Türkiye dış politika tarihinin en zayıf, en kırılgan dönemini yaşıyor. Bunun nedenlerini daha önce çok tekrar ettim ama kısaca yinelemekte fayda var. Erdoğan’ın, Türkiye gibi bir ülkenin kapasitesini iktidarda kalmak için harcaması, yanlış ekonomik kararlarla dışa bağımlılığı artırması, birikmiş hatalar sonucu hareket alanını daraltması, saygınlık ve tutarlılık yerine günü kurtarmaya çalışması, kurumları zayıflatması, kendi toplumuyla kavgalı olması, strateji geliştir(e)memesi vs vs.
Bütün bu unsurların yanında, bir de Erdoğan’ın iktidarda kalmak için içeride ve dışarıda her türlü ödünü vermeye hazır bir lider olduğunu bütün muhatapları anladı. Bu görüntünün Türkiye’nin elini dışarıda ne kadar zayıflattığını Saray çevresinin bilmiyor olması düşünülemez. Ama yine de pozisyonlarından vazgeçmiyorlar ve vazgeçmeyecekler.
Sorunun temelinde bu hükümetin kendisi olduğu için, iktidar değişmeden bunun bir çözümü olmayacak.
Bu yazıda Yunanistan ve Rum Kesimi’nin dış politika stratejilerinin dönüşümünü ve uygulanışını göstererek, AKP eliyle yaşadığımız politikasızlığı netleştirmeye çalışacağım. Bazı Orta Asya ülkelerinin Güney Kıbrıs’ta büyükelçilik açma kararının arka planı ve AKP iktidarının acziyetinin daha iyi anlaşılacağını tahmin ediyorum.
Dünyada denge politikası ve blok politikası izleyen küçük ve orta büyüklükte devletler var. Brezilya, Güney Afrika, Azerbaycan gibi ülkeler denge politikasına yakın dururken, Japonya, G. Kore, Kanada gibi ülkeler sıkı blok politikası izlerler, yani parçası oldukları blok ile tam uyumlu hareket etmeye çalışırlar. Bunun dereceleri olabilir, yönetime ve döneme göre değişiklikler yaşanır. Örneğin, Macaristan Orban yönetimiyle birlikte, blok politikasından uzaklaştı. Komşumuz Yunanistan ve Rum Kesimi bir süredir daha sıkı blok politikası izlemeye başladılar. Herhangi bir moral değer etmeden bu dış politika stratejisinin nasıl işlediğini aşağıda tartışacağım.
YUNANİSTAN VE GÜNEY KIBRIS’IN BLOK POLİTİKASI
Yunanistan ve Güney Kıbrıs eşgüdüm içinde 2010’lardan itibaren stratejik bir yön değişimine gittiler.
Küresel olarak Rusya ile aralarına mesafe koydular ve ABD’ye yönelmeye başladılar.
Bölgesel olarak Türkiye’nin ilişkilerinin bozulduğu İsrail’e yakınlaştılar.
O dönemde Türkiye’nin arasının bozuk olduğu Mısır ve Körfez ülkeleriyle ilişkilerini geliştirdiler ve bu bağlar kalıcılaştı.
Hem Yunanistan hem Güney Kıbrıs AB üyesiydi ve AB desteği arkalarındaydı. Buna bölge dışından ABD, bölgede ise Mısır, İsrail gibi ülkelerin de desteği eklendi.
Bu ikilinin izlediği ince strateji Türkiye’yi Doğu Akdeniz bölgesinde yalnızlığa iterken, yine Türkiye’nin etkin olmaya çalıştığı Körfez bölgesi ülkelerini Yunanistan ve Güney Kıbrıs’a yaklaştırdı. Nisan ayında yaşadığımız, Orta Asya cumhuriyetlerini Güney Kıbrıs’ta büyükelçilik açmaya ikna etmeleri ve KKTC’yi tanımama taahhüdü altına girmeleri bu siyasetin bir uzantısıydı.
Beğenmek zorunda değiliz ama bu kendi içinde tutarlı bir stratejiydi ve sonuç aldı.
Öncelikle belli bir strateji etrafında hareket ettiler. Küresel sistemdeki bütün jeopolitik dönüşümlere karşın Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’de hala Batı’nın belirleyici olduğu saptamasından yola çıktılar. Her iki aktör de üyesi bulundukları AB’yi kendi politikaları doğrultusunda yönlendirebiliyorlardı. Buna ABD’yi de eklediler. Yeni politika Rusya’nın aradan çıkmasını gerektiriyordu, bunu da göze aldılar.
Bölgesel olarak da İsrail ve Mısır’a yanaştılar. Mayıs 2010’da Mavi Marmara olayından bir ay sonra Netanyahu Atina’daydı. Bundan sonra ilişkiler hızla gelişmeye başladı, Yunanistan, Güney Kıbrıs ve İsrail yanlarına ABD’yi de alarak 3+1 formatında stratejik diyalog süreci başlattılar. Aynı mekanizmayı Mısır ile de kurdular.
Ardından Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri, Yunanistan ve Güney Kıbrıs ile askeri ve enerji alanında işbirliğine girdiler. Doğu Akdeniz’de ABD’nin de dahil olduğu ortak tatbikatlar başladı.
ABD Kasım 2018’de Güney Kıbrıs ile güvenlik ve işbirliği anlaşması imzalarken, Fransa Mayıs 2019’da Güney Kıbrıs limanlarını kullanma izni veren bir anlaşma yaptı. ABD Güney Kıbrıs’a 1987’den beri uyguladığı silah ambargosunu 2019’da kaldırırken, 2024 ortasına gelindiğinde Güney Kıbrıs ile ilişkileri “stratejik” düzeye çıkardığını ilan etti.
