Benim de yüreğim ezildi.
301 gencin, hayalini bile kuramayacakları hapishanede günlerini geçirirken yaşadıklarını en ince ayrıntısına kadar gözümde canlandırabiliyorum. Kolay değil, onların iki haftalarını geçirdikleri koğuşlarda benim dört yılı aşkın zamanım geçti. Oturup bir de Silivri Cezaevi’ni (artık Marmara diyorlar) anlatan, Silivri Postası adıyla hacimli bir kitap kaleme aldım.
Çok kalmayacaklar.
Gençler, başlarına geleni yaşıyorlar. Bedeli çok ağır bir tecrübe. Ben daha çok aklı orada kalan sevenlerini teskin etmek istiyorum.
“Gökyüzünün sadece küçük bir kısmı görünüyor”
Önce iyi taraflarını anlatayım.
Cezaevi şartları, bilhassa siyasi tutukluları yerleştirdikleri 9. Kısım’ın şartları çok fena değil. Resmen “oda” deniyor, ama aslında demir kapısı, mazgalı, hava kararınca kapanan avlu kapısıyla iki katlı bir koğuş. Yaklaşık 25 metrekareden ibaret bir avlu, daha küçük iki katlı bir koğuşu gözlerinizin önüne getirin. Avlu büyük bir nimet, ancak düzen size esaretinizi sürekli hatırlatacak şekilde tasarlanmış. 7 metreyi aşan avlu duvarlarının kare şeklindeki tepesinin kenarları jiletli tellerle, tepesi de baklava dilimli bir kafesle örtülü. Gökyüzünün sadece küçük bir kısmı görünüyor. Mevsim başlayalı epeyce oldu, tepede dört köşede saçaklarda serçeler yuvalarını yapmış kuluçkaya yatmış olmalılar.
Dubleksin ilk katı, 20 metrekareden az bir salon şeklinde. Köşede alaturka bir tuvalet-banyo var. Salonun tuvalete bitişik duvarı bir lavabo ve tezgahtan ibaret çelik bir mutfak şeklinde. Üstünde sizin temin ettiğiniz çaycı ve adam başı birer plastik tabak ile çatal-kaşık ve ucu kısaltılmış bir meyve bıçağı, ayrıca karavanadan yemek almanız için üç adet kapaklı çelik tencereniz var.
Televizyonu kendiniz almanız gerekiyor
Salonda plastik bir masa, üç plastik sandalye ve masanın üstüne yerleştirebileceğiniz küçük ekranlı standart bir led televizyon. Parasını verip kendiniz almanız gerekiyor. Bu çok değerli aletin en fazla 12-13 kanalı var.
Yine parasını verirseniz küçük bir buzdolabına sahip olma hakkınız bulunuyor.
Üst katta üç yaylı yatak ve aralarda çelik ince uzun sabit üç dolap var. Birer yastık ve battaniyeniz size zimmetli.
“Rutin” kontroller
İkinci iyi ayrıntı, İnfaz koruma memurları.
Aralarında kendisini çok mühim zatlar, hatta bizatihi devletin kendisi olarak görenleri saymazsanız insani iletişim kurmak çok kolay. Sabah ve akşam, günde iki kere sayım için 6-7 kişi gürültüyle demir kapıyı açıp koğuşa dalıyorlar ve rutin kontrollerini yapıyorlar. Ağır sorumluluk altındalar ve kurallara harfiyen uymaya çalışıyorlar. Otoriteleri tartışma konusu olmazsa iyi davranıyorlar.
Kantin çeşidi, Kütüphane’den talepler…
Cezaevi düzeni, her türlü iletişimin yazılı yapılması prensibine göre işliyor. Çok basit bir şey söylemek istediğiniz zaman bile dilekçe yazmak zorundasınız. İyi tarafı her şeyin kayıt altına alınması. Kötü tarafı ise çok bıktırıcı olması ve istemediklerinde karşılık alamamanız. İç kantinden gıda ve temizlik malzemelerini tek tek kantin fişine belirlenen günde tek tek yazıyorsunuz ve blok blok dağıtım yapılıyor. Kantin çeşidi çok az. Beklemeyi göze alırsanız dış kantinden de sipariş verebiliyorsunuz.
Haftada bir gün Kütüphane’den sipariş ettiğiniz sınırlı kitaplar geliyor. Cezaevinde kulağınıza gelen en müzikal ses, bu kitapların yüklenip dağıtıldığı bildiğiniz market arabasının tekerleklerinin sesi.
Koğuşların hemen üstünde, idare katında bir pratisyen hekim ve muayene odası var. Genel olarak doktorlar teşhis koymakta zorluk çekiyorlar. Kampüste yer alan Cezaevi hastanesine gidebilmek yine zaman gerektiriyor. İlaçlarınız gecikmeden getiriliyor. Nedense hep becerikli memurlar bu işlere bakıyor. Koğuşta, kalp krizi gibi acil bir durumda müdahale etmeleri bir yığın prosedürü geçmeleri gerektiği için çok zaman alıyor.
Periyodu şimdi nasıl bilmiyorum, ancak spor için küçük bir halı saha ebatlarında bir alanda bir saat bulunma hakkınız var. Halısı da sahası da bahane, asıl açık gökyüzü çok etkileyici. Nazım Hikmet’in Bursa Cezaevi’nde yazdığı “Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar” şiirini tam hakkını vererek okuyorsunuz.
Yemekler kötü, yalnız infaz memurları da sizinle aynı yemeği yedikleri için size özgü bir sorun değil. Kara Şimşek adı verilen bir mercimek yemeği tam bir felaket. Kullandıkları yağda sorun var.
“Zor olan onurunuzun kırılması”
Tavsiyem, bol su içmeleri ve sabah akşam birer saat spor yapmaları. Meyve ve sebzeyi bol yiyip, kafaya bir şey takmamaları.
Cezaevi hayatı zor değil; insanın sınırlarını zorlamıyor. Zor olan onurunuzun kırılması, esaret duygusu. Kelepçeler elinize takılıp çıkartılırken, avlu kapısı gürültüyle kilitlenirken, görüş günü heyecanlanırken, kafesten gökyüzüne bakarken hissettiğiniz esaret duygusu. Bu esaretin bir de haksızlık eseri olduğunu biliyorsanız.
Cezaevi hayatı katı kurallara bağlı. Bu kuralları öğrenmek, haklarınızı bellemek için İnfaz Kanunu ile İnfaz yönetmeliğinin bir nüshasını fotokopi parası karşılığı isteyebilirsiniz ve çok işinize yarar.
Silivri’ye yakınlarını emanet edenlere…
Cezaevi işte böyle. İyi tarafından bakarsanız güvenli bir yer. Başınıza bir şey gelme ihtimali dışarıya göre daha az.
Kısaca gençler için çok fazla endişe etmeyin.
Gençler kendi hikayelerini yazmakla meşguller. Bu günler de geçecek. Siz yeter ki üzerlerine sevgiden, şefkatten örülme ilave yükler bindirmeyin.