Komplo teorisyeninin ağzı yok ki büzesin! Komploculuk insanlığın kavga yaşı kadar eski bir üretmece. İmralı sath-ı mailindeki konverjans, Kürt sorununun bölünme değil genişlemeyle (Misak-ı Milli) çözüleceğine dair ayartıcı yaklaşımlar içerince, Suriye’deki Kürtlerin de Şam yolunda patinaj yaparken şoför mahallinde birilerinin “Rotayı kuzeye mi kırsak heval!” diye mırıldanması normaldir.
Fakat bunu ciddiye almak gerekir mi? Suriye bir oyun sahnesidir ve birbirine rakip hiçbir senaryoda final sahnesi yazılmışa benzemiyor. Tek başına bunu yazmaya kadir bir güç de yok. İmparatorluklar çağında değiliz! Ama kanımız o illetten temizlenmiş de değil.
Cumhurbaşkanı Recep Erdoğan’ın önce IŞİD’e, ardından Haşd’uş Şaabi’ye çarpan Musul aşkını; Bağdat’ı bypass ederek Kürdistan’la yaptığı 50 yıllığına petrol anlaşmasının öteki ucundaki Kerkük silüetini; Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekâtlarına paralel olarak Suriye politikasına yedirdiği Misak-ı Milli vurgusunu “gün ola harman ola” mantığıyla olgunlaşmaya bırakılmış hesaplara bağlamak mümkün.
Suriye krizi yaratıldığı andan beri pek çok kişinin, Fransızların 1920’lerde denediği 5 parçalı Suriye haritasının yeniden devreye sokulduğuna dair teoriye “eyvallah” dediğini hatırlayalım. Suriye etki ya da kontrol alanlarına dönüştü ama gelişmelerin hiçbiri parçalanma senaryosunu karşılamadı.
Nominal hesaplar
Sahnedeki tarafların nominal hedeflerine bakıp önce durumun fotoğrafı çekilebilir. Ardından tıkanma noktalarında yedek hesapların ne olacağına dair spekülasyonlara bakılabilir…
Batı-Körfez ekseninde şekillenen yıkım ekibinin yeni Suriye için el verdiği Colani yönetimi İslamcı söyleminin yetersizliğini Arap milliyetçiliğiyle kapatmaya çalışıyor. Bunu etkin kılacak yegane şey Suriye’nin her karışında egemenliğin tesisine yönelik söylemlerdir. Tabii İsrail işgali altındaki topraklar hariç! Süveyde’ye yönelik aşiret milislerinin devreye sokulduğu kanlı hamlenin arkasındaki siyasal motivasyon da vatan topraklarını parçalamaya dönük hain planları bertaraf etmekti. Kendileri Suriye’yi cehenneme çeviren müdahaleci güçlerin aparatı olsalar da! Fakat Arap milliyetçiliği, İslamcılığı aşan bir olgu olarak bu topraklara derinlemesine nüfuz etmiş durumda. Bu madene dalmak pragmatizmin bir emridir. Süveyde hamlesi tutsaydı muhtemelen Fırat’ın doğusu için pişirilen sıradaki planı konuşuyor olacaktık. Bu operasyonun parolası da “ayrılıkçı ve bölücülüğe karşı Suriye’nin birliği ve bütünlüğü” olacaktı!
Ankara, Arap milliyetçilerin ‘işgalci’ olarak gördüğü Türk askeri varlığını Suriye’nin toprak bütünlüğünü koruma amacına bağlıyor. Paradoksal bir meşrulaştırma!
Nominal stratejiler derken ABD’nin ayak izlerinde, karşılanması gereken şartlara bağlı pragmatik tercihler görüyoruz. O yüzden Colani ile çalışma kararı dönemsel ya da geçici olabilir. Ancak Colani’de karar kılan tercih, parçalanmış bir Suriye hedeflemiyor çünkü bu Amerikan çıkarları açısından işe yaramayacaktır.
Şu anda her istenileni yapmaya mahkûm bir HTŞ rejimiyle Suriye’yi Amerikan düzenine konumlandırmakla meşguller. Suriye Demokratik Güçlerini (SDG) de bu hedefe tampon yapmak istiyorlar. ABD Özel Temsilcisi Thomas Barrack’ın “Onlara, devlet içinde ayrı bir bağımsız hükümet kurma borcumuz yok” sözü aslında 2014’den beri geçerli bir önermeydi.
Suriye’nin ‘direniş ekseni’nden çıkması, İsrail’le barışması, Batılı sermayeye açılması ve Ortadoğu’da Amerikan düzeninde yer alması temel öncelik setini oluşturuyor. Sürücüyle değil aracın istikametiyle ilgileniyorlar.
Trump’ın bölgede paralı ya da emlak değeri yüksek stratejik ortakları “Colani’yle yürüyelim” diye telkinde bulununca bir çakışma oldu. Yaptırımları kaldırarak Colani’ye açtıkları kredinin sonuçlarını görmek için bir süre bu istikamette gideceklerdir. Duruma göre at değiştirmek için kafa yormaya başlayabilirler.
İsrail’in Suriye’deki müdahaleleri de aceleyle Davud Koridoru’na bağlandı. Yani İsrail’i güney Suriye’den Ürdün ve Irak sınırları boyunca ilerleyip Fırat’la birleşme planına. Fakat İsrail’in nominal hesabı Kuneytra, Dera ve Süveyde’nin ağır silahlar ve askerden arındırılmış bir tampon bölgeye dönüştürülmesi. Bu aynı zamanda onlar için erişilebilir bir hesap. İkinci etapta Golan Tepeleri’nde genişleyen işgal üzerinden bir normalleşmenin Şam’a kabul ettirilmesi.
