Kim kazanacak, kim kaybedecek?

Hangi soruyla başladığınız çok önemli. “Kim kazanacak?” diye sorduğunuz zaman tarafların avantajlarını karşılaştırıyorsunuz; “kim kaybedecek?” dediğiniz zaman zayıf noktalarını. Doğrusu ikisini birden, tarafların kurguladıkları oyun planlarına bağlı kalarak yapmak. Kartlar açık oynanıyor, taraflar karşısındakinin elinde-zihninde ne var biliyor. Sadece oyun kurucular değil, işinde-gücünde sade vatandaşlar bile çatışmanın nereye evrileceğini kestirebiliyor. Bu sürükleyici senaryoda, bilindik klişelerin tamamı ezberimizde. Yöneten güç, yani Saray herkese açık siyasî sahnede, gündüz vakti herkesin gözü önünde Türkiye’yi seri hamlelerle otoriter bir rejime sürüklerken, karşı taraf “elini gördüm ve yükselttim” diyerek direniyor. Böylece siyasî kriz, bir tarafın pes ettirme iradesi devam ettiği, diğer taraf da direndiği sürece tırmanacak.

Varsayımları ve ihtimalleri gözden geçirelim. Önce kazanacak veya kaybedecek olanın kim olduğunu, yani aktörleri resmedelim.

Kim?

Krizi veya çatışmayı başlatan ve tırmandıran Erdoğan. İkirciksiz bir şekilde yerleşen kanaat, halk desteği azalan Erdoğan’ın elindeki araçları zorlayarak tek potansiyel rakibi CHP’yi teslim almak üzere seri operasyonlara giriştiği yolunda. İktidar sahibi elindeki güce tutunarak yerine göz dikenleri tasfiye ediyor.

Türkiye’yi kilitleyen ve siyasî-ekonomik istikrarı tehdit eden, “ben gitmem krizi” şeklinde algılandı.

Erdoğan karizmatik bir lider. Popülaritesi ve arkasındaki halk desteği partisinin imajının çok üzerinde. 23 senelik iktidarının bilhassa ikinci yarısında devlet gücünün caydırıcı araçları tek başına onun tekeline girdi. Kimseyle tartışmıyor, müzakere etmiyor sadece karar veriyor ve verdiği emir uygulanıyor.

CHP ise, genel başkanı Özgür Özel’i, cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu, Ankara başta olmak üzere halkta canlı karşılığı olan belediye başkanları, hatta parti içi hizipleri ve tabii Kılıçdaroğlu ile birlikte bir müessese. Bu karşılaştırma çok önemli. “Halk kahramanı” kabul edilen bu yığınla popüler ismin bir tanesinin bile AK Parti’de muadili yok.

Erdoğan “Elhamdülillah dimdik ayaktayız. Emri hak vaki olana kadar da yine burada olacağız” diyerek, devr-i iktidarına bir ömür biçti. Allah uzun ömür versin, lakin bu sözün siyasî rekabette kitlesel ve kritik bir karşılığı var. Tek kişinin karizması ile ayakta duran bir iktidar, “emr-i hak”tan sonra çözülüp dağılınca, geride kalanlar ne yapacak? Zamanla bir çıkar şebekesine dönen AK Parti bağlıları, CHP’nin bilenmesini, öfkeyle dolup taşmasını yakından gözlüyor. CHP’nin müstakbel iktidarında başlarına neler gelecek? Devr-i Sabık’ın buldozerleri üzerlerinden nasıl geçecek? O yüzden topa girmiyorlar, hatta ince bir fırsat yakaladıklarında, sağda-solda CHP’ye yapılanlar için “bu kadar da olmaz” itirazlarını dile getiriyorlar.

“Kim?” sorusunu cevabı böyle: Erdoğan tek başına, yapayalnız; karşısında dayanışmaya zorladığı koskoca bir CHP geleneği, örgütü ve yerleri kolayca doldurulacak yeni seçkinleri var.

Olmayanları da ekleyelim. İktidar kanadında MHP, bu operasyonların içinde değil. Zaman zaman hukuk ve adaleti vurgulayan mesajlarla, bazı nispî itirazlarda bile bulunuyor. Muhalefet cephesi, CHP dışında bir kalemde silindi. Zafer Partisi gibi marjinal bir parti bile kendini CHP’ye destek vermek zorunda hissediyor.

“Ben gitmem” krizi, yeni bir saflaşma ve kutuplaşma oluşturdu. Siyasî yelpazenin kendi içindeki dengeleri, CHP ağırlığı ile yeniden şekillendi. CHP bu sahnede köklerini derinlere salıyor, hiçbir şekilde ulaşamadığı alanlara uzanıyor. Partiler yelpazesinde açıkça bir CHP hegemonyası kuruluyor.

