“Ulus devletçi değil demokratik ulusçuyum” diyen Öcalan’ın “demokratik entegrasyon” önermesi Kürtler için ne anlama geliyor?

Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat 2025 tarihli “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” başlıklı açıklamasının, PKK’yı silah bırakma ve kendisini feshetme çağrısı dışındaki en önemli kısmı hiç kuşkusuz şu bölümdü:

“Aşırı milliyetçi savruluşun zorunlu sonucu olan; ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler, tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamamaktadır.”

PKK 1978’de kurulduğunda, dört ülkeye yayılmış olan Kürtler için birleşik, bağımsız ve sosyalist bir devlet kurmayı hedefliyordu. Öcalan zaman içinde örgütün ideolojik ve politik yönelimlerini defalarca değiştirdi, fakat kuruluşundan yaklaşık 50 yıl sonra Kürtler için herhangi bir “idari statü” talep etmiyor olması birbirinden farklı kesimleri şaşırttı.

27 Şubat metninde talep “demokratik toplum” olarak özetlenmişti:

“Kimliklere saygı, kendilerini özgürce ifade edip demokratik anlamda örgütlenmeleri, her kesimin kendilerine esas aldıkları sosyo-ekonomik ve siyasal yapılanmaları ancak demokratik toplum ve siyasal alanın mevcudiyetiyle mümkündür. Cumhuriyetin ikinci yüzyılı ancak demokrasiyle taçlandırıldığında kalıcı ve kardeşçe bir sürekliliğe sahip olabilecektir. Sistem arayışları ve gerçekleştirmeler için demokrasi dışı bir yol yoktur. Olamaz. Demokratik uzlaşma temel yöntemdir.”

Dört ülkede de “demokratik entegrasyon”

Öcalan PKK’nın fesih kongresine yolladığı, kısa süre içinde “Barış ve Demokratik Toplum Manifestosu” başlığıyla dolaşıma sokulan 160 sayfalık metinde hedefin adını “demokratik entegrasyon” olarak koydu.

Öcalan şöyle diyor:

“Entegrasyon, demokratik toplumun, ulus devletle birliğini ifade eder. En doğru tanımı budur. Toplum kendini bir devlet olarak örgütleyip, diğer devlete bağlamıyor. Kendini demokratik toplum olarak, demokratik cumhuriyete entegre ediyor. Entegrasyon aynı zamanda eşitliği de içerir. Demokratik müzakere ile tesis edilir. Entegrasyon demokratik müzakereyi zorunlu kılar. Demokratik müzakere, demokratik toplum ile ulus devletin bütünleşmesini sağlar.”

Öcalan burada “toplum” derken esas olarak Kürtleri kastediyor. Yani Kürtlerin “devletleşme”ye gitmeden demokratik bir şekilde mevcut ulus devletle bütünleşmesini (entegrasyonunu) savunuyor.

Üstelik Öcalan bunu sadece Türkiye’dekilere değil, diğer üç ülkede yaşayan Kürtlere de öneriyor:

“Entegrasyon önemlidir. Çünkü birlikte yaşanılacak ulus devletlerle bağı ifade eder. Kürdistan ile doğrudan ilgili dört ulus devlet var. Dört devletle entegrasyona dayalı bir yaklaşımla bütünleşeceğiz.”

Tereddütlere Öcalan’ın cevapları

Manifestonun ardından, mayıs ayı sonunda -muhtemelen 30 Mayıs’ta- yapılan görüşmede heyetten biri kendisine “Entegrasyon meselesi tam anlaşılmadı” deyince Öcalan şu cevabı veriyor:

“Merdivenleri atlaya atlaya gidebiliriz. ‘Güzel oldu deriz’ ama sonra bakarız, yanlış yapmışız. Anlamakta zorlanıyoruz. Arabayı atın önüne koymamak gerekir. Sekizinci basamağa birden atlamamak lazım.”

