Fıkra gibi ülke ama gel de gül!

Fatih Altaylı’nın sözleri doğrudan Cumhurbaşkanı’na yönelik olmadığı gibi somut bir tehdit ifadesi de yok. Ancak savcının öylesine söylenmiş bir sözü bile “tehdit” diye tanımlamakla yetinmeyip, işi “fiili saldırı” düzeyine kadar vardırması, niyetin ne olduğunu da gösteriyordu

fatih altaylı

Türkiye’de yeteri kadar beklerseniz, bütün fıkraların ve karikatürlerin gerçek olduğunu görebilirsiniz.

Bu görüşümü daha önce de değişik vesilelerle yazmıştım.

Öyle görünüyor ki nasıl Sun Tzu’nun “Bir nehrin kıyısında yeterince beklersen düşmanlarının cesedi yüzerek önünden geçer” özdeyişi, aradan yüzyıllar geçtikten sonra da hatırlanıyorsa bu söz sayesinde ben de tarihe geçeceğim.

 

Önce bu haftanın gerçek olan fıkrasını anlatayım:

Adam, kahvede yan masada oturan Temel’e “Hava bulutlanıyor, yağmur yağacak” demiş. Temel de elindeki şişeyi adamın kafasına geçirince soluğu kadının karşısında almış.

“Niye vurdun bu adama?” sorusunu “Bana ördek dedi” diye yanıtlayınca adam itiraz etmiş: “Hayır, demedim.”

“Dedi” diye anlatmış Temel. “Hava bulutlanınca ne olur? Yağmur yağar. Yağmur yağınca ne olur? Gölet oluşur. Gölette ne yüzer? Ördek! Bu adam bana ördek dedi.”

Fatih Altaylı’nın soluğu “Cumhurbaşkanı’nı tehdit” suçlamasıyla nezarette alması ile “hava bulutlandı” diyen adamın kendisini hastanede bulması arasında bir fark yok.

Fatih Altaylı, Cumhurbaşkanı’nın uzun süre iktidarda kalma hevesini eleştirmiş, sözlerinin devamında verdiği örneklerle bu açıklamaları bir arada yorumlanmış…

Cumhurbaşkanı’nın son günlerde göze girmek için kendini paralayan danışmanı devreye girince savcı da geri durmamış tabii…

Savcı, Altaylı’nın Cumhurbaşkanı’nı tehditle yetinmediğini, “Cumhurbaşkanı’na fiili saldırı” suçunu da işlediğini iddia ediyor, ki Altaylı’yı bir süreliğine hapiste tutabilmeleri mümkün olsun.

Savcının öylesine söylenmiş bir sözü bile “tehdit” diye tanımlamakla yetinmeyip, işi “fili saldırı” düzeyine kadar vardırması, niyetin ne olduğunu da gösteriyordu. Nitekim Altaylı için tutuklama kararı verildi.

“Tehdit” suçunun oluşabilmesi için TCK’ya göre “bir başkasını, kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden bahsetmek” gerekiyor.

Altaylı’nın sözlerinden böyle bir sonuca varmak çok zor.

Çünkü sözleri zaten doğrudan Cumhurbaşkanı’na yönelik olmadığı gibi somut bir tehdit ifadesi de yok.

Savcılığın iddiasına göre Altaylı, “tehdit” içeren sözleri nedeniyle “Cumhurbaşkanına fiili saldırıda” bulunmuş! Fiili saldırı kavramıyla daha önce hiç karşılaşılmamış gibi…

Tabii artık Cumhurbaşkanı’nı eleştirmek, fiili saldırı sayılmıyorsa!

Bu noktada da bir başka fıkraya ulaşıyoruz: Kuzuyu yemeyi kafasına koyan kurdun, derenin alt tarafındaki kuzuyu, derenin suyunu bulandırmakla suçladığı fıkraya!

Ve hayır, bu fıkrayı hatırlattım diye Altaylı’ya “kuzu” demek istemediğim gibi savcıya da “kurt” demiş olmuyorum.

