Mümtaz’er Türköne yazdı: “Tarihin ve hayatın gerçeği” olarak anayasa tartışması

Erdoğan’ın gündeme getirdiği yeni anayasa için: “Kendimiz için değil, ülkemiz için istiyoruz. Yeniden aday olma gibi bir derdim yok” sözüne cevaben Bahçeli’nin “Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türk milletinin, yeni yüzyılın yol haritasını çizen Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a çok ihtiyacı olduğu tartışmasız bir tarih ve hayat gerçeğidir” sözüne göndermede bulunuyorum.

Yeni anayasa mı, Erdoğan mı?

Erdoğan “yeni anayasa” diyor: Bahçeli “Hayır, Erdoğan” cevabını vermiş oluyor.

Bahçeli’nin kritik mesaj cümlelerini yanlış yorumlayanlar çıkabilir, ama bu mesajların adrese teslim hassas ayarlı mesajlar olduğuna sanıyorum kimse itiraz etmez. İç politikanın mayın döşeli labirentinde yolunuzu kaybetmek istemiyorsanız, karmaşık mesajları en basit haliyle tartıya çıkarmanız gerekir. Erdoğan’ın Bahçeli’yi iltifata boğduğu anlar ile Bahçeli’nin Erdoğan’ın değerine ve vazgeçilmezliğine dair abartılı sözleri, hep ikisi arasında bir şeylerin yolunda gitmediğine işaret etmedi mi? Tersinden yazılmış bir mesajı, aynaya yani asıl konuya tutarak doğru okuyabilirsiniz.

Asıl konu neydi?

Bahçeli, Süreç’in adresi olarak Meclis’i gösterdi ve Meclis’te genel mutabakatı temsil edecek bir komisyon oluşturulmasını önerdi. Erdoğan şu ana kadar bu mesaja soğuk durdu ve cevap vermedi. Hatta kurmayları bu öneriye mesafeli olduklarını izhar ettiler.

Ya ne yaptı?

Yeni anayasa kartını masaya sürdü.

Erdoğan bugüne kadar hemen her seneye iki adedi düşecek şekilde Yeni Anayasa başlığı ile fırtınalı tartışmalar başlattı: sonra her defasında kendi gündeminin peşinden gitmedi. Her seferi kalıp halinde tıpkısının aynısıydı. Şu takılıp çıkarılan eski CD’ler gibi.

Bu sefer farklı olan yeni bir şey var mı?

Bu soruya cevap verebilmek için önce “bizde” anayasa tartışmasının ne anlama geldiğine bakmamız lâzım.

Bir sopa olarak anayasa

Gençliğimizde, iki parmak kalınlığında, 30-40 santim boyunda tornadan çıkmış sopalara “anayasa” derdik. Taşımak suç değildi, kavgada çok işe yarardı.

Nedense bizde büyüklerimiz bile anayasayı hep tepemize indirilecek bir sopa olarak gördü.

Etimoloji bile bu durumu göstermeye yeterli.

“Anayasa”, “Kanun-ı Esasi”nin sadeleştirilmiş karşılığı. “Ana”nın cinsiyetçi bir anlamı yok, “temel” anlamına geliyor. Nitekim anayasa tabiri bulunmadan önce “Teşkilat-ı Esasiye” veya “Esas Teşkilat” olarak anıldı. Hukuka yabancı olanlar anayasayı, bütün yasaların tepesindeki yasa diye anlarlar, kanunların anayasaya uygunluğu söz konusu edilince yanlış olmasa da eksik bir kavrayış.

Anayasalar aslında temel hakları ve özgürlükleri garanti altına alan metinlerdir. Mantık ve muhakeme şöyle işler: Temel hak ve özgürlükleri önce sıralayalım, sonra bu hak ve özgürlükleri koruyacak şekilde egemenlik yetkisini kullanan yürütme, yasama ve yargı erklerinin, denge ve fren mekanizmaları oluşturarak, kötüye kullanılmasını engelleyelim. Dikkat ederseniz ana mesele temel hak ve özgürlüklerdir. Devlet teşkilatını düzenlemek, amaç değil, bu hakların zarar görmesini engellemek için etkili bir araçtır. Sadece bir araç. Maksat esas teşkilatı düzenlemek değil, esas teşkilatı hak ve özgürlüklere riayetkâr bir düzen içinde şarta ve kayda bağlamaktır.

