CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Ekrem İmamoğlu ve ekibi hakkında açılacak davaların TRT’den canlı olarak yayınlanmasını istiyor.
Bu kanunen bugün için mümkün değil ancak takip edebildiğim kadarıyla bu fikrin hayli alıcısı da var. Üstelik geniş bir yelpazede!
Hatta diyebilirim ki uzun süredir Türkiye’nin sağcısından solcusuna kadar birçok kişiyi bir araya getirebilen böyle bir fikir olmamıştı!
Bakıyorum, birbiriyle her an kavga etmeye hazır yazarlar ya da siyasetçiler bile bu fikri paylaşıyorlar.
Düşünün ki MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli bile CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in bu teklifini çok sevdi!
Normal olarak aynı fikri paylaştıklarını rüyalarında görseler ter içinde uyanacak iki karakter!
Bu fikir nasıl akla geldi, tahmin edebilmek kolay.
Özel, savcının iddialarının içi boş olduğuna inanıyor, yargılama sırasında bu durum bütün ülke tarafından izlensin istiyor.
İmamoğlu’nun suçlu olduğuna yemin edebilecek kesim de benzer bir nedenle bu yargılamanın televizyondan yayınlanmasını istiyor: Suçlu olduğunu herkes görsün!
Bu kararı halk jürisinin vereceği bir Amerikan mahkemesi olsaydı ve gerçekten çekişmeli bir yargının yapılabilmesi de mümkün olabilseydi Özel’in düşündüğü şey belki gerçekleşebilirdi.
Ama Türkiye’deyiz, böyle çekişmeli yargılamalara bizim adliye salonlarında hemen hiç rastlanmıyor.
Savcı, kendi hazırladığı iddianameyi bile okurken sıkıntıdan uyuyabilir!
Hatta iddiaya bile girebilirim, her biri 10-15 satırlık paragraflardan oluşan uzun cümlelerini bile sonuna kadar düzgün okuyamaz.
Karşımıza Türkiye’nin genel eğitim seviyesini ve sosyal durumunu yansıtan 100 kişilik bir örnek grup dizsek ve iddianameyi okusak, dinlediği metni anlayıp, anladığını düzgün cümlelerle ifade edebileceklerin sayısı üç ya da beşi geçmez.
Onun için Özgür Bey’in hayal ettiği şey gerçekleşmez.
Pazarlıkla alınmış “iftiracı-itirafçı” ifadelerini çürütmek için uygun ortamın yaratılabileceği bir yargılama beklemeyin.
“İftiracı-itirafçı” diye ikili bir tanım kullandım, çünkü bunların hangisinin itirafçı hangisinin iftiracı olduğunu henüz bilmiyoruz. Adil bir yargılama yapılabilirse öğreneceğiz.
Ancak, “adil yargılama” ile günümüz Türk adaleti bir arada pek olamıyor.
Unutmayalım ki “cep telefonu aynı vericiden sinyal aldı, demek ki birliktelerdi” denilerek suçlu olduğuna karar verilenler yaşıyor bu ülkede.
Ağızdan çıkan iki sözün, hâkim ve savcı tarafından “fiili saldırı” olarak görüldüğü bir ülkede yaşıyoruz.
Osman Kavala “adil yargılandığı” için mi 2 bin 864 gündür hapiste? Duruşmaları televizyondan yayınlansaydı beraat mı edecekti?
Ayşe Barım “oyuncuları Taksim’e davet ederek hükümeti devirmek isteyen” dünyanın en tuhaf darbecisi ilan edildiyse, duruşması televizyondan yayınlanamayacağı için mi?
Onun için bu tür büyük davalarda (Ergenekon, Balyoz gibi) gördüğümüzden daha farklı bir şey olmayacak.
Zaten bu mahkemeye tayin edilecek hâkim heyeti daha önce hükümetin hoşlanmadığı kararları veren hâkimlerin başlarına nelerin geldiğini hepimizden daha iyi biliyordur.
