CHP’nin bünyesinde böyle bir potansiyel var. Dine ve dindarlığa düşmanlık olarak görülen laikliğin ideolojik versiyonu, yani laikçilik (laicitè karşısında laisisme), ayrıcalık ve üstünlük şeklinde tezahür eden seçkincilik, LBGTQ+’nın sembol olarak öne çıktığı gökkuşağı renklerini de içine alan liberteryenizm bu potansiyelin öne çıkan vasıfları olarak takdim ediliyor.
Kim tarafından?
Parti rekabetinde AK Parti tarafından.
CHP-AK Parti rekabetinde bugüne kadar defalarca tecrübe edildiği üzere CHP bu marjinalleştirme tuzağına kolaylıkla düşüyor. AK Parti kanadı ise, CHP’nin bu zaafını sonuna kadar sömürüyor. Merkezdeki muhafazakar seçmenin bir kısmı, “camileri ahır yaptılar”, “‘Tanrı uludur’ diye Türkçe ezan okuttular”, “başörtülü kızlarımızı üniversitelere sokmadılar”, “aileyi ortadan kaldırıyorlar” edebiyatına son dakikada ikna oluyor. AK Parti seçim kazanıyor, CHP beklediği oyu alamıyor.
Atatürk bugün CHP’nin başında olsaydı…
Atatürk bugün CHP’nin başında olsaydı…
İnsan, zannedildiği gibi homo economicus yani ekonomik bir yaratık değil. Ekonomik krizin yoksullaştırdığı insanların bir kısmı, perişan hallerine rağmen sonunda bu retoriğe teslim oluyor.
AK Parti de CHP’yi merkez seçmen nezdinde marjinalleştirmek, reel çözümleri ve rasyonel çözümleri tartışma dışı bırakmak için bu işi abartabildiği kadar sündürüyor.
Kısaca mesele, seçimden kimin galip çıkacağını belirleyecek kadar önemli.
Merkez seçmen:
En kararsız, en yanar-döner seçmen kesimi siyasetin merkezinde yer alır. Bütün demokrasilerde partiler bu seçmen kesimine gözlerini diker. Çünkü sonucu bu şekilsiz seçmen kitlesi belirler. Kokmaz, bulaşmaz, pek ortalıkta görünmez, solucan gibi yerin altında yaşarlar, ürkek ve kendi dünyasına gömülü, siyasi iletişime en fazla kapalı olan seçmen kesimi bunlardır. Kendi değerlerinin hiçbir zaman farkında değillerdir, ama sonucu onlar belirler.
Siyasetin tekniğini ve inceliklerini bilmeyenler genellemelerle muhakeme yürütür; “Halk filancayı istiyor” tarzı genelleme gibi. Halbuki her zaman halkın yüzde ile ifade edilen bir kısmı söz konusu edilmektedir. Halk tek kişi değildir, milyonlarca insan varsa milyonlarca eğilim var demektir. Siyasi partiler bu eğilimleri derleyip toparlayarak bir yüzde değeri olarak kendi seçmen tabanlarına eklemeye çalışır.
Kazananın her şeyi ele geçirdiği bizdeki seçimlerde sonucu halkın sadece %5’i belirliyor. Son cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’a düşen oyların %3’ü Kılıçdaroğlu’na verilseydi bugün bambaşka bir Türkiye’de yaşıyor olacaktık.
Bu %3-5’lik kesim kendi içinde homojendir.
Marjinalleşme, bir partinin merkezden uca doğru itilmesidir. Parti merkezden uzaklaştıkça marjinalleşir. Merkeze gözlerini diken parti diğerini marjinalleştirmek için çaba harcar. CHP için marjinalleşme seçkinci ve laikçi bir tutum, AK Parti için ise şeriat esaslarına dayalı bir siyasi düzen iddiası. Yeni sürümü ise otoriterleşme. CHP bugün AK Partiyi otoriterleşme ile yelpazenin marjına itiyor. AK Parti de yukarda sıraladığım bilindik kalıpları kullanıyor.
Siyasi parti kimliği olarak Atatürkçülük:
Partileri Atatürkçülük yoğunluğuna göre sıralamaya kalktığınızda ilk sırayı elbette CHP’ye vermeniz gerekir. MHP, İYİ Parti, Zafer Partisi, BBP gibi ülkücü partiler de bu konuda taviz vermezler. AK Parti ile DEM, Atatürkçü merkezin oldukça uzağına yerleşir.
