Hayat da siyaset de diplomasi de iyi dilek ve temennilerimiz kadar kolay değil. Mesela, Suriye’de olup bitenler bir ülkenin istikrarının beş dakikada kolaylıkla sağlanamayacağının açık bir delilidir. 10 yılı aşkın bir süre iç savaş yaşayan, ne kadar etnik grup varsa hepsinin kana bulanmış acısının olduğu; dolayısıyla hiçbirinin kendisini güvende hissedemeyeceği bir ülkede istikrar daha da zordur. Suriye bunu başarırsa, bütün grupları bir arada yaşatabilirse dünya tarihine örnek olur. O kadar zor görev...
Sünnilerle Dürziler arasında kanlı şekilde yaşanan son olaylar ise başarının imkansızlığının değilse de zorluğunun bir işaretidir. İstikrar mümkün ama zor ve meşakkatli olacak.
En azından zemin var…
Yeni Suriye yönetimi ABD, İngiltere, Avrupa, Türkiye, Suudi Arabistan ve bütün Körfez ülkelerinin desteğiyle yola çıktı. Ambargolar hızla kaldırıldı, henüz güçlü olmasa da ekonomik destek gelmeye başladı. Maaşlar ödeniyor ve Esad döneminde dağılmış kurumların ayağa kaldırılması süreci başladı. Yeni yönetim bütün dünyadan ciddi bir sempati kazanmış durumda. Destekçi devletlerin hepsi de ülkede istikrarın tesis edilmesinden yana ortak bir tutuma sahip.
Ayrıca, ülkenin başında büyük halk çoğunluğuna sahip Ahmet Şara gibi bir lider var. Herşeyi kontrol edebildiği söylenemez ama yatıştırıcı olmaya çalışıyor. Patlaması sadece bir kıvılcıma bakan bir sürü barut fıçısının dağınık olarak bulunduğu ülkede kontrol zorluğu aşikardır. Ayrıca, İsrail’in bitmek tükenmek bilmeyen saldırıları, işgal hamleleri ve son olayda görüldüğü gibi müdahale için fırsat kollayan tutumu da ağrı bir risktir.
Etnik grupların çatışma potansiyeli problem, İsrail’in bu potansiyeli manipüle etme imkanı da en az bunun kadar başka bir problem. Şara yönetiminin İsrail karşısında eylemsiz ve etkisiz kalması ise başlıbaşına büyük bir problem. İsrail sadece birkaç ayda, ülkede var olan etnik, dinsel ve mezhebi ayrışmaya ilaveten Suriye’nin karşı karşıya bulunduğu en büyük tehdit haline geldi. Tek başına İsrail, yukarıda sayılan bütün ülkelerin çabasına rağmen Suriye’yi istikrarsız tutabilme imkanına sahip görünüyor. İmkanlarını da pervasızca kullanıyor.
Gelelim Türkiye’ye… Esad gidip Şara geldiği günlerde içeride esen zafer havasının soğukkanlılıktan ne kadar uzak olduğunu şimdi anlıyoruz. Bir devlete abilik veya patronluk yapmak sanıldığı kadar kolay değildir. Türkiye, Suriye için önemlidir ve Şara yönetimi üzerinde de nüfuzu vardır. Bu açıktır. Ama bunun sınırları olduğu da açıktır. Kanlı çatışmalar patlak verdiğinde bu sınırları görüyoruz. Müdahale mümkün değil ve başta ABD olmak üzere bazı ülkeler bu konuda doğal bir güce sahiptir.
Öte yandan, Türkiye’nin Suriye’de güç sahibi olması bir imkandır, bunun devam etmesi gerektiği de tartışılamaz. Suriye yönetimini destekleyen ülkeler arasında bu ülkeyle ciddi dosyaları olan tek ülke Türkiye’dir. En uzun sınırımız bu ülkeyle ve ciddi bir mülteci konumuz var. Son dönemde çözüm sürecinin aktif hale gelmesiyle birlikte YPG meselesini yakından takip etmek de yeniden önem kazandı. Suriye şu anda, içeride yürütmekte olduğumuz çözüm sürecinin Irak’tan bile daha önemli parçasıdır. Elbette Suriye yönetimi için de YPG meselesinin alacağı istikamet diğer bütün etnik gruplardan daha önemlidir. Tam bir karşılıklı ilişki mecburiyeti içindeyiz.
Dolayısıyla, Suriye’ye faydamız olsun istiyorsak ve fayda umuyorsak hamasi iddialardan uzak durmamız isabetli olur. Böylesi aktif olmamızın önünde bir engel değildir. Bilakis, hamaset yerine akıl ve sağduyu ile yaklaşmak daha kalıcı ve etkili siyasetin garantisidir. Uzun ömürlü güvene dayalı ilişki için de gereklidir.