İlk çözüm sürecinin kırılma noktası Suriye’deki Kürt yapılanması idi. Rojava.
Amerika dedi ki Kürt siyasetçilere “Bakın Suriye’de size özerk bir alan açıyoruz, Türkiye’de neden daha azına razı olacaksınız ki?”
Kürt siyasetçiler bu oltaya takıldı ve onun peşinden hendek olayları, özyönetim çılgınlıkları geldi.
Sonrasında çözüm süreci berhava oldu.
Ben o zaman “ABD Kandil’in zihnini iğfal etti” diye yazdım.
Şu sıralar Ankara’da Meclis içinde oluşturulan bir komisyon iktidarın tanımı ile “Terörsüz Türkiye”yi, muhalefetin katkılarıyla gerçekleşen resmi adıyla ise "Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi” yi arıyor. İktidarın projeksiyonu ile Komisyon arasında eçı farkı var.
Herkes “Komisyon neyi başaracak?” sorusuna kafa yoruyor.
Sürecin yol almasında iktidar ile (iktidarın da Bahçeli kanadıyla) DEM’in irade birlikteliği var. Bahçeli Öcalan’a kapı araladı, Öcalan’lı süreç DEM’i heyecanlandırdı, ana muhalefet de biraz “kerhen”, biraz iktidar – DEM yürüyüşünde yanlışlara supab olma gerekçesiyle Komisyon’a dahil oldu.
Ancak iktidar ile DEM arasında derinden akan bir perspektif ve amaç farkı gözleniyor.
İçerde bir perspektif ve amaç farkından söz etmek mümkün, ama daha derin bir şekilde Suriye çözümü gerilim oluşturuyor.
DEM eş başkanı Tuncer Bakırhan ile Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Suriye – SDG – YPG üzerine tartışmaları oldukça gergin seyrediyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Malazgirt vesilesiyle Ahlat’ta yaptığı konuşmanın Suriye bağlamının DEM dünyasında nasıl karşılandığını merak ederim. Erdoğan yine “Türk – Kürt – Arap” üçlemesini zikrederek ve sözü “kılıcın kınından çıkması”na getirerek oldukça net şeyler söyledi:
"Türkiye'miz aynı zamanda sınırlarımızın ötesindeki kardeşlerimizin başı dara düştüğünde sığınacağı en güvenli limandır. Bakınız, bunu Irak'ta gördük, bunu 14 yıl boyunca komşumuz Suriye'de gördük. Bunu daha önce Balkanlar'dan Kafkasya'ya, gönül coğrafyamızın birçok köşesinde gördük. Yarın da zulme uğrayanların, ötekileştirilenlerin, baskı görenlerin, ölümle burun buruna gelenlerin eman yurdu yine Türkiye ve Türk milleti olacaktır. Dolayısıyla Suriye'deki tüm kardeş halklar gibi Kürtlerin de güvenliğinin, huzurunun, esenliğinin teminatı Türkiye'dir. Yönünü Ankara'ya ve Şam'a dönenler kazanacak. Kardeşlik ve komşuluk hukukunu gözetenler kazanacak. Kıblesini şaşırıp kendilerine yeni yabancı patronlar arayanlar ise eninde sonunda kaybedecektir. Şunu da biliyoruz ki kılıç kınından çıkarsa kaleme ve kelama yer kalmaz. Tekrar ediyorum, biz tüm bölgemizde kalıcı barışın tesisinden yanayız. Biz sorunların diyalog ve diplomasi yoluyla çözülmesinden yanayız.”
“Kıblesini şaşırıp yabancı patronlar arayanlar… kaybedecek.”
Suriye’de süreci takip edenler açısından “Kıblesini şaşıranlar”la kastedilenler de belli, “yeni yabancı patronlar”dan kimlerin kastedildiği de belli. Bunların adını Hakan Fidan daha açık söylüyor, ABD’nin Türkiye Büyükelçisi ve Trump’ın Suriye Özel Temsilcisi Thomas Barrack da herhalde eylem ve söylemleriyle Ankara’nın nazarında kendisini “Yabancı patronlar kategorisi” içine yerleştiriyor. Şu ifadeler Barrack’a ait:
“Bir federasyon değil ama onun biraz altında, herkesin kendi bütünlüğünü, kendi kültürünü, kendi dilini korumasına izin veren ve İslâmcılık tehdidi olmayan bir yapı.”
Erdoğan’ın sözleri, Suriye’de olan bitenle hem de “güvenlik boyutu” ile yakından ilgilenildiğinin ifadesi. “Kılıç ve kın” söylemi de sözün biteceği yerin uyarısı…
Belli ki içerdeki Kürt siyasi hareketi de (DEM de Ak Parti içindeki Kürt siyasetçiler de) Suriye ile yakından ilgileniyor.
Erdoğan bu “ilgi”yi bir gerekçeye, meselâ “kardeşlik sorumluluğu”na bağlıyor, Kürt siyasetçiler ise “ortak kimlik aidiyeti” çerçevesinde gerekçelendiriyor.
Peki statü ne olsun? Kürtler Irak’ta, Suriye’de ve de Türkiye’de hangi statü içinde olsunlar ki, sorunsuz bir ilişki ortaya çıksın?
Kandil’in silâhsızlanması bir merhale…
Ama Suriye’deki “Kürt yapılanmasının silâh varlığı” ne olacak?
Daha doğrusu Kürt yapılanması nasıl bir yapılanma olacak?
Ve Suriye’deki yapılanma Türkiye’nin geleceğini etkileyecek mi?
DEM Ankara’daki Komisyon’dan ne bekliyor?
Erdoğan “Kılıcın kından çıkması” ifadesini, Ankara’da Komisyon’un “milli dayanışma, kardeşlik ve demokrasi”yi konuştuğu bir zeminde kullandı.
“Aklınızı başınıza alın, kelâm ve kalem ortamı mevcutken bunun değerini bilin, yoksa…” türünde bir uyarı bu.
Bu uyarının epeyce sancıya yol açsa da, şimdilik DEM’de, muhtemelen Öcalan’da bir karşılığı olabilir, ama ABD’nin Thomas Barrack üzerinden yürüttüğü politikanın ve İsrail’in Suriye’nin geleceğine ilişkin hesaplarının Türkiye’nin hassasiyetlerini aşındırma yolunda devam edeceği muhakkak.
Erdoğan’ın Malazgirt’ten yola çıkarak bir kere daha seslendirdiği “ümmet eksenli kardeşlik söylemi” Osmanlı’nın çözülüş döneminden bu yana sınanıyor. Çok kayıplar yaşandı. Gazze sınavı da “ümmet varlığı” bakımından pek iyi değil. Herkesin kendi başının derdine düştüğü zamanlar yaşandı. Bakalım şu anda tüm bölgede sınanmanın yaşandığı “Kürt sorunu”nda “kardeşlik söylemi” etkili olacak mı?