Çok partili hayata geçtiğimiz günden bu yana siyasi tarihimizin bize söylediği gerçek şu ki milletle inatlaşan, jakoben bir zihniyet yapısıyla halka tepeden bakan, onun iradesini yok sayan siyaset her zaman kaybetmiştir.
Bunun en önemli göstergesi ‘tek parti’ dönemi uygulamalarıdır. Üzerinden yüz yıl geçmiş olmasına rağmen, Cumhuriyet Halk Partisi hala o günlerin gölgesinden kurtulabilmiş değil. Oysa CHP, Kemal Kılıçdaroğlu ile başlayan ve bugün de Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu ile devam eden ve de ‘millet iradesi’ni esas alan ciddi bir değişim hamlesi yürütmeye çalışıyor.
Değişim konusunda nasıl bir mesafe alabilecekler onu zaman gösterecek. Ama bir gerçek var ki yıllardır iktidarda olmamasına rağmen, muhalifleri bugün bile hala CHP’yi o günler üzerinden eleştirmektedirler.
Esas itibariyle Türkiye siyasetinin yaşadığı bu tecrübeler, tam 25 yıldır iktidarda olan AK Parti için bir ders niteliği taşımalıdır. Ama bugün geldiğimiz noktada görüyoruz ki AK Parti iktidarı bırakın ders almayı, kelimenin tam anlamıyla ‘tek parti’ dönemini adeta ihya eden icraatlarla tarihe geçmeye çalışıyor.
Kaderin cilvesine bakın ki geçmişin ‘vesayet’ anlayışına en güçlü eleştiriyi yaparak iktidara gelen AK Parti, ‘siyaset mühendisliği’ marifetiyle ‘millet iradesi’ne adeta meydan okuyan uygulamalara imza atıyor.
Ve bunun sonucunda, kendisine yıllardır gönül veren, seçim zaferleri kazandıran geniş kitleleri, özellikle de genç kuşakları kaybediyor. CHP ise ‘millet iradesi’ diyor, toplumun farklı kesimlerini kucaklayacak politikalar üretmeye çalışıyor, liyakati, şeffaflığı savunuyor.
Maalesef AK Parti, kendisini enformasyonel bir hapishane olan ‘yankı yankı odası’na hapsetmiş bulunuyor. Tıpkı sanal alemde olduğu gibi farklı görüşlere kapılarını kapatan, kendisini tek taraflı bir iletişim ağına mahkum eden, ortak akla itibar etmeyen bir parti haline dönüştü ne yazık ki bugün AK Parti…
Biliyorum bazıları itiraz edecek ama eski AK Parti, toplumun farklı kesimlerinin taleplerini dikkate alarak, kimseyi ötekileştirmeden bir başarı hikayesi yazmıştı.
Ama artık tam tersi bir hikaye yazıyor. Bugün kimsenin konuşmasına, eleştirmesine, insanların fikirlerini özgürce beyan etmesine tahammül edemiyor ve herkesin içine korku salıyor. Düşünün ki 1 Mayıs’ı resmi bayram haline getiren AK Parti iktidarıdır ama dün 1 Mayıs bayramının kutlandığı İstanbul, sanki sıkıyönetim ilan edilmiş bir şehir görünümündeydi…
‘Vesayet’i inkar ederek kazandığı kendi başarılarını görmezden gelip, ‘millet iradesi’ne vesayet uyguluyor.
15 milyon insanın oylarıyla İstanbul’u emanet ettiği Ekrem İmamoğlu’nu hapse atıyor.
Ekonomik krizin yükü altında ezilen insanlar evlerine ekmek götürebilme derdini yaşarken, 19 Mart baskınından bu yana Merkez Bankası’nın 53 milyar dolarını yakmaktan çekinmiyor.
İmamoğlu’nun tutuklanmasının, yargının siyasallaştığının göstergesi olduğunu belirten Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selva Demiralp’in BBC Türkçe’ye yaptığı değerlendirmedeki şu uyarıları düşündürücü: "Ekonominin bel kemiği güven ve istikrardır. Harcamaları, yatırımları o güven sayesinde yaparsınız. Yaşanan siyasi risk bu güven ortamına büyük bir zarar verdi. CDS risk primleri şimdiden 300'lerin üzerine çıkmış durumda ve daha da artması muhtemel."
Kısacası AK Parti iktidarı artık garip gurebanın derdiyle ilgilenmiyor, emeklinin, asgari ücretlinin sesini duymuyor.
Gençlerin hayalleri ve umutlarıyla ilgilenmiyor, daha da vahimi onları gözaltına alıp tutukluyor…
Şimdi AK Parti’nin tek siyaset planı, Ekrem İmamoğlu’nu yarış dışı bırakarak adını cumhurbaşkanlığı seçiminde pusulaya yazdırmamak…
Ama bu yanlış bir hesap… Nitekim CHP lideri Özgür Özel, İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ı ön plana çıkararak ezber bozan bir açıklama yaptı ve İmamoğlu’nun seçime sokulmaması halinde adayın Mansur Yavaş olacağı imasında bulundu: “Cumhurbaşkanı Mansur Yavaş olur, Başbakan İmamoğlu olur. O sürece katkı sağlayan Cumhurbaşkanı olarak milletin gönlündeki figür olur.”
Dolayısıyla AK Parti’nin masa başında yaptığı hesaplar yanlış çıkabilir. Nitekim son yapılan anketler, İmamoğlu’nun açık ara önde olduğunu gösteriyor.
Ayrıca unutmayalım, Ekrem İmamoğlu ister hapiste, isterse dışarıda olsun, eğer ‘siyaset mühendisliği’ bu hızla devam ederse önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimi bir ‘İmamoğlu referandumu’na dönüşürse kimse şaşırmasın…