Kuteybe İdlibi, Suriye Dışişleri Bakanlığı ABD Siyasi İşleri Genel Müdürü. Bu görev için birkaç ay önce 2013’den beri yaşadığı ABD’den Suriye’ye döndü.
ABD’de Atlantik Konseyi’nde Suriye konusu üzerine uzmandı. Colombia’da siyaset bilimi alanında yüksek lisans yapmış.
2011’de üniversite öğrencisi iken Şam’da Esad karşıtı gösterilere katılmış. Hakkında üç gözaltı kararı çıkınca da 2013’de Suriye’yi terk etmiş.
Muhalif olması kaçınılmazmış. Çünkü babası da baba Esad muhalifi tanınan bir entelektüel.
Babası Yusuf İdlibi, 19’uncu yüzyılın sonlarında Suriye’de yaşamış, tecdid ekolünden
Abdülhamid istibdadı karşıtı İslam alimi Kevakibi’nin yazdığı ünlü “Despotizmin Doğası” gibi istibdad karşıtı fikirlerin anlatıldığı kitapları yayınlamış bir yayıncıymış.
1965 ile 1981 arasında sekiz kez gözaltına alınmış, Hama Katliamı sırasında tutuklanmış.
Ailenin İslamcılık dışında muhalif bir kimlikleri de Kürt olmaları.
ABD’ye giden Kuteybe İdlibi de uzun süre Kürtlerin de içinde ve yönetiminde olduğu Suriye Muhafeleti’ni ABD’de temsil etmiş.
ABD ile Şam’ın koordinasyonunu sağladığı Suriye Dışişleri Bakanlığı’ndaki yeni görevinin en önemli kısmı da Şam ile SDG’nin entegrasyonu.
Çünkü, Türkiye’de tam olarak anlaşılmamış olsa da ABD’nin Ankara Büyükelçisi Barrack aynı zamanda ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın Suriye’de birincil gündemi ABD destekli SDG’yi Şam’a entegre etmek.
Lübnanlı bir Hristiyan eski Osmanlı vatandaşı olan Barrack, Trump’ın sponsoru zengin bir işadamı olarak, BAE, Suudiler ve Katar’la güçlü bağları yüzünden ve Lübnanlı aile bağlarının da motivasyonuyla Şam merkezli istikrarlı bir Suriye kurulmasının en güçlü destekçisi.
Arada Ankara’ya uğruyor, çoğunlukla Lübnan ve Suriye arasında turluyor. En son Hizbullah’ın tasviyesinin sürdüğü Lübnan’daydı. Ordan Paris’e geçip ılımlı bir Süveydeli Dürzi liderle buluştu. Ondan önceki hafta da Şam’daki Katar yatırım toplantısında Şara ile birlikteydi.
Barrack, Şam-SDG arasındaki 10 Mart Mutabakatı’nın uygulanması için SDG’ye baskı yapıyor uzun süredir. “Size söz vermedik, bakıcınız değiliz” bile dedi.
Bu yüzden iki kesim onu hiç sevmiyor: Amerikan elçisi Osmanlı millet sistemini geri getirmek istiyor gibi komplo teorilerine teşne Türk ulusalcılar ve SDG’ye çıkıştığı için Kürt milliyetçileri ve PKK çevreleri.
İdlibi de Barrack’la koordineli olarak çalışıyor.
Sık sık Rudaw’a röportajlar vererek, Kürtlerin çıkarının Şam’la işbirliğinden geçtiğini anlatıyor.
Kürt çevrelerin hala “çete, terörist” sıfatlarıyla andığı HTŞ’nin liderliğindeki Şam yönetiminin “ her türlü ademi merkeziyetçiliğe karşı olmadığını söylüyor ve Kürtlerin temel haklarının tartışma dışı olduğunu anlatıyor:
"Çocuklarımızın okullarda anadillerini öğrenmesi, Kürt kültür merkezlerinin açılması, devlet dairelerinde Kürtçe hizmet alabilmek... Bunlar bir lütuf veya pazarlık konusu değil, zaten var olması gereken doğal haklardır."