Yunanistan’ın ABD ile askeri alanda girdiği işbirliği Türkiye’den de kaygıyla takip edildi. ABD, Yunanistan ile güvenlik alanındaki bağlarını güçlendirirken, Türkiye’ye de bir mesaj veriyordu. AKP iktidarına, Türkiye’nin stratejik öneminin sınırlarını çiziyor, Türkiye’yi gerekirse yedekleyebileceğini gösteriyordu.
Özellikle Girit’teki Suada üssü, ABD’nin Akdeniz filosu için çok kritikti, bu üs güçlendirildi ve Almanya ile birlikte bir hava savunma sistemleri yerleştirildi. Larissa ve Volos üsleri de geliştirildi.
Türkiye’de, sınıra çok yakın olduğu için ilgili kamuoyu tarafından tartışma konusu olan Dedeağaç (Alexandroupolis) limanı genişletildi. (ABD bunun kendisine ait bir üs olmadığını, Yunanistan’ın izniyle kullandığı bir askeri lojistik dağıtım merkezi olduğunu söylüyor). Yunanistan ayrıca Türkiye’nin Fransa ile Doğu Akdeniz’de (ve Afrika’da) mücadele ettiği dönemde Fransa ile de askeri işbirliğine girdi. Ortak tatbikatlar, savaş uçağı ve savaş gemisi alımı gibi gelişmeler yaşandı. Bu arada ABD savunma bakanı Atina’yı ziyaretinde bölgede Rusya etkisini azalttığı için Yunanlı yetkililere teşekkür ediyordu.
Ama iki ülke arasındaki işbirliği enerji, teknoloji ve bilişim alanlarını da kapsıyordu. Microsoft, Pfizer, Amazon, Cisco, JP Morgan Chase gibi dev ABD kökenli şirketler operasyonel üsler açarak ve yatırım yaparak Yunanistan’ı ödüllendirdiler.
Sonuçta Yunanistan ve Güney Kıbrıs, Türkiye’den daha sınırlı bir kapasite ile bölgede daha etkin aktörlere dönüştüler. Bu süreçte Yunanistan ve Güney Kıbrıs önce Türkiye’nin sorunlu olduğu ülkelerle başladılar, devamında ise Katar ve Orta Asya ülkeleri gibi arasının iyi olduğu ülkelerle de ilişkilerini derinleştirdiler. Rumlar bir yandan Erdoğan’ın çok yakın olduğu Katar’ı enerji alanında ikna ederek, ABD enerji devi Exxon Mobil ile Kıbrıs açıklarında sondaj izni verdiler, ikinci olarak Orta Asya cumhuriyetleri ile de bağlarını geliştirdiler.
TÜRKİYE NE YAPTI?
AKP iktidarı bölge dengelerinde yaşanan değişim ve kendisine yakın olduğunu düşündüğü müttefiklerine uzanan Yunanistan ve Güney Kıbrıs angajmanlarını izlemekle yetindi. Anlamsız bir şekilde kendi başarısızlığına “değerli yalnızlık” dedi. Koskoca ülkeye yaşattığı derin bir çaresizlikti.
Buna karşı bir hamle olarak Libya’daki iç savaşa dahil oldu. Bu hamle etkisizdi çünkü;
Libya bölünmüş bir ülkeydi, Türkiye’ye Doğu Akdeniz denkleminde katkısı olmak yerine, Trablus’taki Ulusal Mutabakat Hükümetinin Türkiye’ye ihtiyacı vardı.
2019 sonunda ise Ulusal Mutabakat Hükümeti ile deniz yetki alanlarını sınırlama mutabakat muhtırasını imzaladı. Yunanistan ise buna cevabı gecikmeden 2020 ortasında verdi ve Mısır ile Türkiye’nin deniz yetki alanı iddiasını geçersiz kılmak amacıyla bir anlaşma imzaladı. Sonuçta ortaya hem deniz yetki alanları konusunda bir belirsizlik çıktı ve hem de Yunanistan ile Mısır daha da yakınlaştı.
Bu dönemde Türkiye’nin tarihinde daha önce hiç olmayan bir şey yaşandı ve aynı anda Yunanistan, Mısır, Suriye, BAE, Suudi Arabistan ve İsrail ile ilişkiler bozuldu. Bunu herhangi bir dış politika mantığına sığdırabilmek mümkün değildir.
Bu politikasızlık, eksen ve hat belirleyememe ve hatalar silsilesi sonucunda geri çekilen Türkiye oldu. AKP hükümeti alttan almak zorunda kaldı ve önce BAE ve Suudi Arabistan, 2020’den sonra ise eş zamanlı olarak Yunanistan, Mısır ve İsrail ile ilişkileri toparlamaya çalıştı. Ama kayıpları geri sarmak mümkün değildi.
Hakan Fidan’ın Dışişleri Bakanı olmasıyla AKP dış politikasında önemli bir değişiklik yaşanmadı.
Türkiye kendisini uluslararası sistemde nerede görüyor, rolünü, yerini nasıl tanımlıyor, Türkiye’yi yöneten iktidar bunu hala ortaya koyamadı. Bunun yerine yaşadığı hezimetlerin gündeme getirilmemesi için çabaladı, eleştiriler karşısında kulağını üzerine yatmayı tercih etti.
Böyle devam ettiği sürece daha çok sorun yaşayacağız.