Yine heyetten gelen “entegrasyon öz yönetime dayanıyor değil mi?” sorusunaysa Öcalan şu karşılığı veriyor:

“Demokratik kurumlaşmaya dayalı. Kurumlar, demokratik olacak. Sempatizanlarımız hangi kurumlaşmada yer alırlarsa mutlak güç olurlar. Kayyum atama, asla olmaz. Hatası varsa demokratik kurum onu alıp yerine başkasını seçecek. Üstten tayin etmek olmaz. İspanya örneği var. Görüyorsunuz. Londra belediyesi seçimle geliyor. Güvenliği ve her şeyi belediye başkanlığına bağlıdır. Bu demokratik yöntemdir. İskoçya örneğini verelim. Yerel meclis, milli takımı ve birçok özgün mekanizması var ama 300 yıldır Britanya ile birlikte yaşıyor. Kimse ne isyan ediyor ne de başka bir şey yapıyor. Savaş çıkmıyor orda. Birçok örnek var. İngiliz hegemonyası dünyayı yönetiyor. Ama demokrasi ile gündeme geliyor. İngiltere kendini dünyaya dinletiyor. Rusya öyle mi? Hayır. Demek ki çözüm demokrasi. Halkları boğuşturarak çözüm ortaya çıkar mı?”

Asimilasyon değil entegrasyon

Öcalan Manifesto’da entegrasyonla ilgili şöyle diyor:

“Ulus devlet şu an asimilasyon uyguluyor. Bazıları entegrasyonu asimilasyon olarak anlamak isteyebilir, ama biz de tam tersine asimilasyona karşı direneceğiz. Entegrasyon, asimilasyonun tersidir. Demokratik müzakereyi gerektirir, başka türlü olmaz. ‘Devlet güçlüdür, devlet her şeyi dayatır, baskıyla uygular’ yaklaşımı kabul edilemez. Bütün bunlar faşist yaklaşımlardır. Hepsi reddedilmek durumundadır. Yapılması gereken demokratik müzakere ile demokratik toplumun ulus devlete entegrasyonudur.”

Öcalan mayıs sonundaki görüşmede de Suriye’den hareketle benzer şeyleri söylüyor:

“Suriye için ordu komutanı ve diğer mevkilerde de bizden yer alacak olanlar olur. Entegrasyon budur. Sağlıklı birleşme yani bütünleşme olur. Asimilasyon değildir. Diğeri ayrılıkçılık olur. İki devlet de tokuşur çatışır. Biz entegrasyon diyoruz, ideal olan odur. Entegre olmak içinde erimek değildir. Ama içini doğru dolduralım. Asimilasyon değil, tam tersidir. Ne asimilasyon ne de devlet, biz entegrasyonu esas alırız. Birlikte yaşama demokrasi konusunda İngilizler buna örnek. Filistinliler iki devletli çözüm dedi. Şimdi Filistinlilere toprak kalmadı.”

Kafa karıştıran hususlar

Peki Öcalan’ın demokratik entegrasyon projesi Kürtlerin yaşadığı dört ülkede nasıl ve ne ölçüde hayata geçirilebilir? Bu noktada çok sayıda kafa karıştıran nokta var. Bunlardan bazılarını sıralayalım:

Bu ülkelerin hiçbirinde Kürtler nüfus olarak çoğunlukta değil, dolayısıyla bu ülkelerde çoğunlu oluşturan kesimlerin Kürtlerin “demokratik entegrasyon” talebine olumlu cevap vermesi, bunu teşvik etmesi ve mümkün kılması gerekiyor.

Suriye’de ortada bir devlet yok, Irak devleti de ABD işgalinden bu yana tam olarak yeniden yapılanamadı, İran’daysa rejim İsrail ve ABD’nin tehdidi altında. Kürtler isteseler de hangi devlete, nasıl entegre olabilecekler?

Türkiye dahil bu dört ülkede de demokrasi yok. Demokrasinin olmadığı ülkelerde Kürtlerin “demokratik entegrasyon” talebi ne derece gerçekçi?

Nihayet bu ülkelerin hepsinin yakın tarihinde Kürtlerin uğradığı ve egemen güçler tarafından layıkıyla yüzleşilmeyen mağduriyetler var. Diğer bir deyişle karşılıklı güven sorunu söz sonusu.

Bu noktada Öcalan’ın mayıs sonundaki görüşmeden şöyle dediğini hatırlatalım:

“Türkiye bazı siyasetçilere güveniyor, ben de devlete güveniyorum. Devletle bütünleşmekten bahsediyorum, iktidarla değil. Cumhuriyet iktidar değildir. ‘Devlet ile anlaştım’ demiyorum ama önemli bir düzeye geldi.”

Ve yazıyı Öcalan’ın aynı görüşmedeki şu sözüyle bitirelim:

“Ben ulus devletçi değilim ama demokratik ulusçuyum.”