“Ben bir Kürt olarak, Suriye'deki Kürt deneyimi yeni bir şey değil diyorum. Yüz binlerce Kürt, yüzyıllardır bu ülkede yaşadı. Suriye tarihinde üç Kürt kökenli cumhurbaşkanı bile oldu. Bu da Kürtlerin Suriye toplumunda kabul gördüğünü ve etkili olduklarını gösteriyor. Hem kimliğimizi koruyalım, hem de Suriye kimliğine tam anlamıyla entegre olalım."
Şam yönetimi bazı adımlar da atmaya başladı.
Suriye’nin yeni Milli Eğitimi Bakanı Kürt. Son olarak Suriye resmi ajansı SANA ilk kez Kürtçe yayın yapmaya başladı.
Ama İdlibi SDG’nin ayrı bir orduyla Suriye’de varolma talebine karşı:
“10 Mart Anlaşması bu konuda çok açık. Entegrasyon, gerçekten devlet kurumlarına tam katılım anlamına gelir. Ordu içinde ordu olmaz. Bu modeli Lübnan ve Irak'ta gördük ve bunun getirdiği istikrarsızlığı biliyoruz.”
10 Mart deklarasyonunun uygulanması için ilk uygulamanın SDG kontrolündeki Arap şehri
Deyrizor’da yapılabileceğini anlatıyor. Ama SDG içinde görüş ayrılıkları olduğunu söylüyor:
"Görünen o ki liderlik içinde farklı görüşler mevcut. Kimileri anlaşmanın uygulanmasını ciddi şekilde istiyor, kimileri ise uygulamayı geciktirmek için bahaneler arıyor. Görünüşe göre bazıları, zaman geçtikçe siyasi atmosferin değişeceğini, üzerlerindeki baskının azalacağını ve böylece bu süreci sürüncemede bırakabileceklerini düşünüyor. Ancak gerçekten aklıselimle hareket edenler bu fırsatı kaçırırsa, yalnızca Suriye değil, Kürt toplumu da tarihi bir imkanı yitirmiş olur."
Suriye Kürtleri ve SDG içindeki bu görüş farklılıkları uzun süredir gözle görünür.
Son olarak Şam yönetiminin Paris’teki zirveden çekilmesine neden olan, şu anda Suriye’de en sevilmeyen insan olan İsrail destekli Dürzi lideri Hicri’nin videoyla katıldığı Haseke’deki Konferans’ta gözler Mazlum Abdi’yi aradı ama Abdi o toplantıya katılmadı.
Abdi, genelde ortalık kızıştığında ılımlı mesajlar veriyor. Suudi televizyonlarına çıkıyor ve fasih Arapçasıyla 10 Mart Deklarasyonu’nun arkasında olduklarını söylüyor. “ Tek devlet, tek ordu, tek ülke sloganına sadığız” bile dedi, Türkiye ile diyalog içinde oldukları mesajını da tekrarlıyor.
Rojava bölgesinin dışişlerinden sorumlu İlham Ahmed’in de mesajları genelde pozitif. En son Paris’te yine mutabakata sahip çıkan konuşmalar yaptı.
Ama daha uzlaşmaya kapalı ve maksimalist bir kanat da var. Bu kanat özellikle Abdi’yi fazla Amerikancı ve güçlü bularak etrafına komiserler atayan Kandil’e yakın isimler. SDG’nin sözcüsü, İTÜ mezunu olduğu için iyi Türkçe konuşan eski PYD başkanı ve hala yönetimindeki Salih Müslim hala sert ve hala mutabakat imzalanmış Şam’dan “HTŞ, IŞİD, çete” diye bahsetmekte ısrarlı.
Özellikle SDG içinde bir kesimin Türkiye ve Şam’ı İsrail’le dengeleme gibi fikirlere yakın oldukları biliniyor. İsrail’in Dürzilere yaptığı ve bunun için Şam’da Genelkurmay binasını bile vurduğu hamilik bu fikirleri savunanların elini güçlendirdi.
Tabii Dürziler, İsrail’e karadan komşu, İsrail’de 100 bin Dürzi yaşıyor ve bu Dürziler İsrail’de orduda da etkili bir grup. Bu şartların hiçbiri Kürtlere uymuyor.
