2017’de yapılan “atı alan Üsküdar’ı geçer” referandumunda kabul edilen Anayasa değişikliğiyle hayatımıza giren Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi tam anlamıyla tıkandı. Üstelik bu tıkanıklık artık AK Parti mahallesinde daha çok konuşuluyor. Duyduğum önemli tespitlerin bir bölümünü bugün sizinle de paylaşmak istiyorum:
En önemlisi, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan yetkilerini istese de paylaşamıyor.
Her gün yüzlerce konuda binlerce imza atmak zorunda kalıyor.
Bakanlar ile Genel Müdür Yardımcılarına kadar olan bürokratlar Erdoğan’ın tek imzasıyla atandığından eşitlenmiş durumda. Bir Genel Müdür Yardımcısı “ikimizi de Cumhurbaşkanı atadı” bakış açısıyla emrinde çalıştığı bakana kafa tutabiliyor.
Fahrettin Altun’un İletişim Başkanlığı döneminde lider kültü yaratmak için bakan, bürokrat ve parti yetkililerinin konuşmalarına serpiştirdiği “Sayın Cumhurbaşkanımızın himayelerinde”, “Sayın Cumhurbaşkanımızın tensipleriyle”, “Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatlarıyla” gibi cümleler doğal ortamında hayat buldu ve bakanlar orman yangınlarına müdahale konusunda konuşurken dahi “Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatıyla” demeye başladı.
Gerçekten de memlekette hiçbir kritik karar “yukarıya sorulmadan” alınamıyor. Bu da Cumhurbaşkanı’nın iş yükünü aşırı derecede artırıyor.
***
Bakanlar, kendilerine ayrılan dar alanlarda yaptıkları kısa paslaşmalar dışında özgürce hareket edemiyor.
Örneğin, Milli Eğitim Bakanı laik eğitimle boğuşmanın, cemaat ve Tarikatların desteğini almanın her zaman işe yaradığını düşünerek o alanda top koşturuyor. Eğitimin gerçek sorunlarını çözecek adımlar konusunda inisiyatif alamıyor.
Örneğin, Hazine ve Maliye Bakanı vatandaştan para toplamanın her daim geçerli hamle olduğunu düşünerek sadece vergi salma konusunda kendisini özgür hissediyor. Faiz oranları belirlenirken, döviz kurlarına müdahale ederken hep “yukarıya soralım” deniliyor.
Örneğin, Dışişleri Bakanı Suriye ve Irak başta olmak üzere bazı Arap ülkeleriyle ve Rusya’yla özgür bir alan ayarlamış. Orada top çevirip duruyor. Türkiye’nin Avrupa Birliği ve ABD ile ilişkileri hep istikrarsız. Antidemokratik uygulamaların, otoriterleşmenin Türkiye’yi kendi kabuğuna kapattığını, ülkemizi yalnızlaştırdığını çok iyi biliyor ama Cumhurbaşkanı’nın tepkisinden çekindiği için demokratikleşme ve Batıyla ilişkileri normalleştirme konusunda ısrarcı olamıyor.
Örneğin, Çevre ve Şehircilik Bakanı ile Ulaştırma Bakanı inşaat ve ulaştırma projeleri konusunda şantiye şefi olmanın ötesine geçemiyorlar. Cumhurbaşkanı’nın onayını almadan adım dahi atamıyorlar. Milyarlık ihalelerin hangi müteahhitlere verileceğine hep aynı merkez karar veriyor.
Örneğin Savunma Bakanı Harp Okulunda yetişmiş en parlak subaylara sahip çıkacak cesareti dahi gösteremiyor. Terörsüz Türkiye konusunda en önemli taraflardan biri olmasına karşın süreçte neredeyse yok sayılıyor.
Enerji Bakanı, Sanayi Bakanı, Ticaret Bakanı, Tarım Bakanı, Aile Bakanı, Çalışma Bakanı ve hatırlayamadığım diğer bakanlıklarda da durum farklı değil.
***
Yeni sistemin hayati bir sorunu daha var:
İktidarın siyasi kanadının esamesi okunmuyor. Her zaman sahada olmaları ve millete hesap vermesi gereken Milletvekilleri, bırakın bakanları, bakan yardımcılarına, genel müdürlere, hatta il müdürlerine dahi söz geçiremiyor. Söz geçirmek bir yana, ulaşamıyorlar dahi...
Haliyle milletin kendilerine ilettiği sorunları çözemiyor, talepleri yerine getiremiyorlar (“Tasarruf tedbirleri” gerekçesiyle atık su projeleri, köy yolları dahi yapılmıyor). Belediyelerin kaybedilmesiyle istihdam ve ihale pastası da küçüldüğünden seçmene iş bulmakta dahi zorlanıyorlar. En son bir AK Partili kendi çocuğu mülakatta mağdur edildi diye isyan etti.
***
Millet, yeni hükümet sistemiyle ilişkili olduğunu henüz anlamasa da ekonomik kriz bu sistem ve kötü yönetim nedeniyle derinleşiyor. Hayat pahalılığı, yüksek enflasyon, yüksek faiz, yüksek kur sarmalı kronikleşiyor. Dış kaynak gelmediğinden, pahalılık ve maliyetler nedeniyle turizm ve sanayi küçüldüğünden Mehmet Şimşek’in milletin cebini boşaltmak dışında hiçbir seçeneği kalmıyor.
İktidar ekonomide patinaj yapıp durdukça milletin yaşadığı yoksulluk derinleşiyor.
Denetimsizlik ve yargının siyasallaşmasıyla açılan alan sayesinde artan yolsuzluklara ve otoriterleşmenin getirdiği yasaklara girmiyorum dahi.
***
Evet sonuç itibariyle Türkiye’nin yeni hükümet sistemi tıkandı ve ülkemizin yeni bir Anayasa’ya ve barışa da çok ihtiyacı var.
Ancak anayasa değişikliğinin özünü demokratik, güçlü bir parlamenter sisteme geçiş oluşturmalıdır.
Bu arada şunu da unutmamak lazım: Kişiler (parti liderleri, kurucu liderler vs.) savaş konusunda tek başlarına karar alabilirler, savaş başlatabilirler ama barışı tek başlarına getiremezler.
Türkiye’nin ihtiyacı olan barışın gelip gelmeyeceğinin 26 yıldır bir cezaevi hücresinde tutulan Abdullah Öcalan’ın ruh haline göre belli olması ne derece sağlıklı sizce?