Cumhurbaşkanı Erdoğan, aşırı düzeyde şikayet edilen ve eleştirilen bir siyasetçi olmasına rağmen bitmeyen iyimserlikle “değişim” beklentisi de esirgenmeyen bir liderdir. Hem eleştirilmesi hem de iyimserlikle kendisinden değişim beklenmesinin sebebi de aynıdır. Her defasında seçimi kazanan ve siyasette olmazsa olmaz bir güce sahip olması... İnsanlar tabiatlarının gereği; Erdoğan kazandığı zaman artık gücünün zirvesinde ulaştığı varsayımıyla, kaybedince veya biraz gerileyince de seçmenin ikazına riayet etmek zorunda kalacağı zannıyla Erdoğan’ın değişmesini bekliyorlar. Veya geçmişten bugüne hep bunu beklediler. Sadece muhalifleri değil muvafıkları da…
Gayet tabii akla yatkın bir beklenti. Toplum bu kadar gerginken ve gerilimin bir tarafı her defasında Erdoğan’ın izlediği siyaset iken iyimser olmaktan daha normal ne var? Gücünün zirvesindeyken sakinleşebilirsin veya gücün eksilince sakinleşmek zorunda kalırsın.
Normal siyasi akıl böyle çalışır…
Ancak yaşadığımız tecrübelerden Erdoğan’ın aklının böyle çalışmadığını biliyoruz. Cumhurbaşkanı, “değişim, sakinleşme, hukuka, temel haklara dönüş ve tansiyonu düşürme” söz konusu olduğunda bunu bir siyasi hamle ya da proje değil zaaf olarak görüyor. Siyasetini önce ve mutlaka güç ve kudret kullanımı olarak tanımladığı için; daha doğrusu, siyaseti güç ile eşitlediği için eşitliğin bir tarafını zayıflatmayı asla düşünmüyor. Seçimden zaferle çıktığında, zaten var olan gücüne uygulama yoluyla daha fazla güç katmaktan çekinmiyor. Bilhassa da zaten anayasal olarak sınırsız olan yetkilerin üzerine bir de o yetkileri lehine sınırsız yorumlama imkanını kullanmaktan asla geri durmuyor. Örnek. Zaten çoğunluk üyelerini bizzat atadığı Anayasa Mahkemesi’nin otoritesini 14/28 Mayıs’tan hemen sonra tırpanlamak gibi... Veya gücüne güç ve zaman ilave edecek “bir kez daha seçilme” imkanını zorlamak gibi. “Daha ne yetkisi istiyor” veya “2028’te zaten 25 sene olacak, daha ne kadar iktidar gerekiyor” gibi sorular onu asla ilgilendirmiyor. Güç, kudret ve iktidar mevzubahis olduğunda vizyonu ve ufku sınırsızdır.
Bütün bunlar -kısmen 2019 yerel seçimi hariç- art arda zafer kazandığı sandıkların sonucuydu. Tamam.
Peki bugün üstünlüğü ilk kez tam ve net olarak kaybettiği 31 Mart seçiminden sonra, beklentiler karşılık bulur mu? Erdoğan değişime göz kırpar mı? Daha fazla hukuk, demokrasi, temel haklar ve gerilimsiz ortam tercih eder mi? Seçim gecesinden beri sık sık “Sandıktan çıkan mesajı analiz ediyoruz” derken kastettiği böyle şeyler mi? Kanaatimce değil. Zira, unutmayalım ki en önemli meselede; ekonomide olmazsa olmaz adımlardan birisi olan parasal sıkılaştırmaya onay veren Erdoğan, diğer olmazsa olmaz adım hukuk ve demokrasi çağrılarına cevap bile vermeye tenezzül etmedi. Seçimde aleyhine etki yaratan emekli zammında sonuna kadar direndi. Ama programın bir ayağına sadık kalırken diğer ayağına; hukuk ortamını iyileştirilmesine dönüp bakmadı bile. Üstelik, yabancı sermaye öncelikle oraya bakarken…Kim neye bakarsa baksın Erdoğan, artık daha fazla demokrasi veya hukuk gibi kavramlara bakmıyor; zira, bunu güç kaybı olarak görüyor. Üstelik, bunu kaybettiği bir seçimden sonra yapmak veya yapmak zorunda kalmak hiç Erdoğan’a göre değil.
Ayrıca, şu ana kadar da Cumhurbaşkanı’nın sandıktan aldığı mesajlar arasında “hukuk, demokrasi, gerilimi azaltma, yumuşama” gibi şeyleri zikrettiğini duymadık.
Üzerine daha taze bir bilgi de ekleyelim… Van seçiminin kazanan adaydan alınıp iktidar partisi adayına teslim edildiği iki günlük sürede bunu memnuniyetle karşılamasını ve YSK hakkı teslim edip mazbatayı kazanan adaya verdiğinde ise memnuniyetsizlik izharını da ekleyelim. Bütün bunlar, “Halkla aramıza duvarlar ördük, kibir hastalığına yakalandık” gibi iddialı lafların hemen peşinden yaşandı!
Erdoğan eskisi gibi davransa da hayat değişime zorlayabilir mi? Evet, bu ihtimali dışlamak mümkün değil. Yani, 31 Mart’ın öncekilere benzemediğini, seçmenin mesaj vermekle kalmayıp Ak Parti’yi kalıcı olarak terletme ihtimalinin göz ardı edilemeyeceğini ve Erdoğan birkaç haftayı atlatıp bir şey olmamış gibi davranmaya devam ederse bağların daha da kopabileceğini hesaba katmak gerekiyor. Ancak, Cumhurbaşkanı’nın büyük siyasi tecrübesine rağmen, 31 Mart sonrası ortaya çıkan türde bir krizle hiç karşılaşamadığını da hesaba katmalı… O yüzden bütün toplantılardan ziyade kendisiyle yapacağı toplantı önemlidir!
Not: Bütün okuyucularımızın Ramazan Bayramı’nı tebrik eder, sağlık ve mutluluklar dilerim.