Hukuk fakültelerinde hukuk öğretiminin artık geride kaldığını, hukuk mezunlarının önemli bölümünün hukuk öğrenmeden mezun olduklarını geçenlerde yapılan hukuk mesleklerine giriş sınavında öğrenmiştik.

Altaylı’nın başına açılan bu soruşturmadan sonra bir endişem daha var artık: Acaba liselerdeki Türkçe edebiyat dersleri de mi es geçiliyor?

Hukuk fakültesinde hukuk öğrenmeden mezun olanlar, liseden de Türkçe öğrenmeden mi mezun olmuşlar?

İmamoğlu soruşturmasının itibarı meselesi

Gizli olması gereken hazırlık soruşturması ile ilgili her türlü bilgi çarşaf çarşaf yayınlanırken, soruşturmayı eleştirenleri hapse tıkmaya kalkmak, iddialar ile ilgili sıkıntı bulunduğunun düşünülmesine neden olur

Tutuklu İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu

Fetullahçıların, AKP’nin himayesinde ülkeyi ele geçirme planlarının bir parçası olduğu sonradan anlaşılan Ergenekon davası ile ilgili tutuklama dalgaları sürerken icat edilmiş bir suç vardı, bilmem hatırlayan kaldı mı?

Bu suça kısaca “Ergenekon davasını itibarsızlaştırma” adı veriliyordu.

“Kanunsuz suç ve ceza olmaz” ilkesinin pek hatırlanmadığı günlerdi.

Bu davayı itibarsızlaştırmak için ne yaptığınızın bir önemi yoktu. Herhangi bir hareketiniz, sözünüz bunun için yeterli sayılabiliyordu.

Yeter ki savcıların canı sizi bir süre için içeri tıkıp gözdağı vermek olsun!

Nitekim o günlerde birçok kişi bu suçu işlediği gerekçesiyle gözaltına alındı, sorgulandı, bazıları sanık bile oldu.

O eski günleri hatırlamama neden olan şey, Ekrem İmamoğlu’nun belediyeyi bir suç örgütüne çevirdiği iddiasıyla yürütülen soruşturma ile ilgili “itirafçı ifadelerinin” gerçekliğinden şüphe duymanın suç olacağının açıklanması oldu.

Sanık olarak tutuklanıp, hapishanede yatarken “itirafçı tanık” olarak evlerine çıkanların ifadeleri ile ilgili olarak “baskı, zorlama ve tehditle ifade verdiği” iddiasında bulunursanız, savcılık hakkınızda resen soruşturma açacakmış.

Savcılık bu tür iddiaların, soruşturma sürecine zarar vererek, devam eden soruşturmayı etkilediğini düşünüyor.

İzleyebildiğim kadarıyla savcılar da tutuklama ve tutuklamanın kaldırılmasına karar veren sulh ceza hâkimleri de bu tür iddialardan pek etkilenmemiş görünüyorlar.

Türkiye’nin en büyük seçim bölgesindeki en çok oyu alarak seçilmiş bir belediye başkanı ile ilgili soruşturma yürütüyor ve bunu da sadece tanık ifadelerine dayandırıyorsanız, eleştiri bombardımanı altında olmanız normal.

AİHM, AYM ve Yargıtay kararlarına uymanın gerektiği bir hukuki zeminde, bu eleştiri çok sert ve şoke edici bile olabilir, tahammül etmek gerekir.

Gizli olması gereken hazırlık soruşturması ile ilgili her türlü bilgi iktidar yanlısı gazetelerde çarşaf çarşaf yayınlanırken, soruşturmayı eleştirenleri hapse tıkmaya kalkmak, savcılığın iddiası ile ilgili sıkıntılar içinde olduğunu düşünmemize neden olur.

Eleştirileri ceza tehdidi ile susturma çabası, içinde yaşadığımız yarım yamalak demokrasi için bile fazla kaçar.