24 Şubat 2022’de Rusya’nın Ukrayna’ya karşı başlattığı ikinci saldırı dalgasından yaklaşık dört ay önce Ekim 2021’de Türkiye, 4.5 nesil yeteneklerine sahip 40 adet F16 Viper (F-16V) savaş uçağı ile Türk Hava Kuvvetleri’nin envanterindeki 79 F-16 uçağını güncelleyecek modernizasyon kitlerini satın almak üzere ABD’ye başvurdu. ABD Kongresindeki 15 günlük sessizlik süresinin itiraz gelmeden dolmasıyla bu satışa dair süreç başlamış sayılıyor.
Halen yönetimde bulunan çevrelerin bizzat kendilerinin benimsediği ölçütleri hiçe sayarak 2017’de Rusya’dan hazır satın alım olarak S-400 füze savunma bataryaları tedarik etmeye karar vermeleri ertesinde Türkiye-ABD ilişkilerinde patlak veren ciddi krizin çözüme kavuşmadığı bir dönemde ABD’ye yapılan bu başvuru dikkat çeken bir süreci tetikledi.
Süreç, Rusya’nın Ukrayna’ya başlattığı saldırı nedeniyle küresel düzenin altüst olduğu, Avrupa-Atlantik güvenliğinin konvansiyonel bir tehditle karşı karşıya kaldığı, ABD-Çin çekişmesinin yeni boyutlar kazanmasına paralel olarak küresel çapta jeopolitik ve jeostratejik rekabetin tavan yaptığı bir girdaba sürüklendi. Güçler mücadelesinin ön plana çıktığı bu dönemde 7 Ekim 2023’de Hamas’ın İsrail’de gerçekleştirdiği saldırı ertesinde Ortadoğu’daki dengeler de kökünden sarsıldı. İsrail-Filistin çatışması hem bölgesel hem küresel etkileriyle dünya gündeminin ön sıralarına yerleşti.
2014’ten günümüze baktığımızda Türkiye’nin bir yandan içinde konumlandığı Batı dünyası, diğer yandan yakın coğrafyasındaki ülkelerle ilişkilerinde kendini yalnızlığa sürükleyen bir rotaya saptığı görüldü. Bu rotanın acı faturası hem dış ve güvenlik politikasında hem sosyo-ekonomik ölçekte, gerekse kritik ve çağdaş savunma yetenekleri bağlamında karşımıza geldi.
NATO’nun dayandığı Atlantik ve Avrupa sütunlarındaki ülkelerle olan ilişkilerde ortaya çıkan dalgalı, iç politika önceliklerine dayalı ve denge gözetmeyen politikaların sonucunda 2030’lu yıllar geldiğinde uzun menzilli füze savunması ve 5. nesil muharip uçak gibi kimi stratejik yeteneklerde Türkiye aleyhine bir durumun tecelli etmesi riski doğdu.
Büyük vâveylâyla ve zafer havasıyla Rusya’dan hazır satın alınan S-400 füze savunma sistemi Türkiye’nin halihazırda en gelişmiş 5. nesil savaş uçağı olan F-35 konsorsiyumundan dışlanmasına, Trump döneminde ABD yaptırımlarına tabi tutulmasına, Avrupa savunma sanayi ile ilişkilerinin bozulmasına, NATO içindeki konumunun sarsılmasına ve programdan çıkarılmadan önce F-35’lerin üretim zincirinde yer alan savunma sanayimizin çok önemli gelir kaynaklarından mahrum kalmasına yol açtı.
Olası bir geniş çaplı savaşta benzer yeteneklere sahip ülkelerle birlikte ağ bazlı bütüncül bir mimaride müşterek harekât için kritik bir 5. nesil yetenek olan F-35’i, S-400 hazır alımı nedeniyle tedarik edemediğimiz gibi 2020 yılında test uçuşlarına başlaması öngörülen Millî Muharip Uçak (MMU) “Kaan”ın hizmete alınmasında da önemli bir gecikme ortaya çıkacağı çoktan anlaşıldı.
