilmesi gereken bu ihtimaldir.
İran ile İsrail’in taraf oldukları bir savaşa kayıtsız kalamayacak ve bulundukları yerlerde tarafları rahatsız edecek eylemlere kalkışabilecek gruplar mutlaka çıkacaktır.
Beni şahsen rahatsız eden bir ayrıntı da şu: İki ülkenin dini kültürlerinde dünyanın sonunu da getirecek birer ‘kurtarıcı’ bekleme inancı bulunuyor. Dindar Yahudiler ‘Mesih’ bekliyorlar, Şiiler de ‘Mehdi’ inancına sahipler. Bu iki inanç, beklenen kurtarıcının çatışmacı bir ortamda ortaya çıkacağına dayanıyor.
Dünden beri rahatsızlığım son safhada.