Hamas liderini, Tahran’da kaldığı evde öldürebilen İsrail’in benzeri bir saldırıyı İran’ın üst düzey askeri – sivil yetkilileri için yapabileceğini tahmin etmek zor olmamalıydı. Böyle bir saldırının gerçekleşmesini mümkün kılan zaafın nedeni, İran’ın teokratik rejiminden başka bir şey değildir. İran’ın düştüğü durum bize de ders olmalı
iran
İsrail’in saldırısı, İran’daki teokratik devletin içinin ne kadar kof olduğunu bir kez daha görmemizi sağladı.
İran dış politikasının “şeytan” olarak tanımladığı iki devletten küçük olanı İsrail. Büyük şeytan ise ABD.
Bugün İsrail saldırılarına gerekçe olan nükleer silah geliştirme çabalarının nedeni de dış politikasındaki bu temel tanım.
Ve bu teokratik devlet, kendisi için bölgedeki bir numaralı tehlike ve düşman olarak gördüğü devletin, kendi topraklarındaki faaliyetlerinin bile farkına varamamış.
İsrail’in böyle bir istihbaratı toplayabilmesi, İran içindeki faaliyetleriyle mümkün olabilirdi ve İran devleti bütün kurumlarıyla uyumuş.
İsrail’in Gazze’deki katliamı sürerken yine kendi topraklarında Hamas liderinin öldürülmesi bile bu zaafın giderilmesi için uyarıcı olmamış.
Hamas liderini, Tahran’da kaldığı evde öldürebilen İsrail’in benzeri bir saldırıyı İran’ın üst düzey askeri – sivil yetkilileri için yapabileceğini tahmin etmek zor olmamalıydı.
Belli ki Mahsa Amini gibi küçük kızları başlarını örtmediler diye karakollarda dayaktan öldürebilen rejim, iş bu çaplı bir karşı istihbarat faaliyetine gelince kelimenin tam anlamıyla fos çıkmış.
Böyle bir saldırının gerçekleşmesini mümkün kılan zaafın nedeni, İran’ın teokratik rejiminden başka bir şey değildir.
Benzeri bütün diktatörlüklerde olduğu gibi İran’da da kamu görevlerinde yükselmek ile liyakat arasında bir ilişki yoktur.
Rejim, kendine sadık bulduğu adamları kritik noktalarda tutmak ister, o adamların o görevleri layıkıyla yapıp yapamayacağı konusu ikinci derecede bir meseledir.
Asıl olan sadakattir, belli mevkilere getirilecek kişilerin rejim için tehlike yaratacak, yukarıdaki koltuk sahiplerini tedirgin edecek çapta olmamaları gerekir.
Sadakat, liyakatin önüne geçtiği için de İsrail, İran içinde deyim yerindeyse cirit atabilir, bütün komuta kademesini evlerinde hedef alarak yok edebilir.
Hep yazıyorum: Tarih sahnesinden silinen devletler bir günde yıkılmadılar.
Bir devleti ayakta tutan kurumların içinin boşalması bir süreç meselesidir ve o süreç tamamlandığında devletler bir küçük darbeyle bile tarih sahnesinden silinip giderler.
Temel kurumların liyakatli kişiler tarafından yönetilmeleri bu nedenle hassas bir konudur.
“Bizdendir, adamımızdır” denilerek o kurumların başına getirilenler için yukarıya sadakat, işini doğru yapmanın önüne geçer ve böyle böyle kurumların içi boşalır.
İran’ın düştüğü son derece aşağılayıcı bu durum bize de ders olmalı.
Cumhuriyetin kurumları hâlâ ayaktayken, Türkiye Cumhuriyeti’ni otokratik bir parti devletine dönüştüren uygulamalardan vazgeçilmelidir.
Tarihten ders almak gerek.
Erdoğan bu toplantıda niye yoktu?
Devletimizi yöneten koalisyona göre İsrail, “asıl hedefi Türkiye olan” İran saldırısını yapıyor, Türkiye Cumhuriyeti’nin deyim yerindeyse gayrı resmi “güvenlik kabinesi” bir toplantı ile bu saldırıyı değerlendiriyor ancak Türkiye’de her şeyin tek sorumlusu olan kişi bu toplantıya katılmıyor!
MİT Başkanı İbrahim Kalın, Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Metin Gürak
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İsrail’in İran’a saldırmasının ardından yaptığı açıklamada şunu söyledi:
“Netanyahu yönetimi pervasız, saldırgan ve hukuk tanımaz eylemleriyle bölgemizi ve tüm dünyayı felakete sürükleme gayretindedir. Uluslararası toplum, küresel ve bölgesel istikrarı hedef alan İsrail haydutluğuna artık bir 'dur' demelidir.”
İktidarda koalisyonunun küçük üyesi, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de İsrail’in nihai hedefinin Türkiye olduğunu düşünüyor:
“İsrail’in terörist yönetimi ülkemizin görüş menzilini kapatmak, terörsüz Türkiye hedefini baltalamak, bölgemizi karanlığa mahkûm etmek için her fırsattan istifade etmenin peşindedir. Birbirine eklemlenerek genişleyip güçlenen kriz ve kaos sarmalında perdelemiş nihai hedef Türkiye’dir.”
Türkiye Cumhuriyeti’ni yöneten koalisyonun iki liderine göre, bölgesel istikrar ciddi bir tehdit altında ve İsrail her ne kadar İran’a saldırdıysa da esasen Türkiye’yi hedefliyor.
Devletimizin üst kademeleri böyle bir değerlendirme yaptığına göre işi de ciddiye alıyorlardır diye düşünmemiz gerekir.
Ancak bu sözleri ile eylemleri birbirini tutmuyor gibi.
İsrail, İran’a 13 Haziran gününün ilk saatlerinde saldırdı.
Aynı gün öğleden sonra 14.30’da Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Metin Gürak ve MİT Başkanı İbrahim Kalın, saldırıyı değerlendirmek üzere bir toplantı yaptılar.
Toplantıdan sonra “Anadolu Ajansı’na konuşan kaynaklar”, toplantıda İsrail'in İran'a yönelik hava saldırısıyla başlayan süreci ve muhtemel yansımalarının ele alındığını söylediler.
Şimdi toparlayalım: Devletimizi yöneten koalisyona göre İsrail, “asıl hedefi Türkiye olan” İran saldırısını yapıyor, Türkiye Cumhuriyeti’nin deyim yerindeyse gayrı resmi “güvenlik kabinesi” bir toplantı ile bu saldırıyı değerlendiriyor ve toplantıda Türkiye’de her şeyin tek sorumlusu olan kişi yok!
Cumhurbaşkanı, bayram tatili için gittiği yazlık sarayında mıydı, başka yerde miydi, bilemiyorum ama bu önemli toplantıda yoktu.
İsrail saldırısının “nihai hedefi Türkiye” idiyse Cumhurbaşkanı böyle önemli bir toplantıda niye yoktu?
Söz ile eylem birbirini tutmayınca inandırıcılık da yara alıyor haliyle!