Nitekim Batı dillerinde “constitution” denmesinin sebebi budur. Tarihsel olarak önce temel haklar kayıt ve garanti altına alınmış, sonra bu hakları koruma adına iktidarların denetlenebilmesi ve sınırlandırılması için devlet teşkilatını adam etmeye karar verilince ortaya anayasalar çıkmıştır.

Bir anayasa dersi verdiğimin farkındayım, ama vurgulamaya mecburum.

Temsili demokrasilerde iktidarlar, çoğunluğa dayanır. Peki sayıca azınlıkta kalanlar ne olacaktır? Anayasalar, temsil kurumunun gelişmesi ile paralel bu sorunun cevabı olarak ortaya çıkmıştır. Cevap: Bağımsız yargıya ihtiyacınız var. Anayasa bağımsız yargıyı iktidarda temsil edilmeyenlerin temel hak ve özgürlüklerin garantisi olarak merkeze alır ve Yürütme ile Yasamayı bu amaçla sınırlandırır; yürütme azınlıkta kalanların haklarını ihlal etmesin, yasama azınlık aleyhinde yasa yapmasın diye.

Bağımsız yargı yoksa? Tek bir sonuç çıkar: Yargısı bağımsız olmayan bir ülkede anayasa yoktur. (Bkz: Fransız İnsan ve Vatandaş Hakları Bildirgesi 16. Madde). Yargınız bağımsız değilse, içinde anayasanın geçtiği sözlerin tamamı laf salatasından ibarettir.

Delil bulma yöntemi olarak tutuklama

1977 yılında Mülkiye’de talebe iken düştüğüm Ankara Emniyet Müdürlüğü 2. Şube’de karşımdaki polislere, Mümtaz Soysal’ın Anayasa dersinden öğrendiğim şekilde “benim anayasal haklarım var” demiştim. Cevap, anayasanın da tecavüze uğrayabilen dişi bir yaratık olduğunu öğrendiğim galiz küfürler şeklinde geldi.

Hiç unutmuyorum: Gece yarısı gözlerim kapalı 6. Kata çıkarmışlar ve yere yatırmışlardı. Ayaklarımı bir tahtanın üzerine yerleştirip kaldırmışlar, sağ el ile sağ ayak serçe parmağıma bir teli doluyorlardı. Aramızdaki anayasa tartışması, çoraplarımı çıkardıkları zaman başlamıştı. Manyetoyu çevirdikleri zaman, çelebiliği bıraktım hepsine ana avrat küfrettim. Beni tutup getiren sonra gündüz sorguya çeken polislerin isimlerini tek tek sayarak. Manyeto şiddetle birkaç kere çevrildi, eziyeti arttırdılar ve sonra vazgeçtiler.

Mantık şöyle işliyordu Beni alâkasız bir işten getirmişlerdi, sonra yanlış yaptıklarını anlamışlardı. Ancak nasıl olsa elimizde, belki bir şey çıkartırız diye işkence ediyorlardı. İlk soru şuydu: “Bize bir iş ver.” Saf saf sorduğum “nasıl bir iş?” sorusuna, “büyük iş” demişlerdi. Büyük iş, o yıllarda makineli tüfekle yapılan taramalara, küçük iş ise tabanca ile işlenen cinayetlere deniyormuş. “Belki duyduğu bildiği bir iş çıkar” diye, ellerindeki malzemeyi kullanıyorlardı. Malzeme bendim.

Delil bulma yöntemi olarak işkence, Türkiye’de çok yaygın ve uzun süre kullanıldı. Sonra bu tekniğin yerini “delil bulma yöntemi olarak tutuklama” aldı.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi etrafında, 19 Mart’ta Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması ile başlayan soruşturmanın bu yönteme dayandığı sayısı beşi bulan tutuklama dalgalarından anlaşılıyor. Deliller, tutuklananların itiraflarından çıkartılıyor.