Özel ve Erdoğan

Özel ve Erdoğan: Kim kazanacak?

İhtimaller

İki taraf karşılıklı birbirini çok iyi anlıyor ve açık bir diyalog yürütüyor.

Erdoğan CHP’nin yükselen halk desteğinden, bilhassa bu desteğin miting alanlarında somutlaşmasından çok rahatsız. “Ankara’da siyaset yap” çağrısı, CHP’nin sahaya sürdüğü gücün Saray tarafından tescil edilmesi anlamına geliyor. CHP, kendisini selamete ulaştıracak önemli bir kanal açtı, sürekli bu kanalı genişletiyor.

CHP’lilerin tutuklandığı ve mitinglerin tam gaz devam ettiği kriz nereye kadar tırmanabilir?

Türkiye’yi derin bir siyasî kaosun içine sokacak kadar ilerleyebilir. Bir tarafın vazgeçmesi lâzım.

Hangi taraf? Tabii ki krizi çıkartıp yöneten ve tırmandıran taraf. CHP, pes etmez, edemez. Böyle bir müessese yara alabilir, ama devrilmez. Pes eden siyasete veda eder, yerleri yeni cengaverler tarafından doldurulur.

Erdoğan ile Özgür Özel arasında “sokak gösterileri” etrafında iki tarafın da çok iyi anladığı bir diyalog, polemik şeklinde devam ediyor. Özgür Özel sokak polemiği için, “daha dur, sokak henüz başlamadı” tehdidinde bulunuyor. Tutuklamalar yaygınlaşırsa direnç artar. Yaygın sokak gösterileri şiddete yönelirse bu sefer OHAL ilan edilir. OHAL’in ilan edildiği gün muhalefet tartıdan düşer, Türkiye açık faşist bir yönetime geçmiş olur.

“Niyet, CHP’yi tahrik edip OHAL ilan etmek” sonucuna ulaşmak için acele etmeyin. Bu senaryonun bedeli çok ama çok ağır olur. Şu anda gerilimi tırmandırmaktan iki tarafın da kazancı var, yoksa pes etmiş olacaklar. Ancak sorumluluk Saray’da. Gerilim o tarafın eseri ve bu krizden kaos çıkarsa, ahlâkî üstünlüğü bütünüyle kaybetmiş olur. Temelin altındaki toprağı kazmak gibi binayı yıkacak meşruiyet sorunu, AK Parti iktidarı için giderek büyüyor.

Kim kazanacak?

Otoriterleşerek “Terörsüz Türkiye” mümkün mü?

“Ben gitmem krizi”nin tarafların iradelerini ve hesaplarını aşan apayrı bir sorun ile etkileşime girmesi lâzım. Bir tarafta Türkiye otoriterleşecek, yağmur, çamur fırtına ile boğuşacak, öbür tarafta Kürt sorununun çözümü için demokrasi ve hukuk üretecek. Bu ikisi bir arada imkânsız.

PKK’nın silah bırakmasına ve kendisini feshetmesine aldanmayın. Bunlar mâlûmun ilâmı, asıl sorun Kürtlerle kader birliği ederek gireceğimiz yeni yüzyılın temel taşlarını döşemek. Bu konuda önümüz bütünüyle açık ama atılmış tek bir adım bile yok. DEM’in ve Kürt siyasetinin iyimserliği her şeyin mümkün olacağı umutların varlığından.

Türkiye’nin bütün kişisel rekabetleri, iktidar oyunlarını ezip geçen, hem devlet hem millet için bu hayatî beka sorununu önümüzde giderek tırmanan kriz ortamında çözemezsiniz. Daha ötesi otoriterleşemezsiniz. İktidar için otoriterleşmek, Kürtler için demokratikleşmek gibi iki zıt istikameti birleştirmek imkânsız. Birbirine bağlı ama iki farklı istikamete koşan atlarla her iki hedef için de büyük felaketler yaşarsınız.

Siyasî süreçlerin temel dinamiği ihtiyaçlardır. Ekonomiden bahsetmedik bile. Bu kadar ağır sorunların ortasında saray entrikası ile güç savaşlarının galibi belirlenmez. Halkın ihtiyaçlarını, taleplerini ve beklentilerini takip ederek sonucu kestirebilirsiniz.

Kimin kazandığı, kimin kaybettiği belli.

Hikâye hep şöyle biter: Uzun bir savaşın sonunda ordusu yenilen kralın sadık şövalyeleri çarpışmaya devam ederler.