Öte yandan en temel kural da şu ki aksi kanıtlanana kadar herkes masumdur.
Suçlamaların televizyondan yayınlanması masumiyet ilkesini çiğnemek demektir.
Savcılık hazırlık aşamasındaki soruşturmalarda aldığı bazı bilgileri basına sızdırırken bu ilkeyi bir kere çiğnemişti.
Bu yolla ikinci kez bu fırsatı kullanmaktan da geri durmayacaktır.
Dün bir okuyucum İsviçreli yazar Dürrenmatt’ın Adalet isimli romanında (İnkılap Kitapevi, Çeviren: Orhan Oktay) yazdığı bir cümleyi hatırlattı:
“Adalet, yargının ulaşamadığı bir zeminde yaşar.”
Yazarken 40 yıl sonraki Türkiye’yi nasıl da bilmiş!
* * *
Başkomutan rahatsız olmuştur her halde
Polis tarafından üst aramasına tutulan subayların görüntülerinden anlıyoruz ki subaylara da MİT’e de güvenilmiyor artık. Ancak belli ki aramayı yapan polislere güvenilmiş. Kendi ordusuna güvenmeyen Başkomutan görüntüsü hiç hoş değildi
Türkiye 30 Ağustos’tan beri polis tarafından üst aramasına tutulan -generaller de dâhil- subayları konuşuyor.
Görüntünün hiç normal olmadığını kabul etmek lazım.
Üstü arananlar ülkenin ordusu. Çelik bir disiplin içinde olmaları lazım normal olarak.
Yani “törene silahsız gelinecek” emri verildiğinde bunu tartışmayacak ve tereddütsüz yerine getirecek.
Normal olarak “subay” dediğimiz insandan beklediğimiz bu olmalı.
Bunun için eğitiliyorlar, astlarına da bunu öğretiyorlar.
Arama görüntülerinden anlıyoruz ki asker ya da sivil üstleri subaylara o kadar da güvenmiyor.
Güvenmediğini de ülkenin bir diğer silahlı gücünü kullanarak çıplak gözle de görülebilecek şekilde gösteriyor.
Ülkenin istihbarat örgütü, son darbe girişiminden vaktinde haberdar olmamasını ordu içinde istihbarat toplama yetkisinin olmaması ile açıklamıştı.
Gerçi MİT’in, FETÖ’nün sivil imamlarını takip etmesine bir engel yoktu.
Sivil imamlar ile sivil giysiler içinde bazı evlerde toplantılar yapan generalleri tespit etmesi çocuk oyuncağı sayılırdı ama o günlerde bu gerekçe kabul görmüştü.
Sonra bu eksiklik de giderildi.
Arama görüntülerinden anlıyoruz ki MİT’e de o kadar güvenilmiyor artık.
Güveniliyor olsaydı, ordu içinde suikaste ya da bir terör eylemine tevessül edecek olan subaylar varsa onları tespit edeceğine güvenilirdi.
Törene katılacak askeri personelin bu yönde soruşturulmasının yapıldığına, bir tehlikenin olmadığına güvenilir bu tatsız görüntü ortaya çıkmazdı.
Ama ona da güvenilmedi.
Ancak belli ki aramayı yapan polislere güvenilmiş.
Aralarında iş birliği yapıp ülkeyi tatsız bir maceraya sürüklemeye niyetlenmeyeceklerine güvenildiği anlaşılıyor.
Buna nasıl güvenilmiş bilemiyorum çünkü paranoya bir kez devlet yönetimine hâkim olunca bunun duracak yerini kestirmek o kadar kolay değil.
Bu fikri bulup uygulatan kimdi bilmiyorum ama Başkomutan rahatsız olmuştur, diye düşünüyorum.
Kendi ordusuna güvenmeyen Başkomutan görüntüsü hiç hoş değildi.