Türkiye’nin yaklaşık iki yıl süreyle terör bağlantılı haklı gerekçelerle İsveç’in NATO üyeliğini, kurumsal diplomatik yöntemler yerine hoparlör diplomasisiyle sürüncemede bırakması sadece ABD’yle olan ilişkilerde değil, diğer NATO üyesi ülkelerle olan bağlarında da sarsıntılara yol açtı. Sert söylemlere dayalı ve zigzaglara sahne olan İsveç’in NATO üyeliği sorunu, sonuçta ABD’den F-16V uçakları ve modernizasyon kitleri satın alınmasının ön koşulu haline dönüştü.
“İsveç sorunsalının” çözülmesi üzerine Biden yönetiminin Ocak 2024’ün son haftasında Kongre’ye neredeyse üç yıl aradan sonra satış onayı için başvuruda bulunması üzerine yeni bir süreç boy gösterdi.
Söz konusu satışın dikkat çeken bir özelliği ABD’nin eş zamanlı olarak Yunanistan’a 40 adet F-35 satışı için kapıyı aralaması oldu. Yunanistan için öngörülen bu satış üzerine Türkiye’de, Türkiye-Yunanistan arasındaki hava gücünün gelecekteki dengeleri bağlamında sayısız yorum ve analizler yapılmaya başlandı.
Türkiye’ye F-16V ve modernizasyon kitlerinin de içinde yer aldığı paketin satışına Biden yönetiminin karar vermesinin hemen ardından ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Victoria Nuland’ın Türkiye’yi ziyareti vesilesiyle basına verdiği beyanda, S-400 meselesi çözüme kavuştuğu takdirde ABD’nin, “Türkiye’yi F-35 ailesine geri almaktan memnuniyet duyacağını” belirtmesi, iki ülke arasında savunma ilişkileri alanında başlayan yeni sürecin merak uyandıran gelişmeleri arasına girdi. Bu beyanla S-400/F-35 bağlantısı kamuoyunun gündemine yeniden geldi.
2017’den bu yana Türkiye için yaşamsal önem arz eden kritik ihtilaflı meselelerin yanı sıra, Türkiye-ABD savunma ilişkilerini ters yüz eden S-400 hazır satın alımının doğurduğu olumsuz sonuçlar iki ülke arasında çözüm odaklı bir anlayışla ele alınmadıkça Türkiye’nin F-35 programına geri dönemeyeceği açıkça ortadayken, TSK’nın envantere aldığı “S-400 yeteneğinden” karşılıklı uzlaşıya dayalı olarak feragat etmeden F-35 konsorsiyumuna dönmeyi öngörenlerin hayal dünyası içinde bulundukları ve kendi hatalı tercihleri sonucunda ortaya çıkan bedel konusunda kamuoyunu yanıltmaya yöneldikleri görüldü. Bu bağlamda, sonuçlarını kestirmek pek de güç olmayan, TSK standartlarının dışındaki bir sistem olan S 400’e neden yönelindiği sorusu hasır altı edildi.
Gündemi etkileyen diğer konu ise, F-16V’ların 2030’lu yıllara uzanan süreçte bölgedeki, özellikle Türkiye-Yunanistan arasındaki hava dengesini korumada bir rolü olup olamayacağı noktasında düğümlendi. F-16V tedarik paketinin ara dönem için bir çözüm olabileceği, ancak orta-uzun vadede hava kuvvetlerimizin gelecek nesil insanlı hava araçlarına olan gereksinimleri bağlamında kalıcı etki doğuramayacağı yolundaki savların daha ağır bastığı gözlendi.
F-16V tedarik sürecinin dikkat çeken diğer bir yönünü, bu paket içindeki kalemler için öngörülen bedelin (23 milyar dolar) yüksekliği oluşturdu. Normal cari bedellere kıyasla pakette yer alan kalemlerin ayrı ayrı hesaplanması durumunda ortaya çıkan tablo mutabık kalınan bedel üzerinde şüphelerin uyanmasına neden oldu.
Türk kamuoyu, ABD yaptırımları altındaki bir Çin firmasıyla uzun menzilli füze savunması sistemi için müzakerelere başlanması kararının alındığı 2013 yılından bugüne değin S-400, F 35, F-16V tedariki konusunda kısır bir tartışma içine sürüklenmiş ve karşımıza çıkan bu meseleleri, iç siyasi saiklerle bütüncül bir çerçeve içinde izlemekten kasten alıkonulmuştur.