Balıkları önce nefes alamadıkları daracık bir kovanın içine atıyorsunuz, sonra kovaya oltayı sallıyorsunuz. Birinin oltaya takılıp denize dönme umuduna kapılmasını bekliyorlar.

Yalnız bu yöntem hataya çok açık bir yöntem.

Eskiden polisler “ben suç işlemedim” lafına “seni camiden mi getirdiler lan” diye karşılık verip dayağa başlardı. Şimdi hapishane şartlarına dayanamayan tutukluların kurtuluşu birkaç kişiyi yakmakta bulmasına çanak tutuyorlar. Muhtemelen zincirin zayıf halkası olarak gördüklerinin önlerine bazı isimler konuyor ve aleyhlerine ifade vermeye zorlanıyorlar. Adamın derdi gerçeği söylemek değil, cezaevinden kurtulmak; ne kadar derin bir travma yaşadıysa o ölçüde bülbül gibi ötmeye başlıyor. Sonuçta itiraflar yerine, kendi paçasını yırtmaya çalışanların bütünüyle yanlış yönlendirdiği soruşturmalarla, çalışkan yargımızın inandırıcılığı ve güvenilirliği büyük yaralar alıyor.

Tutuklamadan itirafçı çıkartarak delil toplama, bir işe yaramıyor, tezgâh mutlaka bir yerde patlıyor.

Tutuklayarak delil bulma yöntemi soruşturmaları “siyasî” yaftasına mahkûm ediyor.

Sonunda çırılçıplak şu muamele kamuoyunun algısına yerleşiyor: “Gel buraya bakayım, sen hangi cüretle Cumhurbaşkanı adayı olursun?” veya “anlat bakalım sen hangi yüzle cebren ve alenen cumhurbaşkanı adayı olma suçu işleyen adamın yanında yöresinde yer alırsın?” Hepsi bu kadar ne eksik ne fazla.

Anayasa ne işe yarayacak?

Özgür Özel, son derece sağlam bir mantıkla “uygulamadığın anayasanın yenisini tartışmanın ne anlamı var?” itirazında bulunuyor. Şöyle düşünün: Anayasa Mahkemesi ile AİHM kararlarına uyulmamasını, verdikleri kararlar yüzünden yargıçların görevden alınması ile yargı bağımsızlığının ihlal edilmesi skandallarını, yeni anayasa düzeltecek mi?

Erdoğan anayasadan temel haklar düzenini değil, yönetenlerin statülerini ve yetkilerini düzenleyen bölümleri anlıyor. Kaç kere seçilecekleri, ne kadar güce sahip olacakları gibi. Bunlar için anayasaya gerek yok ki?

Yeni anayasa gerekli; ancak bunun yolu önce anayasanın varlık sebebine dönüşle, yani anayasaya uygun davranarak açılabilir. Tutukluluğun itirafçı yaratarak delil toplama yöntemi olarak kullanıldığı, Mahkeme kararlarına uyulmadığı bir ülkede anayasa tartışmak, belki tereyağı çıkar diye havanda yoğurt dövmeye benzer.

Baştaki soruya geri dönelim.

Yeni anayasa tartışması için yeni ne var?

Erdoğan eski gücünde değil, yönetemiyor, sadece günü kurtarabiliyor. O konuda da sıkıntılı, zaman aleyhine işliyor. Ekonominin umutsuz tablosu ve rakiplerini saf dışı bırakmaya çalışırken muhalefetin arkasındaki halk desteğini çığ gibi büyütmesi bu zaafın eseri. Yeni Anayasa’nın heyecan ve umut aşılayan yeni bir hikâye yaratması neredeyse imkânsız.

Ama yine de bir şey var:

Yeni anayasa, Erdoğan’ın istihkâmını, geri çekilerek yeni bir müdafaa hattında kurmasına imkân verebilir. Yarı başkanlık veya parlamenter sisteme dönüş gibi.

Bahçeli aslında Erdoğan’a değil, bu geri çekilme stratejisini fark ettiği için mevcut sisteme sahip çıkıyor.

Bilin bakalım neden?