“Cumhurbaşkanı Erdoğan cumartesi günü tarihi bir konuşma yapacak” denilmişti, o konuşma Ak Parti’nin Kızılcahamam’daki 32. İstişare toplantısında yapıldı.
Konuşma, terör örgütünün “silâhları bırakma – yakma” gösterisinin peşinden geldi.
-Erdoğan konuşmasında öncelikle kitlelerin, kuşkularını gidermeyi öne aldı. Yapılanların Türkiye’ye yönelik hiçbir olumsuzluk taşımadığını vurguladı. “Öncelikle milliyetçiliği bilinen MHP’den bu beklenmez, bizden bu beklenmez” dedi.
-Erdoğan konuşmasında 1984 Eruh Baskınından bu yana terör örgütünün saldırıları ile 10 bini aşkın güvenlik görevlisinin şehit düştüğünü, 50 bini aşkın vatandaşın hayatını kaybettiğini belirtti. Acaba şu an terör örgütü ile gelinen süreç, şehitlerin ruhunu taciz eder miydi? Geride kalan anneler, babalar, eşler, kardeşlerin yüreği sancılanmaz mıydı? Erdoğan “Annelerin – babaların ellerinden öpüyorum” dedi, barış sürecinin başka annelerin yüreğinin yanmasını önleyeceğini ifade ederek oradaki sıkıntılı durumu gidermeye çalıştı.
-Erdoğan’ın konuşmasında ikinci ayak, sürece tepki gösterenlere yönelik suçlamaydı. Bunları “istismar” olarak niteledi ve “Sahte kahramanlar” diye suçladı. Hedef öncelikle İyi Parti ve sert üslubuyla Müsavat Dervişoğlu olmalıydı. Anlaşıldığına göre önümüzdeki süreçte Erdoğan ve Bahçeli, Müsavat Dervişoğlu’nun “milliyetçi söylemi”nin etkisini kırmak için çaba sarf edecekler.
Şu an şehit aileleri dünyasında burukluk, sessizlik, sürece yönelik kaygı bulunduğu gözleniyor. Ancak belli ki hakim medya alanı, onların kaygılarını kamuoyuna taşımak gibi bir tavrın içinde olmaz. Zaman örgütle barışın kitlelerce kabullenilmesini sağlama zamanı.
-Konuşmanın bir diğer ve ağırlıklı boyutu “Türk – Kürt – Arap” üçlemesine yönelik vurgu idi. Türkler’in Talas Savaşından sonra “İslâm’la müşerref olması”nın peşinden gelen süreçte Türkler, Araplar, Kürtler, Malazgirt gibi, Kudüs’ün fethi gibi, Moğol istilâsına karşı İslâm coğrafyasını savunmak gibi… Çanakkale gibi, Milli Mücadele gibi zor zamanlarda yan yana durduklarında herkes için hayırlı sonuçlar alınmıştı. Erdoğan bunu, üstelik Türkiye sınırları ötesinde… Irak ve Suriye’yi kapsayacak biçimde o kadar vurguladı ki, önümüzdeki süreçte, böylesine bir perspektifle hareket edileceği sonucunu okumak tabii olacaktır.
Bir süredir kullanımda olan “Terörsüz Türkiye – Terörsüz bölge” söylemi de Ankara’nın yeni perspektifi olarak okunabilir. Erdoğan’ın konuşmasından Irak merkezi yönetimi, Irak Kürt yönetimi, Suriye yönetimi ile ilişkileri de Türk – Arap – Kürt denklemi içinde gördüğünü anlayabiliyoruz. Musul, Kerkük, Halep, Şam… Diyarbakır, İstanbul, Ankara… Bir ara “Türkiye Kürtlerle büyür” ifadesi vardı, şimdi “Türkiye Kürtler ve Araplarla büyür” gibi bir söyleme doğru ilerliyoruz. Bu söylem “Türkiye İmparatorluğu” ya da bir araya devreye girip sonra tepkiler gelince “öyle bir şey yok” diye reddedilen “Neo-Osmanlı” tartışmalarını yeniden başlatır mı, iyi düşünmek lâzım.
Erdoğan ayrışmaların herkes için zaaf oluşturduğunun da bu çerçevede altını çizdi. Gazze’de yaşanan facia o zaafın eseri idi.
Türk – Arap – Kürt… Bunu bundan sonra Erdoğan’dan çok işiteceğimiz anlaşılıyor. “Tek millet, Tek Devlet, Tek Vatan, tek Bayrak …. “ diye başlayan söylemin yerini “Türk – Kürt – Arap birlikteliği” alabilir. Erdoğan’a göre süreç yeniden o birlikteliği sağlamaya dönük ilerleyecek.
-Erdoğan, sürecin Cumhur İttifakı’nın iki bileşeni, Ak Parti ve MHP ile DEM üçlüsünün inisiyatifi ile sürdürüleceğinin de altını çizdi. Erdoğan’a göre Meclis’te oluşturulacak komisyonda da bu “Üçlü”nün birlikteliği öne çıkacaktı. Erdoğan’ın sözleri, DEM’in “Cumhur İttifakı’nın üçüncü ortağı” mı olduğu değerlendirmelerine yol açtı. Erdoğan iki defa bu ifadeleri tekrarlamasına rağmen, komisyonda mesela Ana Muhalefet Partisi’nin ve diğer partilerin adından söz etmedi. Oysa komisyon teklifini ilk gündeme getiren Bahçeli, bütün partilerin katkısının gerekliliğini ifade etmişti.
Aslında sürece paydaş olan DEM sözcüleri de ısrarla ana muhalefetin süreç içindeki rolünün altını çizdiler. Ayrıca DEM üçüncü paydaş rolünü benimsemediğini seslendirdi.
Ancak Erdoğan’ın duruşu farklı.
-Erdoğan ile Ana Muhalefet arasında bir gerilim var, bu açık. Şu sıralar DEM’in koruma – kollama alanında olmasına mukabil ana muhalefet dünlerde DEM’e karşı yürütülen şeytanlaştırmaya eş bir şeytanlaştırmaya maruz durumda.
Erdoğan’ın konuşmasında DEM açıkça “şefkat” alanına alınmış durumda. Acaba Erdoğan “Süreç ana muhalefete rağmen ilerler” diye mi düşünüyor yoksa “DEM ile süreç ötesi işbirliği” hesaplarına bu tavrın daha uygun düşeceğini mi hesap ediyor, sorular?
-Erdoğan’ın konuşmasında bir yerde “Sünni – Alevi” konusu da geçti. Belli ki iktidarın aklında henüz çözümlenmemiş bir sorun alanı olarak “Alevilik” konusu var. “Diyalogla çözüm” sinyali de var konuşmada. Bakalım o alanda nasıl bir “Süreç” devreye sokulacak?
Erdoğan’ın Ak Partililerce defalarca ayakta alkışlanan konuşmasını dinlerken eminim pek çok kanaat önderinin zihninden CHP’li belediyeler ve daha da kökten tüm CHP’ye karşı yürütülen “yargı operasyonları”nın “Terörsüz Türkiye”nin neresine oturduğu sorusu da geçmiştir.
Ama kendi önceliklerini gündeme taşırken mücadele ettiği alanlardaki sızlanmaları dinlemek Tayyip Erdoğan’ın siyaset yöntemi değildir. Özgür Özel’e “Hadi normalleşelim” dediği günler taa 31 Mart sonrası gibi günlerde kalmıştır.