Küresel güç mücadelesinin keskinleştiği, güç dengelerinin oynak hale geldiği ve etrafımızdaki çatışma ve istikrarsızlık sarmalının özellikle 2014 yılından bu yana canlandığı bir dönem, Türkiye’nin askerî gücü ve caydırıcılığında yeni bir paradigma geliştirmeyi zorunlu kılmaktadır.
Söz konusu yeni paradigmanın mevcut askerî yeteneklerimiz ve küresel tablodan hareketle en azından devlet katında gelecek on yıllara matuf güvenilir, öngörülebilir ve sürdürülebilir bütüncül bir stratejiye dayandırılması kaçınılmaz hale gelmiştir.
2014 yılından bugüne değin geleneksel savunma-caydırma konsept, doktrin, harekât-lojistik ve sahadaki (hava-deniz-kara) geleneksel askerî yapılanmaya, siber güvenlik ve uzay yeni operasyonel alanlar olarak eklenmiştir.
Beş ana sütuna dayanan operasyonel yapıda yeni ve çığır açan teknolojiler başat rol oynamaktadırlar. Bu çerçevede Yapay Zekâ, kuantum teknolojisi/bilgisayarları, robotik uygulamalar, yapay zekâ tabanlı otonom sistemler, nano-bio teknolojiler gibi yenilikler savunma boyutunun ötesinde günlük hayatımızın parçası haline gelmişlerdir.
Bir yandan küresel sistem ve güç dengeleri değişirken, diğer yandan yeni ve gelişen teknolojilerde geri kalmamak ve bunları azamî ölçüde güvenlik-savunma alanında uygulamak tercih olmaktan çıkmış, bir zorunluluğa evrilmiştir. İnovasyon kökenli teknolojilerin gereği karşılanmadıkça askerî güç ve caydırıcılıkta geri planda kalmak kaçınılmaz olacaktır. Bu çerçevede ağ tabanlı askerî-savunma mimarisine ve çağdaş standartları içeren, karşılıklı çalışabilen uyum içindeki sistemlere olan gereksinim açıktır.
Modern ve yenilikçiliğe/yeni teknolojilere dayalı sistemler geliştirmek gereklidir, ancak yetersizdir. Klasik askerî sistemlerin olası bir savaşta ne denli önemli rol oynadıkları Rusya-Ukrayna savaşında görülmektedir. Öte yandan, bu savaşta yeni teknolojilere dayalı sistemlerin de kritik bir bileşen olarak ortaya çıktığı gözlenmektedir. Bu bağlamda, klasik sistemler ile çağın son nesil teknolojilerine dayanan askerî yeteneklerden oluşan melez bir yapılanmaya duyulan gereksinimin arttığı görülmektedir.
F 16V ve modernizasyon kitlerinin tedarik sürecinin başlaması ve ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Nuland’ın F-35’e dair beyanı üzerine kamuoyumuz bu güncel konulara odaklanmaya yöneltilmekte, bunun arkasındaki büyük resimden mahrum bırakılmaktadır.
Söz konusu büyük resme bakıldığında akla gelen hususları şöylece toparlamak mümkündür:
• F-16V paketinden yola çıkarak Türkiye-Yunanistan arasındaki hava dengesine odaklanmakla yetinmek, özellikle Ege sorunu bakımından önemli olmakla birlikte, eksik ve yetersiz bir bakış açısını yansıtmaktadır. Ortadaki meseleyi bölgesel ve bölge ötesi hava kuvvetleri arasındaki dengeleraçısından değerlendirmek daha doğru ve bütüncül olacaktır. Türk Hava Kuvvetleri gelecekteki yapılanmasını sadece Yunanistan’ın savunma girişimlerini dengelemeye hasretmek lüksüne sahip değildir. İçinde bulunduğumuz bölge hızla dönüşmekte ve küresel rekabetten payını Yunanistan’ın ötesinde almaktadır. Bu çerçevede, yalnızca hava kuvvetleri bakımından değil, beş operasyonel alan (hava-deniz-kara-siber-uzay) için de 360 dereceye yayılan bütüncül bir yaklaşım geliştirilmesi elzemdir.