SDG’nin resmi söylemi ise Fırat’ın doğusundaki ‘demokratik özerklik’ modelinin tüm Suriye’ye uygulanması. Bir ara sahada ABD ile kurulan ortaklığın verdiği güvenle Akdeniz’e kadar koridor açma fikrine kapılanlar oldu ama Amerikan desteği ve güvencesi Türkiye ile çatışan herhangi bir planı kapsamıyordu. O yüzden Afrin, Tel Fırat ve Menbic’i hiç umursamadılar. Özerk yönetimin toplumsal sözleşmesinde Suriye’nin birliği ve bütünlüğü temel bir hedef olarak belirlenmişti. Bu, Kürtlerin Araplar ve diğer halklarla ortaklığının teminatıydı.
Olası sapmalar
Nominal hedeflerde tıkanma olduğunda yedek hesaplar devreye girebilir. Ya da alternatif yollar orijinal planlar için baskı aracı ya da pazarlık kozu olarak da kullanılabilir.
Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’nin herhangi bir somut kaynak belirtmeden öne sürdüğü bir iddia hızlıca yankı uyandırdı. İddiaya göre “Kuzeydoğu Suriye’deki liderler, Şam hükümetiyle yürütülen müzakerelerin başarısız olması ve Özerk Yönetim’in herhangi bir siyasi taviz elde edememesi durumunda, Türkiye ile iletişim kanallarının açılması ve ‘Misak-ı Milli’ ile hizalanma da dahil bölgesel yeniden konumlanma seçeneğini değerlendiriyor.”
Yine iddiaya göre “Ankara, SDG ile Şam arasında bir anlaşma ihtimalini engelliyor; SDG de 'Misak-ı Milli’ vizyonuyla ‘potansiyel bir müttefik’ olarak Türkiye’yi kendi yanına çekmeye çalışıyor.”
Ankara’nın öncelikli tercihi 10 Mart anlaşması çerçevesinde SDG’nin yeni sisteme yedirilmesi. SDG ‘erime’ planına direniyor ve özerkliği koruyarak entegrasyonu hedefliyor. Bu konuda ABD’den yeterince anlayış görmedi. HTŞ aşiret kartını devreye sokabileceğini hissettirdi. Türkiye de “askeri seçenek masada” mesajı verdi.
Cumartesi gecesi Deyr Hafır taraflarında yeni Suriye ordusuna katılmış olan Süleyman Şah Tugayı’nın başlattığı saldırılar bir işaret fişeği. İlk kez denenen bir yol değil. Bu bir baskı stratejisi.
Bütün bunlar Süveyde olayları sırasında çıtayı biraz yükseltmiş olan SDG’yi daha esnek söylemlere itiyor.
Paris’te planlanan SDG-HTŞ buluşmasından önce Misak-ı Milli cephesine atılan sinyal belli amaçlara matuf olabilir: Türkiye’nin askeri seçeneğini bertaraf etmek ve Şam’ı ‘makul’ olmaya itmek.
Fakat çaresizlik karşısında mesele, Şam’daki cihatçılara teslimiyet mi yoksa Türkiye ile ortaklık mı noktasına sürüklenebilir. Bu durumda Misak-ı Milli bir yedek hesaba dönüşebilir.
Bölünme senaryosu gerçeğe dönüşürse o zaman bütün taraflar kendi ‘nominal’ hesaplarından sapabilir. Türkiye kuzeyde tanklarını yürütürken İsrail de tampon kurgusunu değiştirebilir. Misak-ı Milli cephesinin arzuladığı bu mudur? Emin değilim.
Bütün bu hesaplarda Amerikan tutumunun belirleyiciliği göz ardı ediliyor.
ABD’nin yatırım yaptığı Colani hesabı garantide değil. Barrack’ın görevden alınması yönünde kampanyaların hedefe ulaşıp ulaşmayacağını kestirmek zor. SDG’yi Ankara’nın istediği şekilde köşeye sıkıştırmaya çalışan Barrack da artık Colani’ye verilen desteğin geleceğinin ev ödevinde yapılanlara bağlı olduğunu söyleme gereği duyuyor. Sonuçta Colani ellerinde patlayabilir. O vakit kiminle yol alabilirler, alternatifleri nedir? SDG Komutanı Mazlum Abdi ile el sıkışabilirler. Fakat milliyetçi ve İslamcı Arap bileşenleri bu plana dahil etmek şu koşullarda imkân dahilinde değil. Öyle olsaydı Amerikalılar ta başından SDG’yle Şam’a yürümeyi tercih ederdi.
İçerideki tökezlemelere ve mezhepçi fecaate rağmen Colani ve ekibinin ayağına serilen kırmızı halılar sözünü ettiğimiz nominal sapma senaryolarını biraz daha kenarda tutmayı gerektiriyor. Colani’nin hariçten gelen suflörleri bütün siyasi ve diplomatik yeteneklerini HTŞ’nin başarısı için kullanıyor. HTŞ’nin Moskova’da açtığı yeni sayfa harici ekibin son başarısıydı. Çok hafife almaya gelmez.
Şu anda Suriye dosyasında parmağı olan pek çok tarafın çıkarları ‘Misak-ı Suriye’ metaforuna yatkın. Bunun Misak-ı Milli’ye karşı bir akım yarattığı da ortada.