Ayrıca Şam-SDG-Türkiye arasındaki bir askeri çatışmaya İsrail, Dürziler için yaptığı gibi havadan müdahale ederse bunun sonu Türkiye-İsrail savaşına kadar varır.
Ama görev gelir gelmez Kürtler bizim doğal müttefiğimizdir diyor İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar’ın başını çektiği gibi İsrail sürekli olarak Kürtlere bir göz kırpma halinde. Diasporadaki PKK’lılar ve Kürt milliyetçileri bu göz kırpmaya çok büyük anlamlar yüklüyor. Salih Müslim, birkaç kez İsrail medyasına da röportajlar verip, İsrail’in Kürtlere desteği için teşekkür de etmişti. DEM Parti’nin ABD Temsilcisi olan Giran Özcan, İsrail’e gidip görüşmeler yapmıştı.
Halbuki İsrail’in Suriye’deki tek gündemi Suriye’yi istikrarsızlaştırmak. Zayıf bir Suriye istiyor Suriye. Dürziler ve Kürtlere desteğin motivasyonu da bu. Yoksa İsrail’in Suriye’de pozitif bir gündemi yok, bir şey yapmak istemiyor, birşeyi yıkmak istiyor sadece.
Bu negatif projenin peşine takılmak büyük bir macera Kürtler için.
Bunu da net biçimde Öcalan söyledi. Öcalan, neredeyse bir milli görüşçü kadar net bir İsrail karşıtı mesajla bu kafa karışıklığına cevap verdi.
Hakan Fidan’ın son çıkışında da bu İsrail vurgusu vardı:
“YPG-SDG tarafından çok fazla açıklama yapılıyor. 10 Mart Mutabakatı’nın kendilerini çok fazla bağlamadığını düşünüyorlar. Türkiye’deki ‘Terörsüz Türkiye’ sürecinin de kendilerini ilgilendirmediklerini söylüyorlar. Sizi ne ilgilendiriyor? İsrail’in maşası olmak mı?
“Biz tolere etmekte zorlandığımız gelişmeler görüyoruz. Avrupa’dan, dünyanın dört bir yanından gelen örgüt üyelerinin Suriye’yi terk etmediğini görüyoruz. Örgütün 10 Mart’tan sonra Suriye’de olumlu manada güven telkin edici bir adımını da görmüyoruz. Bir bekleyiş içindeler. Bunu görüyoruz. SDG tarihi iradeye saygı duymalı. Bekledikleri karışıklık çıkmayacak. Çıksa bile onların lehine bir durum olmayacak.”
Fidan’ın Suriye Dışişleri Bakanı’nın yanında SDG’yi azarlamasını ve İsrail’in maşası mı olmak istiyorsunuz diye sormasını Kürtler rencide edici buldu.
Konuşmanın tonu sertti mesleki bir bıkkınlık hissi öfkeli bir dile dönüşmüştü. SDG’yi azarlarke, bundan bütün Kürtlerin rencide olabileceğini düşünmeyecek biri değil Fidan.
Geçen hafta bir gazeteci grubuna konuşan Ahmed eş-Şara ise çok daha ılımlı ve pozitif bir dille 10 Mart Mutabakatı lehine açıklamalar yaptı.
Şam, Türkiye, ABD ve SDG bir konuda mutabıksa o mesele hallolur dedi. SDG’yi toplantılarda farklı konuşup, uygulamada farklı adımlar atmakla suçladı ama bunu yaparken nazikti, pozitifti:
"Suriye ve SDG, Türkiye'nin de ilgili olduğu ve Amerikalıların da bulunduğu bir anlaşma taslağı üzerinde mutabık kalındı. Bu dört taraf bir şey üzerinde anlaşırlarsa, o gerçekleşir. Anlaşmanın uygulama mekanizmaları tartışılıyor. SDG bu anlaşmayı uygulamaya hazır olduklarını ifade ediyorlar. Ancak bazen sahada, müzakerelerde ve medyada söylediklerine ters düşen işaretler veriyorlar. Suriye'de bölünme talep edenler siyasi cehalet" içinde ve hayalperest.”
