Ağır ve sürekli bir ekonomik krizin içindeyiz. Türkiye, daha ortada pandemi ve Rusya işgali yokken, küresel daralma falan yaşanmamışken 2018’in sonlarından itibaren krize girdi, çıkamıyor. Arada dünya birkaç kez değişti ama Türkiye’nin ekonomik kriz gerçeği değişmedi. Daha kötüye gitti. Ekonomiyi tanımlayan kur, enflasyon, cari açık, faiz gibi temel referans veriler birbirinden tatsız noktalara vardı.
Krizin ne kadar ciddi olduğunu ve yarattığı tahribatı anlamak için bugün artık neye rıza gösterdiğimize bakmak yeter. Nefeslerimizi tuttuk Hazine Bakanı’nın Merkez Bankası’ndaki birkaç arkadaşıyla birlikte uygulayacağı program sayesinde hiç olmazsa 10 yıl öncesine dönebilmeyi umuyoruz. Daha ne kadar kötü olabilir? Göz göre göre girdimiz, sonu böyle olacağı besbelli olan kriz, yıllarımızı ve kaynaklarımızı aldı götürdü. Şimdi azın azına razı olduk lakin onu bulabileceğimiz de şüpheli.
Bütün bunlar sadece ve sadece şahsi kudret gösterisi ve kötü yönetim yüzünden oldu. Türkiye en değerli yıllarını dış güç hikayeleri eşliğinde, liyakat ve ehliyetten mahrum kadroların elinde harcadı. Böylelikle elinde kötü bir ekonomi, gergin bir toplum, geleceğini Avrupa’da arayan bir gençlik ve merkeze doğru koşar adım ilerleyen eski moda bir ırkçılık kaldı.
Daha kötü olabilir mi? Olur, oluyor. Kötü yönetim, tabiatıyla ortaya kötü tablolar çıkarıyor. Sadece çalışanlar ve ücretliler değil, üretenler de dahil bütün kesimler fakirleşiyor. İnsanlar artık birkaç gün içinde bir önceki günlere göre daha da fakirleştiğini hissediyor. Yıldan yıla, aydan aya değil, haftadan haftaya fakirleşmeyi hissetmek… Bu yaşanıyor artık.
Daha kötüsü var…
Türkiye’de 2023 yılında bir şekilde devletten yardım alanlar; yani devletten aylık üçyüz-beşyüz dahi lira alamadığında ayakta kalamayacak hanelerin sayısı 4 milyon 989 bin 546’ya ulaştı. Yani 5 milyon hane. Çarp en az 4 ile; 20 milyona yakın insan ya gıda ya elektrik ya doğalgaz, ya öğrenci ya da bir şekilde devletin vereceği paraya muhtaç yaşıyor.
Bu rakam 2001’de 1 milyon haneydi. 2015’te 3 milyon, 2019’da 3,3 milyon, 2021’de 4.3 milyona çıktı, geçen sene 5 milyona dayandı.
Bilindiği gibi, hükümet bunu övünülecek bir şey olarak görüyor ve daha çok insana yardım parası ödemeyi “devletin şefkatli eli” olarak hikayeleştiriyor.
En kötüsü budur…
İktidar asli görevinin insanları huzur ve refah içinde -devlet dahil- kimseye muhtaç olmadan geleceğine dair güven duyarak, hesabını kitabını bilerek yaşatmak olduğunu unutmuş; onu fakirleştirip kendine muhtaç etmekle övünür olmuş. Muhtaç sayısın azaltmakla övüneceğine, her yıl üzerine koymakla şişinen bir iktidar… Oysa iktidarın başarısı, yardıma muhtaç olanların sayısını azaltıp, onlara da harçlık değil gerçekten işe yarayacak yardım yapmaktır.
Her şey gibi sosyal yardım da eğrisi doğrusu bilinmez hale geldi, alt üst oldu…
Türkiye, kişisel yönetim, hamaset, slogan ve komplo teorileri yoluna girmeyip akıl ve mantıkta kalsaydı ve hükümet uçup kaçmak yerine, sadece “sabah 9 akşam 5 mesai” yapsaydı bugün kişi başına gelir en az 17 bin Dolar’ın üzerinde olacaktı. Yani hükümet gölge etmeseydi, elini açmış devletten harçlık bekleyen 5 milyon hane ve 20 milyon kişi olmayacaktı. Türkiye, bu devirde yoksulluk gibi bir ayıbı yaşamayacaktı. 20 milyon insanına himmeti reva gören Türkiye, Rusya’nın ve Körfez emirliklerinin himmetine hamd etmeyecekti.