• Her hâl ve kârda Aralık 2023’te Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde başlatılmasına karar verilen “olumlu gündem” diplomatik açıdan önemlidir; ancak, bu gündemin kısa vadede sonuç vermesini beklemek iyimserlik olur. İki ülke arasındaki ilişkiler sağlıklı bir zemine oturuncaya, dolayısıyla Ege, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs meselelerinde somut ilerlemeler sağlanıncaya değin Türkiye, savunma-caydırıcılık alanındaki atılımlarını sürdürmeli; bunu yaparken ikili ve çoklu tam teşekküllü diplomasiyi önceleyecek, dolayısıyla olumlu gündemi haleldar etmeyecek bir yaklaşımla savunma anlamında da boşluk yaratmayacak ince bir çizgi izlenmelidir.
• F-16V tedarik paketinin hayata geçirilmesinin sağlanması durumunda Eurofighter Typhoon satın alımından ve öngörülen hedefin çapıyla kıyaslandığında kısıtlı malî kaynaklar tahsis edilmiş olsa da halen devam eden uzay çalışmaları baki kalmak kaydıyla, 2030’lu yıllardan önce Ay’a sert iniş yapma gibi fantastik düşüncelerden vazgeçilmelidir. Ülkenin ekonomik durumu dikkate alındığında gerçekçilikten uzak bu hedeflere ayrılması düşünülen kaynaklar 5. nesil MMU Kaan’ın üretiminin hızlandırılmasına, bilhassa Kaan motorunun ivedilikle geliştirilmesine verilmelidir.
• S-400/F-35 açmazı bağlamında S-400 krizinin çözüm şartları ABD ile ikili çerçevede değil, NATO bünyesinde aranmalıdır. Türkiye’nin yüzölçümü göz önüne alındığında Türkiye’ye, bütüncül bir ağ mimarisine dayanmayacak, alan ve hedef kısıtlamalarına tabi olacak füze savunma yeteneği sağlayabilecek S-400’lerin aktive edilmeden muhafazasını NATO şemsiyesi altında güvence altına alacak bir düzenlemeye gidilmelidir. Bunun karşılığında ABD’de tutulan Türkiye’ye ait F-35 uçaklarının Türkiye’ye verilmeleri ve Türkiye’nin, karşılıklı çıkarlar temelinde, F-35 konsorsiyum üretimine dönmesinin de teminat altına alınması hedeflenmelidir.
• S-400 meselesine çözüm bulunmadığı bir ortamda F-35 projesine dönmek düşük bir olasılık olarak görülse de dönüldüğü takdirde, harekât özerkliğini elde tutmak açısından Türk Hava Kuvvetleri’nin belkemiğini F-35 filolarının değil, gerçek anlamda 5. nesil yeteneklere sahip MMU’nun oluşturması hedeflenmelidir.
• İttifak kuvvetleriyle icra edilecek müşterek harekât gereksinimleri için uygun görülecek sayıda F-35 filoları tesis olunmalı, öncelik dikey iniş-kalkış kabiliyetine sahip F-35B tipi uçaklara değil, klasik F-35A tipinin tedarik edilmesine verilmelidir. Bu yaklaşım, geliştirilmekte olan Kızılelma tipi İHA/SİHA/TİHA insansız hava aracına dikey iniş-kalkış yeteneğinin kazandırılmasına dönük uzun vadeli çabaların önünü kesmemelidir.
• Türkiye, çeşitli tip insansız hava araçlarının (İHV) üretiminde çok ciddi mesafe almıştır ve halen almaktadır. Bu durum dünya çapında da kabul görmektedir. Gelecekte savaş ortamında kritik bir kuvvet çarpanı olacağı görülen Türk menşeli İHV’lere radarlara karşı görünmezlik (stealth) yeteneği kazandıracak, bunların otonom kabiliyetlerini arttıracak yöndeki araştırma-geliştirme faaliyetlerine hız verilmelidir. Her hâl ve kârda an itibarıyla motorları ve kritik bazı bileşenleri yurtdışından temin olunan İHV’ler için de yerli motor ve özellikle kritik bileşenleri üretmeye yönelik bir yol aralıksız izlenmelidir. Bu süreçte, sadece Orta İrtifa Uzun Menzilli (MALE) sistemlerle yetinilmemeli, her iklim şartında görev yapma kabiliyeti bulunan Yüksek İrtifa Uzun Menzilli (HALE) İHV platformlarının da üretim döngüsüne olabildiğince erken bir tarihte alınmaları hedeflenmelidir.
