İstanbul’un seçilmiş belediye başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması üzerine düzenlenen protesto gösterilerinden birinde tutuklanan öğrenci Esila Ayık, cezaevinde bir dizi rahatsızlık geçirdi. Ayık’ın kalp hastası olduğu belirtiliyor.
Esila’ya yöneltilen suçlama Cumhurbaşkanı’na hakaret etmesi.
Protesto amaçlı olarak düzenlenen konserde “Diktatör Erdoğan” yazılı bir pankart açmış, bu nedenle tutuklanıp cezaevine konulmuş.
Bu tutuklamanın özel olarak üzerinde durmak gerekiyor.
Bilmiyorum hatırlar mısınız, daha önce de aynı sözü söylediği suçlamasıyla hakkında dava açılarak “adli kontrol” ve yurt dışına çıkış yasağı ile yargılanan Tekirdağ’ın Süleymanpaşa Belediye Başkanı Ekrem Eşkinat ikinci duruşmada beraat etmişti.
Esila Ayık ise aynı sözü söylediği için tutuklanmış.
Cezası 1 yıldan 4 yıla kadar hapis olan ve ilk suçu olduğu için büyük olasılıkla alt sınırdan cezalandırılacak olan Esila Ayık niye tutuklanmış?
Tutuklama kararını veren hâkim, Ayık’ın muhtemelen beraat edeceğini, beraat etmese bile yatarı olmayan bir cezaya çarptırılacağını bilmiyor muydu?
Bir öğrencinin, en az bir yılını çalacak tutuklama kararını verirken, neye göre hareket etti?
Daha önce de yazmıştım: Hâkimin “vicdani kanaati”, vicdanlı insan olmasından kaynaklanmaz.
“Vicdani kanaat”, Prof. Dr. Metin Feyzioğlu’nun aynı isimli kitabında yazdığına göre “aklın rehberliğinde ve hukukun çizdiği sınırlar içinde kalarak maddi olayın oluş biçimine ulaşırken şüpheye yer vermeyen bir kanaat” anlamına geliyor.
Peki bu “hâkimin vicdanı” nerede?
Bence aramak yersiz, bulamayız.
Belki de tuhaf olanlar bizleriz. Siyasallaşmış bir yargıdan beklemememiz gereken bir şeyi bekliyor, bir yanılsama içinde yaşıyoruz.
Öte yandan Esila’nın tutuklanmasına neden olan pankarttaki söz, siyasal hayatımızda hiç karşılaşmadığımız bir şey de değil.
Birçok muhalefet politikacısı bu sözü söyledi, iktidar mensupları da yanıtlarını “Erdoğan diktatör olsa, sen bu sözü söyleyebilir misin” diye verdiler.
Yakın siyasi tarihten bir örnek vereyim: CHP’nin o tarihteki Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan, “Erdoğan diktatörün şeddelisidir” dediğinde zamanın Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ “kendi yaptığı terbiyesizlik kendini tekzip etmektedir” diye yanıt verdi.
Bozdağ haklıydı: Bir ülkeyi yöneten kişiye “diktatör” diyorsanız ve başınıza bir iş gelmiyorsa, o kişi diktatör değildir.
Bu tür eleştiriler ancak demokrasilerde yapılabilir.
Çünkü demokrasilerde, kamu görevlileri ve yöneticilere yönelik eleştiriler, toplumu şoke edecek kadar ağır bile olabilir. Bundan kimse gocunmaz.
Oysa bir diktatörlükte, diktatöre, “diktatör” diyemezsiniz. Derseniz başınıza en hafifinden Esila Ayık’ın başına gelenler gelir!
Çünkü diktatörler de bilirler ki diktatör olmak aşağılık bir durumdur.
Diktatör olarak hükmetmekten vazgeçmezler ama bunun dillendirilmesinden de hoşlanmazlar.
Esila Ayık hakkında tutuklama kararı veren hâkîm bu basit gerçeği de bilmiyor muydu acaba?
Türkiye bir diktatör tarafından mı yönetiliyor ki “diktatör” demek suç oluyor?
“Vicdanlı hâkîm” meselesi
Yatarı olmayan bir suçtan tutuklu olarak yargılanan gençlerin duruşmasını ekim ayına bırakmak demek, kanunda yazılı olmayan bir cezanın hâkimin keyfine göre bu çocuklara çektirilmesi demek
Saraçhane'deki protestolara polis müdahalesi
Saraçhane’deki protesto gösterilerinden sonra gözaltına alınan gençlerin bazıları serbest bırakıldı. Takip edebildiğim kadarıyla tutuklu 49 kişi var ve bunların hepsi öğrenci.
Haklarındaki davanın görüldüğü mahkemenin son duruşmasında hâkim, duruşmayı 24 Ekim tarihine ertelemiş.
Suçlamanın, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet olduğunu biliyoruz.
Savcılığın basına yansıyan iddianamesinde de sanıkların “kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama” suçunu işledikleri iddia ediliyor.
Yani aslında savcı kibarca diyor ki “ortada suç filan yok, muktediri memnun etmek için bunları mahkemeye çıkarıyoruz, hâkim bey artık gerisi sana kalmış!”
Anayasa’ya göre temel hakların kullanımı idari bir kararla kısıtlanamaz.
Yargıtay’ın, AYM’nin ve AİHM’nin içtihatlarına göre de zaten böyle bir suç yok.
Üstelik kanunlarımıza göre bu gençler, Anayasa’ya, AİHM ve AYM kararlarına rağmen bu suçtan hüküm giyerlerse hapis de yatmayacaklar.
Mahkemenin hâkiminin de bunu bildiğini söyleyebiliyoruz, o koltukta oturduğuna göre!
Yatarı olmayan bir suçtan tutuklu olarak yargılanan gençlerin duruşmasını ekim ayına bırakmak demek, kanunda yazılı olmayan bir cezanın hâkimin keyfine göre bu çocuklara çektirilmesi demek.
Normal bir ülkene yaşıyor olsaydık, Hakimler ve Savcılar Kurulu, şu anda bu hâkime nasıl bir yaptırım uygulayacağını tartışıyor olurdu.
Anormal bir ülkede yaşadığımız için bu olmayacak.
Hatta belki hâkimin önü açılır, ağır ceza reisi bile yapılabilir.
Hâkim, kanunda olmayan bir cezayı keyfi olarak çektirecek.
Hapiste yatırmakla kalmayacak, çoğu üniversite öğrencisi olan bu çocukların hayatlarından bir yılı da çalacak.
Erteleme kararının “vicdanla” verilmiş bir karar olduğunu iddia edebilir misiniz?
Hâkim siyasi görüşleri nedeniyle bu konuda kişisel bir vicdan sorunu yaşamıyor olabilir elbette.
O siyasi görüşten zaten böyle bir “vicdani tutum” beklemememiz gerektiğini öğreneli çok oluyor.
Ama bu karar “hukukun çizdiği sınırlar içinde kalmadığını” da gösteriyor.
Vicdanlı bir insan olmasını beklemeye elbette hakkımız yok.
Ancak o makamda olmasının meşruiyeti Anayasa ve kanunlardan kaynaklanıyor.
O Anayasa’ya ve kanunlara uymasını beklemek bu nedenle hakkımızdır.