“Palavra Meydanı” Tunceli ilimizde, şehrin merkezinde küçük bir meydanın adı. Resmî olarak Cumhuriyet Meydanı diye geçiyor, ama halk arasında “Palavra Meydanı” olarak biliniyor. Erzurum-İstanbul uçağında karşılaştığım bir dost, bildiğimi zannederek siyasî gündemleri “Palavra Meydanı”na benzetmişti. Sordum ve araştırdım, en doyurucu ve özlü bilgiyi Hasan Sağlam’ın Edebiyat Bahçesi’nde yayımladığı yazısında buldum.
12 Eylül öncesinde, en uzun yürüyüşlerle büyük muhabbetlerin yapıldığı küçük bir alan. En ateşli iddialarla dolu hayaller bu voltalarda kurulurmuş. Türkiye’de mevcut sol örgütlerin neredeyse tamamının mensupları, bazen kendi yandaşlarıyla bazen de farklı siyaset mensuplarıyla bu meydanda soluksuz tartışmalara girerlermiş. Tıpkı Sovyet devrimini yapan ekibin sabahlara kadar süren tartışmaları gibi. Onlar gayet düzeyli tartışırken, reel sosyalizmin en kaba-saba haliyle Stalin ve ekibinin iktidarı ile hayat bulmasını unutmayın.
Rivayete göre, yaşlı bir kadın kocasına, derin muhabbetlerde kendini kaybetmiş meydan müdavimlerini göstererek “Bunlar ne konuşuyor?” diye sormuş. Adamcağızın: “Ne olacak, palavra atıyorlar” cevabı bir özeleştiri gibi yayılınca, meydanın adı “Palavra Meydanı” olarak kalmış.
Londra’da Hyde Park’ın bir köşesinde hala duran “Speaker Corner”, halkın gazını almak, biraz da demokrasi terbiyesi vermek için icat edilmişti. Bizim Tuncelilerin yaratıcı zekâsı, Palavra Meydanı’nı Türkiye’nin bir muhassalası gibi icat etmeleri olmuş. Siyasetin en baskın ve bilinen yüzü: Gerçekler değil palavralar. Gerçek hayatta hiç karşılığı olmayan, sadece sözel düzeyde varlık bulan bu yüzden “yalan” kategorisinde kabul edilen malayani bir edebiyat türü.
Tunceli’deki Palavra Meydanı’nda devrimci ütopyalar, inancın giydirdiği gerçeklik kisvesiyle büyük coşkuyla anlatılmış. Makalenin yazarı Hasan Sağlam: Avcılık atıcılık üzerine öyküler değil, “Proleteryanın emek-sermaye çelişkisi, köylü hareketinin geleceği” konuşulurdu, diyerek, “güzel yalanın çocuğudur” diyen büyük filozofa farkında olmadan bir göndermede bulunuyor. Palavra, galiba yalanın güzel ve zararsız, üstelik mutluluk veren bir türü olarak kabul görmüş.
İdeolojik palavralar
Palavra, sadece söz düzeyinde hayat bulabilen bir fikir veya iddia. Maksat gerçek olduğuna muhatabınızı ikna etmek.
Palavra deyip geçmeyin. O masum muhabbetlerle yürekleri tutuşanlar, ikna olup inandıkları idealleri için ölümü göze aldılar; öldüler ve öldürdüler.
Soğuk Savaş döneminin ideolojik palavraları kitleleri harekete geçirmek veya iktidarı haklı kılmak için yaygın şubeleri olan fabrikalarda bol miktarda üretildi. O kadar ki, gerçeklik onun yanında utanç içinde gizlenerek varlığını sürdürmek zorunda kaldı. Hem kapitalist hem de sosyalist dünya, dehşet dengesinin gölgesinde karşılıklı palavralarla cenk etmeye devam etti.
Size bir örnek. Amerikan anti-komünist propaganda makinesi, erkek dergilerinin fıkra köşelerini CIA’nın yönetimine vermiş. Bu tarz üretilen fıkralardan birini hatırlıyorum.
ABD ve Sovyet dışişleri bakanları uluslararası bir toplantıda kendi medeniyetlerinin ne kadar eski olduğunu anlatarak övünüyorlar. ABD’li bakan, “arkeologlarımız son kazılarda yerin elli metre altında telefon direkleri buldular” deyince, Rus meslektaşı bekletmeden cevabı yapıştırıyor: “O da bir şey mi, bizimkiler yüz metreye kadar indiler, hala bir şey bulamadılar.”
