Bugün Medyascope’ta Prof. Dr. Gökhan Bacık’ın “Devlet, ‘cemaat’, siyasi çözüm: Bir yol haritası önerisi” başlıklı çok önemli bir yazısı çıktı. Prof. Dr. Bacık, Fethullahçı hareket içinde uzun yıllar yer almış bir siyaset bilimci. Hareket içindeyken de eleştirel bakışlarıyla dikkat çekerdi, nitekim hareketten ilk kopanlardan ve daha önemlisi açık açık bu yapıyı ilk ve en sert biçimde eleştirenlerden biri oldu.
Devletin PKK ile anlaşacağının anlaşılmasıyla birlikte benzer bir sürecin bu hareketle yaşanıp yaşanamayacağı da sorulur oldu. Bu soru meşru, gerekli, hatta hayatidir. Ben de bu yazıda, Prof. Bacık’ın “içerden” ele aldığı bu konu hakkında düşündüklerimi nerdeyse 40 yıldır bu hareketi takip eden bir gazeteci olarak aktarmak istiyorum.
Devlet ister mi?
Bu konuda ilk sorulması gereken “devlet böyle bir barışı ister mi?” sorusudur. Açıkçası gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, gerekse MHP lideri Devlet Bahçeli’nin böyle bir arayış içinde olduklarını düşünmemizi gerektirecek hiçbir işaret söz konusu değil. Ayrıca:
Erdoğan uzun bir süredir iktidarını “düşman” üreterek koruyor. “FETÖ” diye adlandırdığı bu hareket bu bakımdan çok işine yaradı. PKK gibi en kıdemli düşmanla barıştıktan sonra düşmansız kalmak istemeyecektir.
Fethullahçılık hem yapılan operasyonlar, hem de toplumun ezici bir bölümünün kendilerine şüpheyle yaklaşması nedeniyle içeride bir tehlike potansiyeli taşımıyor.
Fethullahçılığı tasfiye ederken işbirliği yaptığı -veya işbirliğini daha da geliştirdiği- cemaatler böyle bir barışı asla istemeyeceklerdir.
Şu günlerde Erdoğan başta ABD ile olmak üzere uluslararası ilişkiler bağlamında en parlak günlerini yaşıyor. Dolayısıyla Fethullahçıların dışarıdaki lobi faaliyetlerinden çok ürkmesi gerekmiyor.
Fethullahçılar ister mi?
Bu soru üzerine Prof. Dr. Bacık çok ufuk açıcı tespitler ve öneriler getirmiş. Ben de bazı katkılarda bulunmak istiyorum:
Gülen’in ölmüş olması barış için elverişli bir zemin sunuyor. Diğer bir deyişle geçmişin günahlarının önemli bir kısmını onun sırtına yıkıp yeni bir sayfa açılabilir.
Fakat Gülen’in olmadığı bir hareketi böyle stratejik bir karara sevk edebilecek isim(ler) bulmak da zor. Kaldı ki Bacık’ın isabetle vurguladığı gibi hareketin şu anki lider kadrosu bugünün gereklerine ayak uydurmaları zor olan, bütün varlıklarını bu yapıya borçlu olan isimler. Muhtemel bir barışın bu hareketin dağılmasını gerektirdiği için böyle bir şeye yanaşmaları kolay olmayacaktır.
Barışa en çok ihtiyaç kesim Türkiye’de yaşayanlar. Bunların kimisi hâlâ cezaevinde, önemli bir bölümü KHK’lı ve hemen hepsi çevrelerinde vebalı muamelesi görüyor. Fakat Türkiye’dekilerin böyle bir inisiyatifi başlatabilecek ne örgütlülükleri ne de imkanları var.
Öte yandan barışa en mesafeli olan yurtdışında yönetici kadro meşruiyetlerini esas olarak ülke içindeki mağduriyetlerin varlığından ve sürmesinden alıyor.
Birkaç hızlı öneri
Tartışma yeni başladı. Şimdilik aklıma gelen bazı önerileri dile getirmek istiyorum:
Devlet, başta yargılamalar ve KHK uygulamaları olmak üzere hareketin Türkiye’deki tabanının mağduriyetlerini sonlandırıcı, en azından hafifletici adımlar atarak hem iç barışa katkı sağlar, hem de dışardaki lider kadronun elindeki en güçlü silahı almış olur.
Yurtdışında yaşayıp bu hareketten kopmuş olanlara -isterlerse- ülkeye dönme imkânı tanınabilir. Böylesi bir adım, aslında hareketten kopmak isteyen ama şu ya da bu nedenle bunu yapmayan, yapamayan kişileri de teşvik etmiş olur.
Bu bağlamda aileleriyle birlikte sürgün yaşamak zorunda olan çocukların Türkiye ile bağlarını tesis edici birtakım projeler düşünülebilir.
Evet tartışma yeni başladı, ama son derece zaruri. Türkiye bunu başarmalı ve pekâlâ başarabilir.