Cumhurbaşkanı Erdoğan, 28 Mayıs’ta seçimi kazandığı akşam daha sevinmeden seçmeninin önüne İstanbul hedefini koymuştu. Partisinde ve tabanda gevşeme olmaması için tedbir almıştı. Kitlesini, rehavete kapılmadan aynı tempoyla İstanbul’u kazanma havasına sokmaya çalışıyordu.
Cumhurbaşkanlığı seçiminin estirdiği rüzgarın İstanbul’u kolaylıkla getireceğini düşünmüştü.
İstanbul’u alan Türkiye’yi alamadığına göre, Türkiye’yi alan dönüp İstanbul’u alırdı…
Sonra da motivasyonu hiç kesilmedi, İstanbul hep siyasetinin merkezinde kaldı. O kadar ki adayı bile ince eleyip sık dokumak adına geç açıkladı. Ardından son derece gösterişli bir lansmanla ilan etti.
Kampanya başladığında ise her vilayette mutlaka İstanbul için ricada bulundu veya belediye başkanına yüklenmeyi ihmal etmedi.
Türkiye’nin kötü yönetildiği, ekonominin bitmek tükenmek bir kriz sarmalına mahkum olduğu ve dışarıda ağır prestij kaybettiğimiz beş yılın ardından 14/28 Mayıs’ta Cumhurbaşkanlığını kazandıktan sonra İstanbul’a rahat kazanması bekleniyordu. Üstelik, Ekrem İmamoğlu’nu başkanlığa taşıyan ittifak yerle bir olmuşken, ilaveten İyi Parti ve DEM kendi adaylarıyla yarışırken, seçim başlamadan bitmeliydi. Gelin görün ki tablo öyle değil… İtimat telkin eden anketler İmamoğlu’nun Kurum’dan önde olduğunu söylüyor. “Seçimi kim kazanır?” sorusunun cevabı ise istisnasız mevcut başkan lehine cevaplanıyor.
Niye böyle… Parlak bir siyasi figür değil ama bakanlık kariyerinde anlatabileceği işler var ve bunların çoğu da belediye adaylığında işe yarayacak şeyler. Üzerine yeni oy koyamazsa da ittifaktaki partilerin oylarını eksiksiz alabilmeliydi. Ama şu ana kadar buna muvaffak olduğuna dair anket, araştırma veya ölçüm yok. Yine de İyi Parti ve DEM İmamoğlu’nun oylarını eksiltirken, AK Parti- MHP-BBP-DSP ortak adayı Murat Kurum’un öne geçememesinin sebebi sadece parlak aday olmamasına bağlı olamaz.
Kurum’un politik pırıltısının eksiliğinden başka bir sebep da olmalı. Bu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İstanbul’u aşırı istemesi ve kendisiyle birlikte bütün bakanlarını seferber edecek kadar talepkâr davranmasıdır. Cumhurbaşkanlığı gibi sınırsız ve hatta sınırlarını istediği gibi tayin edebileceği bir güce hükmederken portföyüne bir de İstanbul’u ekleme ısrarı seçmenin dikkatini çekiyor. Bir kesimi tedirgin ediyor. Genel seçimden sonra siyasete küsen muhalif seçmenleri de sandık için motive ediyor. Yani, yerel seçimin yerel seçim görüntüsünden çıkması iktidarın aleyhine oluyor. Erdoğan’ın stratejisi de -en azından İstanbul’da- sonuç vermiyor.
Beş yıldır merkezi yönetimin her türlü engeliyle boğuşan, hatta siyasi yasak tehdidiyle yaşayan İmamoğlu’nun yeniden kazanması bir grup seçmenin gözünde siyasi dengenin tesisi ve demokrasinin sağlıklı işlemesi için bir imkanı temsil ediyor. Merkezi yönetimin ardından İstanbul’un da aynı elde olması demokrat, geleneksel sağ hatta bir kısım muhafazakar seçmeni tedirgin ediyor. Erdoğan da seçimi “yerel” olmaktan çıkarıp, iç güç, dış güç, beka küresel odamlar gibi heybesinde ne varsa saha sürerek bu tedirginliği besliyor.
Üzerine, İstanbul’un metrolarını ikiye ayıran yanlışın yanlış tutumu sürdürüp, belediyesiz “bakanlık istasyonları” açarak reaksiyonu büyütüyor. Parası belediyenin; yani İstanbul halkının cebinden çıkan bu tür yatırım ve açılışlar iktidarın iyi icraat yaptığını değil, benden/senden ayrımcılığındaki ısrarını gösteriyor. Hiç yapmaması gereken birşey varsa buydu… Zira, iktidar imkanlarıyla centilmenlik dışı yarışmak rakibine güç veriyor. Hatta bu tutum bir kısım AK Partili seçmeni bile mutlu etmiyor.
Tabiatıyla bütün bunlar da araştırmalara yansıyor.
Son düzlüğe girilirken anlaşılan o ki başta İstanbul olmak üzere büyükşehirler gösteriş, orantısız propaganda ve özellikle güç gösterisine tahammül edemiyor. Bakalım son hafta sahneye neler çıkacak?