Reel sosyalizmin çöküşü ile ideolojiler, sistematik hale getirilmiş palavralar olarak mahkûm edildiler ve yaygın olarak kullanımdan kalktılar.
Algı denen palavra: Kamu diplomasisi
Tabii ki palavranın siyasî alanda yaygın kullanımı, Soğuk Savaş’ın gündemden kalkması ile sona ermedi. O dönemde edinilen bu zengin tecrübe bizde yaygın şekilde “Türkün Türke propagandası” olarak bilinen ve eğitim ve medya aracılığıyla yürütülen “psikolojik harekat” kalıpları içinde devam etti. Sonradan adı biraz daha saygın bulunduğu için olsa gerek “Kamu diplomasisi” olarak değişti. Kamu Diplomasisi, aslında bir devletin kendi çıkarlarını meşrulaştırmak için başka ülkelerin halklarına yönelik propaganda faaliyeti olarak icat edilmiş bir kavram ve faaliyet alanı. Bizimkiler bu faaliyet alanını hemen kendi halkları ile sınırlamayı, iktidarların devlet araçlarını kullanarak kendi propagandalarını sürdürmeleri olarak alıp süratle ve yaygın bir şekilde uyguladılar.
Kamu diplomasisinin mantığı çok basittir: “Gerçeğin hiçbir önemi yoktur, aslolan algıdır.”
Bu varsayımın tersi de “imaj hiçbir şeydir, susuzluk her şey” şeklinde formüle edilir.
İşe yarayıp yaramadığını belirleyen ölçü ise “susuzluk” ile “imaj” arasında kurulan dengedir. Aç insanları, ekmek resmi ile doyuramazsınız.
Algı oluşturmanın en sistematik ve ısrarlı biçimi karizma yaratmaktır. Karizma, algının bir kişinin şahsında somutlaşmasıdır.
Çeyrek yüzyılın sonunda, uzun saltanat yıllarını oluşturmayı becerdiği algılara bağlayan bir iktidarın, içeriği tamamen boşalmış alışkanlıkları ile neredeyse her gün yüzleşiyoruz. Gerçeklerle, oluşturdukları algılar arasındaki uçurum büyürken anketlerde oylarının neden hızla düştüğünü bir türlü kavrayamıyorlar.
Acaba bugüne kadar oluşturdukları algı yeteneği şimdi neden işe yaramıyor?
Sebep sizce ne?
Seçim zamanları kahvehanelerde, berberlerde, bekleme salonlarında iktidar medyasının kanalları veya gazeteleri mekân sahiplerine ödenen paralarla her dem göze ve kulağa hitap ederken, muhtemelen oyları kımıldatıyor, hiç olmazsa bir sempati alanı oluşturuyordu. Ya şimdi?
Şimdi her palavranın hayat karşısında büyük yoksunluklar ve bedellerle test edildiği bir evrenin sonundayız.
Eskiden, hapse ilk düşen birine koğuş ahalisi bir oyun oynardı. Oyun yere eğilmiş birinin sırtına yumruk atılması, o da vuranı doğru bilirse bu sefer onun sırtına vurulması üzerineydi. Güven veren bir iki denemeden sonra adama vuran vurur, kim olduğunu bilse de “bilemedin” diyerek yumrukları yemeye devam eder. Sonunda meseleyi çözünce “keriz uyandı” denirdi.
Keriz uyandı.
İktidarın algı operasyonları artık hiçbir işe yaramıyor. Ters tepiyor. Operasyonları yapanlar dışında bunları ciddiye alan kalmadı.
Ekonomi boydan boya, algıların dışında kendi gerçekliğine teslim oldu.
19 Mart Operasyonu, oluşturmaya çalıştığı algının tam tersini yarattı. İnatla sürmesine aldırmayın, iktidara sürekli kan kaybettiriyor.
Gazze, İsrail ve son olarak İran konusunda gerçeklerle oluşturulmak için bin dereden su getirilen algılar bütünüyle farklı.
Çözüm Süreci, Saray tarafından algı oluşturma süreci olarak yönetiliyor, sadece zamana oynuyorlar, hiçbir somut adım atmıyorlar.
Ama palavralar tükeniyor, ülke kendi gerçeklerine dönüyor.
Koca bir palavra meydanı olarak sahne olan Türkiye’ye kalın bir perde iniyor. Gerilerde yeni bir oyun ve oyuncular sahneye hazırlanıyor.