Peki, İngiltere kimin patronu Özgür Bey?

Küresel düzenin hayli sancılı yeniden yapılanma sürecinde, tüm uluslararası düşünce kuruluşlarının üzerinde titizlikle durdukları konu Rusya ile Çin'in yakınlaşma süreci. İki ülkeyi 2000'li yılların başlarından itibaren adım adım birbirine yaklaştıran süreç esasen ABD bazlı olarak iki temel başlığa dayanıyor. Birincisi, ABD'nin 'tek kutuplu dünya modeli' konusundaki ısrarcı duruşu. İkincisi, ABD'nin her iki ülke için de tercih ettiği 'çifte çevreleme' yaklaşımı. Bunun yanı sıra, 1990'lı yılların sonlarından itibaren Rusya ve Çin'i 'eşit' bir muhatap olarak almaktan çok, batıya 'entegre' olmaları gereken iki muhatap olarak ele almak ta, Rusya ve Çin'i, iki güç merkezi olarak, daha bağımsız ve birbirlerine yaklaşan bir sürece yönlendirdi. Bu nedenle, 25 yıl önce Rusya ve Çin'i 'büyük güç' statüsüne layık görmeyerek stratejik hata yaptığı düşünülen ABD açısından, Başkan Trump'ın iki ülke ile 'güçlü devletler modeli' üzerinden yeni bir ilişki seti oluşturmaya çalıştığı düşünülüyor.

Son 25 yıl, batıya karşı bir denge kurma arayışında olan Rusya ve Çin, doğal olarak birbirlerine yaklaşmaya başladılar. Bununla birlikte, uluslararası düşünce kuruluşları bu yakınlaşmayı ortak vizyona değil; ortak kaygıya dayandırmakta. Rusya ile Çin arasındaki en temel sorun, ilişkideki asimetrik güç dengesi. Çin, 18 trilyon dolar civarındaki ekonomik büyüklüğü ve devasa üretim gücüyle küresel bir dev. Rusya ise enerji kaynaklarıyla öne çıkan ve 2014'den bu yana süregelen yaptırımlar nedeniyle, Çin'e ihraç ettiği petrol ve doğalgazla daha bağımlı hale gelen bir aktör konumunda. Bu durum, Moskova'da giderek artan bir 'junior partner' kaygısına yol açmakta. Rus dış politikası geleneksel olarak büyük güç dengesi üzerine kurulu olduğundan, ekonomik ilişkilerdeki dengesizliği Rusya başka alanlarda dengelemek istiyor.

Batıyla ilişkilerindeki gerginlik nedeniyle, Rusya'nın manevra alanı daralmış olsa da, iki ülke arasındaki ilişiklerde temel gerilim noktalarından birisi de Çin'in 'pasif nüfus yayılma' stratejisi (passive walking). Özellikle Sibirya ve Rusya'nın uzak doğusunda, Çinli işçilerin ve girişimcilerin artan varlığı, Moskova için bir 'demografik tehdit' olarak algılanıyor. Çin bu bölgede fabrika kurmuyor, yerel nüfusu dönüştürüyor. Bu, sessiz ama kalıcı bir yayılma biçimi. Bu rahatsızlık Kremlin'de konuşulmasa da güvenlik kurumlarının raporlarına yansıyor. Çin ile yakınlaşma, Rusya için bir dış politika tercihi olmaktan çok, içerideki ekonomik zorlukları aşma çabasına dönüşmüş durumda.

Her iki ülke de Orta Asya'yı kendi etki alanı olarak görüyor. Rusya, Sovyetler sonrası dönemde bu coğrafyayı halen 'arka bahçesi' olarak görürken; Çin, Kuşak ve Yol Girişimi (BRI) ile bölgede büyük altyapı projeleri ve finansal yatırımlarla nüfuzunu artırıyor. Bu örtülü rekabet, esasen görünürdeki stratejik işbirliğini de gölgeliyor. Şanghay İşbirliği Örgütü (SCO) gibi platformlar ortaklık mesajı verse de, sahadaki ekonomik ve politik rekabet her geçen gün daha da görünür hale geliyor. Rusya ile Çin'in ilişkisi, 21. yüzyılın jeopolitik denkleminde özel bir yere sahip. Ancak bu ilişkiyi klasik anlamda bir stratejik ittifak olarak tanımlamak yanıltıcı olur. Bu, şartların zorladığı, güvensizlikle örülmüş, ancak geçici ortak menfaatler üzerine kurulmuş bir 'soğuk yakınlık' gibi duruyor. Bu nedenle, BRICS çatısı altında iki ülkenin işbirliğini ne düzeyde ilerletebileceği de bir bakıma bir ilişkinin 'soğuk' bir yakınlık düzeyinde kalıp kalmayacağı noktasında önemli ipucu teşkil edecek. Dolara karşı yeni bir uluslararası ödeme sistemi kurma arayışı başta olmak üzere, enerji, finans ve lojistik alanında iki ülke arasında yoğunlaşabilecek işbirliğini batı dünyası dikkatle takip edecek.