CHP seçimden birinci çıktı; henüz 8 ay önce büyük bir zaferle Meclis’i ve Cumhurbaşkanlığını kazanan Ak Parti ve Erdoğan ise ikinciliğe düştü. CHP tek başına büyük bir zafer kazanırken, Ak Parti Cumhur ittifakı desteğine rağmen bazı kalelerini dahi koruyamadı. Türkiye genelindeki tablonun beklenmedik ve benzersiz bir olduğu konusunda herkes mutabık… Gayet tabi bir yeni dönemden söz edeceksek -ki edeceğiz- CHP’nin geniş bir politika setine ve artık yerelde iktidar olduğuna göre icraat paketine ihtiyacı olacaktır. Bunu yapacaklarını ve ellerine geçen fırsatı heba etmeyeceklerini düşünüyorum. Nitekim, hafta sonu günü kazandıkları zaferde 2019’da kazandıkları belediyeleri iyi yönetmelerinin payı büyüktür.
Peki Ak Parti ne yapacak ve Erdoğan bu tabloyu nasıl değiştirecek veya değiştirebilecek mi?
Cumhurbaşkanı’nın parti yöneticileriyle yaptığı -MYK- toplantıda bu sorulara cevaplar arandı. Tam o sıralarda, Van’ın seçilmiş Büyükşehir Belediye Başkanı Abdullah Zeydan akıl almaz bir hukuk usulü planlamasıyla görevden alınmış ve yerine ikinci sıradaki Ak Partili aday getirilmişti. Neyse ki Erdoğan ve kurmaylarının toplantısında hak, hukuk veya demokrasi gibi konular konuşulmuyordu. Yani, söz ile uygulama arasında bir tezat oluşmadı! Toplantıdan sızan bilgilere göre ne Cumhurbaşkanı ne de parti idarecileri, seçimi kaybetme sebepleri arasında temel haklarda, hukukta ve demokraside yaşanan gerilemeyi saydılar. Haksız sayılmazlar… Vatandaş, yoksulluk, gelir kaybı ve hayat pahalılığının demokrasideki gerilemeyle bağını görmezden geliyorsa, iktidar bunu niye hatırlatsın!
Özetleyecek olursak Erdoğan, 31 Mart yenilgisinin hayat pahalılığı ve emeklilerin mağduriyeti ile Ak Parti yöneticileri, teşkilatının ve adayların halktan kopukluğu ve bilhassa da “kibir hastalığı”ndan kaynaklandığını söyledi. Toplantıdan yansıyan bilgiye göre Erdoğan şöyle sözler sarfetti: “Kibir hastalığı var… Buradan başlayarak; il, ilçe, belde teşkilatlarına, belediye başkanlarımıza, milletvekillerimize, hatta bürokrasiye uzanan bir sıkıntıyla karşı karşıyayız. Oysa milletin sinesinden doğmuş bir siyasi partinin en büyük düşmanı vatandaşla arasına duvarlar örmesidir. Hangi konumda olursa olsun bu partide hiç kimsenin ‘layüsel’ olmadığını milletimize göstereceğiz.”
Erdoğan ayrıca, “Hatayı, kusuru, yanlışı millette aramak, bizim geleneğimizde asla yoktur. Şahsım dâhil bu masanın etrafında oturan hiçbir arkadaşım, 31 Mart seçim sonuçlarının sorumluluğundan kaçamaz”da demiş. Seçim yenilgisinde kendisini sorumlular arasında zikretmesine rağmen, sandık üzerinde en etkili faktör olan ekonomik krizi, pandemiye ve Rusya-Ukrayna savaşına bağlayarak kendi MYK üyelerine bir nevi propaganda yapmayı da ihmal etmemiş. Oysa herkesin bildiği gibi, Türkiye ekonomik krize girdiğinde ortada ne pandemi ne de savaş vardı. 2018’de seçimden hemen sonra Berat Albayrak yönetimiyle birlikte bütün ekonomik politikaları değiştiren ve eş zamanlı olarak 128 milyar Dolar’ı buharlaştırmaya başlayan Erdoğan, “faiz sebep enflasyon sonuçtur”iddiasının da eşlik ettiği bir dizi mantık dışı tezi iktidar politikası haline getirerek ülkeyi krize soktu ve o krizden hala çıkamadık. Ağır enflasyon, ağır kur artışı ve ağır faiz yükü bu politikanın eseridir; pandemiyle, savaşla ilgisi yoktur. Bununla birlikte, Erdoğan’ın ekonomideki gerçeği kabul etmemesi anlaşılabilir ama krizi ilgisiz bir gerekçeye bağlamak seçim yenilgisinin ardından hiç işe yaramaz. Aksine, hem ülkeye hem de bugün düştüğü durumu anlamaya çalışan iktidar partisine zarar verir.
Gelgelelim, seçim kaybının gerekçesi olarak tespit edilen halktan kopmak, kibirlenmek ve liyakatli kadroları kaybetme meselesine… Hepsi doğru ve daha fazlası da var. Peki, Erdoğan partisini kibirden uzaklaştırıp, halka yaklaştıracak ve aynı zamanda liyakatli kadrolarla güçlendirecek imkana sahip mi?
Bu, basit gibi görünse de Ak Parti’nin iktidara ve güce bağımlılığıyla değerlendirildiğinde zor bir mesaidir. Tepeden tırnağa değişmek, kadroları yenilemek ve gerçek anlamda bir parti için demokrasi düzeni kurmak gerekiyor.
Dolayısıyla, problemin sebeplerini anlamak, ne yapılacağını bilmek evet ama bunu yapabilmek hiç kolay olmayabilir.
1. Kaybolan demokrat ve özgürlükçü felsefeyi geri getirmek; hatta yenilemek gerekir, bu zor.
2. Yeni kadrolar bulup onları bir daha asla yoldan çıkılmayacağına ikna etmek gerekir; bu da zor.
3. En önemlisi de hatalarla yüzleşip gerekeni sonuna kadar yapmak; yani, tek kişilik düzenden feragat edip, liyakat, ehliyet, bilgi temelli kurumsallaşmaya geçmek gerekir ki bu daha da zor.
Üstelik Ak Parti bütün bunları yaparken, artık karşısında hiç de tekin olmayan bir siyasi rakiple mücadele etmek zorunda kalacak.