• Ukrayna’da süren savaşta dronlar kadar, dronsavar sistemlerin de kritik rol üstlendikleri görülmüştür. Bu bağlamda, Türk savunma sanayinin, geleceğe dönük projeler içinde dronlara olduğu kadar, yenilikçi dronsavar teknolojilerine de daha fazla yatırım ve araştırma-geliştirme yapmaya teşvik olunmasına öncelik verilmelidir.
• F-16V paketi bünyesinde 48 adet F 110 GE 129D muharip uçak motoru siparişinin de bulunması dikkat çekmektedir. Bu motorlar Millî Muharip Uçak (Kaan)’da kullanılmak üzere satın alınıyorsa, bunlarla Kaan’ın 5. nesil uçak özelliği kazanamayacağı bilinmelidir. Bu itibarla, gerçekten 5. nesil uçak üretilmek isteniyorsa buna uygun son teknolojiye sahip motorun, ideal şartlarda, ortak üretim aracılığıyla elde edilmesi zorunludur. Kaan’ın motor sorununun çözümünde Türk Hava Kuvvetleri’nin standartlarına uygun bir tercihte bulunmak, dolayısıyla, S 400 meselesinde olduğu gibi, Türkiye’yi ve savunma sanayini zora sokacak bir yola sapılmaması gereklidir.
• Mevcut tempoyla Türkiye’nin, 5. nesil uçaklarını, gerçekçi bir tahminle, envantere 2030’lu yılların ilk yarısında alacağı varsayıldığında, bu dönemde bir dizi ülkenin insanlı-insansız 6. nesil muharip hava araçlarına geçiş yapacağı gerçeğinden hareketle, daha şimdiden 6. nesil hava araçları üretme projelerini hayata geçirmeye başlayan, çağdaş ve karşılıklı çalışabilir akıllı teknolojilere sahip konsorsiyumlar içinde yer almayı ciddiyetle düşünmesi gerekir.
• S-400/F-35 muammasının aşılmasına paralel olarak uzun menzilli füze savunma açığımızın kapatılması ve tüm katmanları kapsayacak ulusal füze savunmamızın tesis olunması gereği saklı kalmak kaydıyla, zamanında EUROSAM/SAMP-T füze savunma konsorsiyumuyla (Fransız-İtalyan ortaklığı) başlatılan geliştirilmiş SAMP-T versiyonunun ortak üretim projesi vakit kaybetmeksizin yeniden canlandırılmalı; bu çerçevede, Patriot füze bataryalarının tedarikine dair yaklaşımlar gündemden düşürülmelidir.
Türkiye’de savunma sanayinin geldiği aşama hiç şüphesiz önemlidir ve gelecek için güven vermektedir. Diğer yandan, küresel sistem hızla değişmekte, bununla birlikte 21. yüzyıl savunma alanını da derinden dönüştürmektedir. Dolayısıyla, yenilikçi ve çığır açan teknolojiler yakalanamadığı takdirde önümüzdeki on yıllarda TSK’nın askerî güç ve caydırıcılık anlamında kayıpları ortaya çıkabileceğini şimdiden öngörmek zorunludur. Meseleye hava kuvvetlerimiz açısından yaklaştığımızda yenilikçi teknolojilere dayalı sistemlerin denendiği veya sahaya sürüldüğü bu kritik dönemeçte 360 derecelik bir anlayışla bölgesel hava güçleri arasındaki dengelerin hızla aleyhimize dönebileceğini hatırda tutmak ve önlemlerimizi buna göre hızlandırmak zorunluluğu açıktır.
Yeni çağın savunma paradigmasını geliştirirken, hiç şüphesiz önemli caydırıcılık sağlayan TSK’nın envanterinde an itibarıyla mevcut olan yeteneklerle yetinmeyip, yenilikçi ve gelişen teknolojileri özümseyip, zamanlıca hayata geçirmeye yönelik bir tutum geliştirmenin ve bunu gerçekçilikten sapmadan, savunmamızı ve caydırıcılığımızı iç politikaya malzeme etmeden uygulamak gelecek nesillere olan borcumuzdur.