Çünkü Şam için bu anlaşmanın bir alternatifi yok. SDG’nin elinde tuttuğu Suriye’nin üçte biri ve petrol sahaları Şam’ın denetimine geçmedikçe, Suriye eski Suriye olamaz. Ayrıca Şam’ın kendisine denk bir kuvvete sahio SDG ile savaş istemez. Zaten Suriye’de herkesin en az istediği şey savaş. Ayrıca Kürtlerin katıldığı bir Şam yönetimi, Şam’ın dünyadaki meşruiyet sorunlarına ilaç gibi gelecektir. Şam yönetimi Suriye tek ordu ve tek devlet istiyor ama bu Suriye’de Türkiye gibi üniter devlet istiyor demek değil. Şam, özerkliğin faklı uygulamalarına açık olduğunu belli etti.
Rojava için de bu mutabakatın alternatifi Şam ve Türkiye ile savaşa tutuşup, şu anki kazanımlarını bile kaybedeceği bir yıkım olabilir.
Çünkü artık SDG’yi koruyacak bir ABD’de yok. En azından ABD bu yüzden Türkiye ile karşı karşıya gelmeyecektir.
Türkiye’ye karşı destek verecek bir Esad yönetimi, İran ya da Rusya da yok. İsrail’in Dürzilere verdiği gibi desteği SDG’ye vermesi için Türkiye ve İsrail’i kimsenin istemediği bir savaş pozisyonuna getirebilir. İsrail- Şam yönetimiyle de diyalogda. Oradan beklentiler içine girmek de hayalicilik. ABD’nin SDG’yi İsrail’in göz kırpmalarına fazla ümit bağlamamak konusunda uyardığı söyleniyor.
SDG’nin askerlerinin en az yarısı Arap ve şu anda SDG kontrolünde olan Deyrezzor, Rakka’da yaşayan Araplar, Şam-SDG çatışmasını istemezler, öyle bir çatışmada nerede duracakları da çok açıktır.
Ve Türkiye. Zannedildiği gibi Türkiye her an sınırda askeri operasyona hazır değil. Bir kere bunun sonucu çözüm sürecinin bitmesi olur. Ve bu bitişin siyasi maliyeti iktidarın üzerine yıkılır. Bu iktidarın taşıyamayacağı bir siyasi maliyete dönüşür.
Ayrıca Türkiye de Suriye için tam bir üniter devlet modeli olsun diye ısrar etmiyor. Bunun gerçekçi olmadığının Ankara da farkında. İkincisi Türkiye, zaten Suriye’deki meseleyi çözmek motivasyonuyla PKK ile çözüm sürecine oturdu. Esas amacını riske atması için hiçbir sebep yok.
Şu anda mesele SDG’nin Suriye ordusuna nasıl entegre olacağında düğümlenmiş durumda.
Bir askeri birlik olarak katılması masada. Burada şüpheler ve tedirginlikler olması çok doğal. Ama “Şam’da daha bir yönetim oluşmadı, biz niye katılalım ki” diye bir gerekçe kısırdöngüye neden olur. Çünkü sen katılmazsan o yönetim hiçbir zaman oluşmayabilir. Katılmayacaksan o zaman neden mutabakat imzaladın sorularına SDG’nin bir cevap vermesi gerekir.
O yüzden de biraz yavaş olsa da mutabakat ilerleyecektir. Kürtlerin Ankara’da, Bağdat’ta olduğu gibi, Şam’da da güçlü olması, Haseke’yi, Kamışlı’yı yönetmekten daha büyük bir kazanım.
Yüzde 10 nüfusa sahip oldukları Suriye yeniden kurulurken, dünya Şam yönetimine destek verirken ve yaptırımların kalkmasının ardından Körfez’den Suriye’ye fon akmaya başlamışken Şam yönetimine kurucu olarak girmek, Haseke’de konferans salonlarında demokratik ulus projesini hayata geçirmekten daha ayakları yere basan bir perspektif.
Yani özetle bütün bu açıklamalar ve gelişmeler Türkiye’de tvlerde hemen ellerine çubukları alıp, Suriye’ye askeri operasyon yayınlarına başlayan TV kanallarındaki gibi bir kopuşa işaret etmiyor.
Suriye’de Şam-SDG uzlaşısının bir alternatifi hala yok.