Atatürkçülüğün kendisinden değil bir siyasi parti mensubiyetinin önemli simgelerinden birinden, siyasi parti rekabetinde tutum alma eğiliminin görünür göstergesinden bahsediyoruz. Özellikle muhalefet için ateşleyici bir gücü var. Elinize Atatürk’lü bir bayrak alıp sokağa çıktığınız zaman muhalif olduğunuzu kendinizden emin bir şekilde ve göğsünüzü gere gere haykırmış oluyorsunuz.
“Mustafa Kemal’in askeri” olmak genel bir kalıp olarak AK Parti’ye, tarikat veya cemaatlere mensup olmamak, AK Parti liderine bağlılık göstermemek olarak tekrarlanıyor.
Atatürk bugün CHP’nin başında olsaydı…
Mevcut haliyle muhalif bir simge olarak Atatürkçülük bir fikir manzumesi, bir ideoloji veya doktrin olarak herkesin uzağında. Bütün kitlesel siyasi kimlikler gibi Atatürkçülüğü benimseyenlerin de içine doldurdukları bagaj çok sınırlı. Sorulduğu zaman çağdaşlık, modern hayat biçimi, özgürlüklerden yana olmak, eşitlik ideali ve en fazla da yumuşak bir milliyetçilik Atatürkçülük olarak tanımlanıyor.
Atatürkçülüğü, -son zamanlarda moda tabirle- “Atatürk çocuğu olmak” iddiasını öne sürenler çok az ve sınırlı bir ortak paydayı paylaşıyorlar.
Sorun da buradan çıkıyor.
Atatürkçülük neydi?
Bu soru Atatürkçülerin pek kafa yormadıkları bir konu ve aktüel çelişkiyi yakalamak için önemli ipuçları veriyor.
İki görünür kriter koyabiliriz.
Atatürk, geride miras olarak bir dogma bırakmadığını, miras olarak kendi dışında bir otoriteye, yani akıl ve bilime müracaat etmemizi söylüyor. Böyle bakınca Atatürk’ün gösterdiği özel bir istikamet yerine eleştirel akla ve bilimsel yöntemlere müracaat etmeniz gerekir. Yani Atatürk’ün bizzat kendisi, Atatürkçülüğü önermemiştir.
Elbette bu referanslar siyasal mensubiyet arayan kitleleri tatmin etmek için yeterli değil; çünkü Atatürkçülük tanımlayıcı ayırıcı bir siyasi kimlik olarak çok yaygın bir şekilde benimseniyor. CHP iktidara gelse bu gösterge hızla düşüşe geçecektir.
Çağdaşlık, çok önemli bir kriter, ama sorunlu. Somut bir olgu üzerinden gidelim. Kendini çağdaş olarak niteleyenlerin önemli bir kesimi astrolojiye inanır. Aynı günlerde doğanların benzer kaderi paylaştıkları, gökyüzünde doğduğunuz güne göre gezegenlerin bulunduğu yerin hayatınızı etkilediği şeklinde baştan aşağı hurafe ve safsatadan ibaret kör inançlar yaygın olarak benimsenir.
Atatürk astrolojiyi yasaklamıştır.
Size basit bir soru: Astrolojiye inanmayan Atatürkçülerin oranı nedir?
Astroloji, bilimin toptan reddettiği yaygın ve profesyonel hale gelmiş bir sahtekarlıktır. Üfürükçülerden farkı olmayan profesyonel bir geçim kapısı. Eski zamanların tekke şeyhleri gibi ciddi bir suratla, uydurma hikayeleri ciddi televizyon kanallarında burçlara göre sıralayan astrologları Atatürk olsa sopayla kovalattırırdı.
Nitekim Atatürk astrolojiyi yasaklamıştır. Astrolojiye inanmak Devrim Kanunlarına aykırıdır. Atatürk’ün devrim kanunlarından en önemlisi Tekke ve Zaviyelerin Seddi’ne dair kanundur ve bu kanuna göre falcılığın ve gelecekten haber vermenin her türlüsü suçtur. Gerekçe akıl ve bilime aykırı olmasıdır.
Astrolojinin Atatürkçülüğe aykırı olduğunu, Atatürkçülere kabul ettirebilir misiniz?
Bu durum, Atatürkçülüğün ciddi toplumsal karşılığı hakkında size bir fikir verebilir.
Gardırop Atatürkçülüğü:
Bu tabir Çetin Altan’a ait. Atatürk rozeti ile simgeleşen, bir kıyafet gibi giyilip çıkartılan göstermelik ve sahte Atatürkçülüğü ifade ediyor.
