Kürtler bu iktidara niçin ve nasıl güvensin?

Geçen yıl ekim ayı başında MHP lideri Devlet Bahçeli’nin startını verdiği, iktidarın “terörsüz Türkiye” demeyi tercih ettiği, benim “yeni çözüm süreci” adını verdiğim süreçte kritik bir aşamadayız: PKK’nın silah bırakma ve kendisini feshetme kararını alacağı söylenen kongrenin toplanmasını bekliyoruz. Nisan başı, nisan ortası, nisan sonu derken şimdi mayıs başı, hatta ortası denilir oldu.

Gecikmenin nedeni olarak genellikle, Kandil’in öne sürdüğü bazı şartların, özellikle “kongreyi Öcalan yönetsin” talebinin yerine getirilmemesi gösteriliyor. Mümkündür. Zira siyasi iktidar bir pazarlık yapılıyor havası vermemek için elinden geleni yapıyor. DEM Partili yöneticilerin “artık top iktidarda” sözlerine Adalet Bakanı’nın “burada top oynamıyoruz” cevabı vermesi bu tutumun en çarpıcı örneklerinden. Son olarak cuma günü AKP Sözcüsü Ömer Çelik de “Örgüt kendini feshetsin gerisi gelir” şeklinde özetlenebilecek yaklaşımını tekrarladı.

Pazarlık yapıyor izlenimi vermemek

Sonuç olarak siyasi iktidar, 27 Şubat’taki Abdullah Öcalan açıklamasını temel alarak PKK’nın “kayıtsız şartsız” silah bırakmasını ve kendisini feshetmesini istiyor. Sorunların kökeninde bu “kayıtsız şartsız” dayatması yatıyor olsa gerek.

Bundan 17 yıl önce “Neden ilk olarak PKK’nın kayıtsız şartsız silah bırakması şart?” başlıklı bir yazı kaleme almış ve Kürt hareketi çevrelerinden “biz kurbanlık koyun muyuz?” şeklinde özetlenebilecek eleştirilerle karşılaşmış ve bir süre bu tartışmayı sürdürmeye çalışmıştım.

O tarihte, “PKK’nın şart ileri sürmesi pazarlık anlamına geleceği için devlet tarafından asla kabul görmez. Diyelim ki herhangi bir yönetici böyle bir eğilim içine girdi, bunu Türk kamuoyuna izah edemez. Dolayısıyla ‘pazarlık’ izlenimi, çözüm yerine sorunu daha da derinleştirebilir” demiştim, bugün de aynı durum geçerli.

Cumhur İttifakı’nın Kürtlere bakışı

Fakat 17 yıldan bu yana Türkiye’de, bölgemizde ve dünyada çok şey değişti. Suriye başta olmak üzere bölgemizdeki altüst oluşların son tahlilde Kürt hareketinin lehine olduğu düşünülebilir. Ama en önemli değişim siyasi iktidarda oldu: 2008’de nispeten Avrupa Birliği çıpasını gözeten ve “ileri demokrasi” lafını ağzından düşürmeyen AKP iktidarının yerini mutlak otoriter bir başkanlık rejimi aldı ve Bahçeli’nin MHP’si Erdoğan’ın müttefiki oldu.

Cumhur İttifakı’nın Kürt sorununa ve Kürt hareketine bakışını uzun uzun anlatmaya gerek yok. Dolayısıyla başlıktaki “Kürtler bu iktidara niçin ve nasıl güvensin?” sorusu son derece meşrudur ve cevabı da hiç kolay değildir.

Kendine güven

Yine de vermeye çalışalım:

Öncelikle Bahçeli, onun kadar olmasa da Erdoğan bu süreci Kürtleri çok sevdikleri ve Kürt sorununu çözmeye hevesli oldukları için değil şu ya da bu nedenle mecbur oldukları için başlattılar ve bitirmek istiyorlar.

Siyasi iktidarın önce Öcalan’ı ve DEM Parti’yi, nihayet dolaylı da olsa Kandil’i muhatap almak zorunda kalması bu mecburiyetin açık kanıtıdır.

İktidar öyle göstermek istese de bir “teslim olma” ve “teslim alma”anın söz konusu olmadığını içeride ve dışarıda ilgili herkes biliyor.

Özetle bu süreç, Kürt siyasi hareketinin ve ona destek veren Kürtlerin gücünün ülkeyi yönetenler tarafından tasdik edilmesi anlamına gelmektedir.

Sonuç olarak Kürt siyasi hareketi ve Kürtler siyasi iktidara güvenmemekte sonuna kadar haklı olabilirler ama kendi güçlerinin farkına varıp özgüvenlerini yeniden inşa ederlerse, diğer bir deyişle kendilerine ve ülkenin demokrasiden yana olan güçlerine güvenirlerse korkacak çok şey olmadığının da farkında olurlar.

Bu yazıyı bitirdikten kısa bir süre sonra Sırrı Süreyya Önder’in hayatını kaybettiğini öğrendim. Sırrı Süreyya’yı kardeşim gibi bilir ve severdim. Şu an onun hakkında ve onun hak ettiğine yakın bir yazı yazabilecek bir ruh halinde değilim. Bugün hep birlikte onu yolcu edeceğiz ve onu hep özleyeceğiz. Eğer Türkiye’ye bir gün barış gelirse Sırrı Süreyya’nın bunda çok katkısı olduğunu asla unutmayacak ve unutturmayacağız. Yolun açık olsun sevgili kardeşim, yoldaşım.