Malumunuz, Milli Bayramlar sırasında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Anıtkabir’i ziyaret eder. Ulu Önder Atatürk’ün mozolesini ziyaret ettikten sonra Şeref Holü’nden çıkar, merdivenlerden iner ve sağ taraftaki Misakı Milli Kulesi’ne geçer.
Son yıllarda, bu ziyaretlerde şeref holünün ön tarafındaki tören alanının bir kısmı polis çitleriyle bölünüyor ve bir grup AK Partili o alana getiriliyor.
Erdoğan, Anıtkabir Şeref Holü’nden çıkıp Misakı Milli Kulesi’ne geçerken o çitlerin iç tarafındaki grup da “Recep Tayyip Erdoğan” diye slogan atıyor.
İşin tamamen mizansen olduğu her halinden belli.
Zira törenleri izleyen herkes o çitli alana giren herkesin ismi listede arandığını ve isimleri varsa içeri alındığını görebiliyor.
***
Ben bu uygulamanın sonuçlarını her gördüğümde kendi kendime “bu mizansene neden ihtiyaç duyarlar ki” diye soruyordum. Hatta ortaya çıkan manzarayı komik buluyor, Erdoğan’ın bilgisi dışında, işgüzar bürokratların işi olduğuna inanmak istiyordum.
Ancak, bu 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlamalarında, nihayet işin bu kadar basit olmadığını anladım.
Yapılan işin Beştepe’nin onayıyla Cumhurbaşkanlığı koruma ekibi, AK Parti teşkilatı ve Anıtkabir Komutanlığı’nın ortak organizasyonuyla gerçekleştiğini öğrendim.
Etkinlik sonrası gazetecilerin sorularını yanıtlayan kadınların AK Parti Kadın Kollarından olduklarını beyan etmesi, siyah takım elbiseli, telsiz kulaklıklı görevlilerin (muhtemelen Cumhurbaşkanlığı koruma ekibi) gazetecilere konuşanlara, “konuşma”, “ilerle” gibi komutlar vermesi, “Neden konuşuyorsun ki” gibi sert ifadelerle tepki göstermesi bu durumun açık kanıtlarıydı.
***
Peki böyle bir mizansene neden ihtiyaç duyuluyor?
Mesele sadece Erdoğan’a moral vermek mi?
Moral vermek amacı da olabilir ama mesele sadece moral değil. Bu etkinlik Atatürk’ün manevi şahsiyetini olduğundan çok daha düşük gösterme çabasıdır. Aynı zamanda Atatürk’e ebedi istirahatgahında yapılmış bir saygısızlıktır.
Peki sonuç alabiliyorlar mı?
Kendi kemik tabanlarında alıyorlar. “Recep Tayyip Erdoğan asrın lideridir. Türkiye için Atatürk’ten dahi önemlidir” algısını kendi tabanlarında pekiştiriyorlar.
O tören alanında “Reis”, “Ümmetin umudu Recep Tayyip Erdoğan” ve “Recep Tayyip Erdoğan” diye bağıran resmi AK Partili grup ve o grubu oraya getirenler ülkenin kurucusu Atatürk’e zerre değer vermediklerini gözümüzün içine sokuyorlar.
Geçenlerde Teknofest etkinliğinde 10-12 yaşlarında bir çocukla yapılmış bir röportaj vardı. NTV muhabiri çocuğa “Savarona Yatını kim kullanıyordu?” diye soruyordu. Çocuk bilmeyince muhabir “Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu” diye ipucu veriyordu. Çocuk “Recep Tayyip Erdoğan” deyince de NTV muhabiri Atatürk’ten söz etmek zorunda kalıyordu.
2002-2025 yılları arasında doğup büyümüş ve sadece AK Parti mahallesinde büyümüş çocukların gençlerin durumu bu. Sultan Abdulhamit döneminden doğrudan Tayyip Erdoğan dönemine geçildiğine 90 yılın reklam arası olduğuna inanan bu kesime cumhuriyeti, Cumhuriyetin kurucularını unutturmaya çalışmak AK Parti’nin resmî ideolojisidir.
***
Bu organizasyonun planlayıcıları ve uygulayıcıları şunu unutmamalı:
Kendi kendilerini gaza getiriyorlar ama boşuna uğraşıyorlar. Bu milletteki Atatürk sevgisini asla bitiremezsiniz. Çünkü bu millet, üzerinde yaşadığı vatanın Atatürk ve silah arkadaşlarının kan dökerek, can vererek bıraktığı bir emanet ve miras olduğunu bilecek kadar vefalıdır.
Kolay kazanan kolay harcar
Yatılı okulda okumanın iki güzel yanı vardır:
- Birincisi öğretmenlerle, öğrencilerle büyük bir aile olursunuz. Lise arkadaşlarınız kardeşiniz, öğretmenleriniz ise (işlerini idealist bir şekilde yapıyorlarsa) aile büyükleriniz olur.
- İkincisi emeğin kıymetini ve azla yetinmeyi öğrenirsiniz. Zor bela kazanılmış olanı tutumlu bir şekilde harcarsınız. Bu cimrilik değildir.
Bu hafta sonu Alaçatı’daydım ve bu iki yatılı okul kazanımımı test etme şansı buldum.
- Birincisi ortaokul ve lisedeki öğretmenlerimiz Aysel ve İsmail Baştürk’ün sevgili kızları Gizem Baştürk’ün düğününe katıldık. Aradan tam 40 yıl geçmesine karşın, öğretmenlerimizle hala iyi bir iletişim içinde olmanın, onları hala aile büyüklerimiz gibi görmenin benim açımdan mutluluk verici bir duygu olduğunu fark ettim. İyi ki hayatımıza girmişler ve karakterimizin oluşumuna ve tercihlerimize dokunuşları olmuş.
Bu vesileyle sevgili Gizem’e ömür boyu mutluluklar diliyorum.
- İkincisi, Alaçatı’nın kolay kazananların kolay harcadığı yapay bir piyasaya dönüştüğünü yaşayarak anladım. İki kahveyle bir küçük suya 640 lira (16 dolar) verilir mi? ABD’de Avrupa’da dahi verilmez ama Alaçatı’da veriliyor işte.
Uyduruk bir saç fönü ne kadar biliyor musunuz? Tam 800 lira.
İki kahveye 640 lira, uyduruk bir saç fönüne 800 lira ödeyince 6 kilometrelik bir yol için taksiye 700 lira ödemek insana anormal gelmiyor.
Kimse de “böyle de olmaz kardeşim” demiyor. Sorsan “sen benim kiramı biliyor musun kardeşim, ben sadece sezonluk çalışıyorum” diye çemkirirler.
Bu arada “Alaçatı meydanında 60 liraya bir top dondurma alabildim” diye sevinirken, Mahfi Eğilmez Hocanın dilimize pelesenk ettiği shrinkflasyon (aynı fiyata daha düşük gramaj) ve skimpflasyon (aynı fiyata daha kalitesiz ürün/hizmet) kavramlarıyla yüzleşmek de cabası.