Atatürkçülük cumhuriyet tarihinde hep görünenden farklı bir şeyi vurgulamak için kullanılmıştır. En yaygın haliyle kullanım formülü bir fikre veya doktrine bağlılık değil Atatürk’ün itibarına ve manevi otoritesine sığınmaktır.
Kemalizm, Atatürk’ün sağlığında, Recep Peker’in ülkenin gerçek hakimi olduğu dönemde icat edildi. Atatürkçülüğe ait olduğu sanılan yeniliklerin çoğu Peker’indir ve onun da ilham kaynağı o tarihlerde ziyaret ettiği Almanya ve İtalya’dır. Kemalizm CHP’lilerin çoğunun sayamayacağı, amblemdeki altı okla sıralanan ilkeleri ifade eder. Atatürk’ün ölümünden sonra İnönü, paralardan başlayarak onun yerine milli şef olarak kendi ismini yerleştirdi. Atatürkçülük ise 1950’den sonra Demokrat Parti’nin İsmet İnönü’nün CHP’sine karşı kullandığı bir koz olarak icat edilmiş, 27 Mayıs’ta cuntacılar bu maskenin arkasına saklanmıştır. 12 Eylül darbesinde bu kullanım zirve yapmış, 28 Şubat’ta Milli Görüş’e karşı bir fırtına gibi esmiştir. Hepsinde de birbirinden tamamen farklı bazen birbirine zıt Atatürkçülükler dolaşımda olmuştur. Her seferinde zamanın şartlarına, siyasi gerilimin inceliklerine göre tanımlamalar ve ağırlıklar kabul görmüştür.
Sorun son derece basit.
Cumhuriyetin kurucusu olarak Atatürk’ün haklı bir şöhreti, itibarı ve Kuzey Yıldızı gibi istikamet gösterme yeteneği var. Zorda kalanların sığınmaları, medet ummaları doğal. Bir melce, bir istinatgah olarak.
Peki bugün siyasetteki karşılığı?
Atatürk’ün partisi:
Atatürkçülükle gaza gelip, Atatürk üzerinden seçim kazanacaklarını sananları uyarmak için söylüyorum:
Atatürk sağlığında hiç seçim kazanmamıştı.
Aslında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Takrir-I Sükun ile kapatıldıktan sonra, gerçek seçimi andıran tek seçim 1931’de yapıldı. CHP’nin göz göre göre seçimi kaybedeceği anlaşılınca, Atatürk’ün talimatı ile kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası aceleyle kapatılmıştı. Fethi Okyar’a kurdurulan bu partinin bir sel misali gelişi, Tek Parti döneminde CHP’nin normal rekabet şartlarındaki ağırlığı hakkında bir fikir verebilir.
Örnek bununla sınırlı değil, yakın döneme gelelim.
Atatürk bayrakları ile simgeleşen mitingleri hatırlayalım.
28 Şubat döneminde Anıtkabir ziyaretleriyle başlayan, 2007’de cumhuriyet mitingleri ile zirveye yerleşen dalga bütün Atatürkçü bir başkaldırı olarak Türkiye’yi kapladı. İzmir, İstanbul mitinglerini hatırlamanız kafi. Muharrem İnce’nin seçimden bir gün önceki Maltepe mitingi de öyleydi.
“Atatürk bugün CHP’nin başında olsaydı seçimi kazanamayabilirdi”
Bugün değişen ne?
Aynı mitingler tekrarlanıyor, aynı kalabalıklar Atatürk bayraklarını aynı heyecanla sallıyor.
Değişenleri miting alanlarında değil, toprağın altında yaşayan %5’lik seçmen kesiminde aramanız gerekir.
Atatürk dirilip gelse, CHP’nin başına geçse, seçimi kazanamayabilir.
Çünkü Roma, boş mideler, boş inançlar ve -aristokrat elitlerin kendi aralarında söyledikleri gibi- ayak takımıdır.
Özetle, CHP’nin marjinalleşme potansiyeline dikkat çekmek istedim.
AK Parti’nin ve Erdoğan’ın tek çıkış yolu CHP’yi marjinalize etmekten geçiyor. Atatürkçülük, bütün inançlar gibi yüklediği aşırı doping ile CHP’yi aç midelerden, hayata dair basit gerçeklerden uzaklaştırıp uyuşturma riski taşıyor.
Heyecan ve motivasyon için tamam, ya politik vizyon?
Hangi Atatürk’le ?