Yenilikçiler, Cumhuriyet Halk Partisi’nin ağır yükünü kaldıramadılar

Cumhuriyet Halk Partisi’nde belediyelere dair yolsuzluk soruşturmalarına karşı ilginç bir tutum ortaya çıktı: Parti idaresi, işin özünü irdelemek yerine tutuklu yargılanma meselesini merkeze aldı. Başkanların sabahın erken saatlerinde evlerinden alınıp karakola götürülmeleri, birinci derecede Özgür Özel’in öfkesini çeken konu oldu. CHP yönetimi, ısrarla konunun özünden kaçmaya devam ediyor.

CHP, tabiatı gereği kendi geleneği içinde akıp giden bir partiydi. Ana muhalefet sıfatıyla iktidara karşı sert söylemlerinin olması doğaldır. Kılıçdaroğlu devrinde bu sert muhalefeti tek başına CHP yapmadı; ittifak halinde olan Altılı Masa’nın her bir bileşeni radikal düzeyde bir söylem kullandı.

Bugün geldiğimiz noktada CHP, kendi doğal seyrinden sapmış görünüyor. Yenilikçiler, partinin genetiğiyle oynadılar. Önce İstanbul, ardından büyük kurultayda delegelerin iradesi satın alınarak parti iradesine el koydular. Evangelistler nasıl ki Tanrı’yı kıyamete zorladılarsa, yenilikçi ekip de CHP’yi kıyamete zorladı.

CHP, çok katmanlı, çok renkli, iç içe geçmiş dengeleri olan, “çok sayıda grup ve hizbin” bulunduğu bir kuruluştur. Doğal dokusuna el uzatıp genetiğini bozduğunuz zaman, onu tekrar normalleştirmek yıllar alır.

Şimdiye dek CHP’de her kurultayda ya gelenekçiler ya diğer rakipler kazanır ve parti yoluna devam ederdi. Ancak İmamoğlu ile yoldaşlarının sabırsız tavrı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi hazinelerinden güç alarak partiyi yeniden dizayn etti. Bu müdahale, ilk olarak İstanbul kurultayında patlak verdi. Orada, Kılıçdaroğlu yanlısı bir isim, delegelerin “parayla satın alındığını” söyleyerek isyan etti.

Bir yıl sonra kaybeden taraf, Lütfü Savaş öncülüğünde mahkemeye başvurdu; kurultayda şaibe olduğunu ileri sürdü. Partinin muteber ismi Akif Hamzaçebi de şaibeli kurultay iddialarına genel merkezin namuslu bir şekilde cevap vermesi gerektiğini dillendirdi. Söz açık, tepki netti.

Eski bir deyim vardır: “Deveyi yardan uçuran bir tutam ottur.” İmamoğlu, belediyeye yoğunlaşıp orada bir hizmet ve siyaset başarısı gösterseydi, bir gün CHP Genel Başkanı olabilir, hatta Cumhurbaşkanlığı adaylığı yolu açılabilirdi. Fakat o, “tabii yol”u bırakıp “anormal” yöntemlere yöneldi, CHP’yi adeta mafya tarzı bir düzene sürükledi.

Kılıçdaroğlu ve çevresinin tasfiyesi, partide Alevilerin tasfiyesi olarak algılandı. Bu, sert bir darbenin karşı darbeye hazırlığına imkân teşkil etti. İmamoğlu ve yoldaşları, hukuk sürecini hissettiklerinde İstanbul Başsavcısı’na ve yargı sistemine açık bir meydan okumada bulundular; Cumhurbaşkanlığı adaylığı meselesini yargı süreçlerini engellemek için bir siyasi koz olarak kullandılar. Bugün yargılanan herkesin itirafçı olduğu bir mahkeme sürecinin nasıl seyredeceği merak ediliyor.

CHP, İmamoğlu’nun kariyer hesapları ile uğraşırken bir partiyi iktidar yapan milletin gerçek gündemi olan kalkınma, dış politika, üretim projeleri, ekonomi, tarım vs. bir yana bırakıldı. CHP, siyasi ortaklık yaptığı, ülke ve DEM Partisi için hayati bir konu olan “terörsüz Türkiye” meselesine dahi kulak tıkadı.

Bugün CHP’ye yöneltilen soruşturmaların esas merkezi, tutuklu-tutuksuz yargılanma tartışmasından öte; parti içinde hiçbir denetim ve soruşturma mekanizmasının işlemediğinin ortaya çıkması oldu. CHP’de ufak bir yolsuzluk söylentisi bile çıkınca, hizipler arasındaki çekişme mutlaka genel merkeze iletilirdi. Fakat bugün yargı süreci yaşanırken, CHP hiçbir belediyesine iç soruşturma açmadı. Düzgün işleyen bir parti içi düzen olsaydı, belki yargıya gitmeden birçok şey çözümlenirdi.

Şunu gözlemleyebiliriz: CHP’yi yönetmeye soyunan yenilikçi ekip; siyasi odak noktasını yitirdi ve siyasi önceliklerini belirleyemedi. İmamoğlu’nun yalnızca kendi kariyerine yoğunlaşması, partinin ağır yüküyle başa çıkmasını imkânsız kıldı. CHP kadar köklü ve gelenekleri olan bir partiyi siyasetin doğal mecrasının dışına sürüklemek, en ağır bedelleri partinin gerçek partililerinden oluşan CHP orta sınıfına ödetecektir.

Bir Cumhuriyet Halk Partili, “Biz bu sağcı müteahhit kültürüyle yeni karşılaştık. Bu bizim baş edeceğimiz bir yapı değil; oturup başımıza gelenleri seyredeceğiz,” demişti.