Ya gitmezlerse?

Hep algılar üzerinden ilerliyoruz.

Bilhassa ekonomik krizin derinleşmesiyle kamuoyu araştırmalarındaki trende göre AK Parti oylarının yüzde 30’un altına düştüğü algısı siyaset ve piyasa tarafından satın alındı. O kadar ki, Saray’ın ve AK Parti cenahının da bu durumdan endişe duyduğu görülüyor. Kısaca bugün seçim olsa, mevcut iktidar için yolun sonu görünüyor.

İktidarın geleceğiyle ilgili algı tam olarak böyle.

Bu durumda İktidar, henüz güç elinde iken, kaleyi kuşatanlara karşı bir huruç hareketi yaparak kendini emniyete almaya çalışıyor. Ekrem İmamoğlu merkezli diploma ve tutuklama operasyonları, bu siyasî huruç hareketinin fiile geçtiğini gösteriyor.

Olan bitenlerle ilgili algı bu şekilde.

Yani?

İktidar, geldiği şekilde gitmemek, sandıktan önce bir çıkış yolu bulmak için planladığı operasyonları yapıyor. Niyet bozuk. Geldikleri gibi gitmeyecekler algısı topluma yerleşiyor.

İmamoğlu’na düzenlenen operasyon haberlerimizin tamamını okuyun.

İmamoğlu’na düzenlenen operasyon videolarımızın tamamını izleyin.

Geldikleri gibi gitmezlerse ne olur?

Demokrasi teorisinin bu zorlu sorusu, artık gündelik hayatımızın bir parçası olarak aramızda bir hayalet gibi dolaşıyor.

Seçimle iktidara gelenler, seçimle gitmeyi reddederlerse, demokrasi içinde kalarak bu problem nasıl çözülür?

Muhalefet liderlerini hapse atarak, kumpaslar kurarak seçimi anlamsız hale getirmek, iktidar değişiminin önünü, sandık dışında dolaylı araçlarla kesmek de bu probleme dahil.

Evrensel birikime göre teorik çözüm şöyle:

Seçimle gitmeyi reddeden bir iktidar, meşruiyetini kaybeder. Meşruiyetini kaybettiği halde iktidarda kalmakta ısrar edenleri, zora başvurarak alaşağı etmek meşrû hale gelir. Buna başkaldırı veya direnme hakkı denir.

Nitekim Anayasa geleneğimizde 1961 Anayasası Başlangıç kısmı “direnme hakkı”na yer vererek, bu çözümü anayasaya dahil etmiştir. Hikâyesi çok namuslu değil. Darbeciler, darbelerini “direnme hakkı” ile temellendiriyor.

Ancak direnme hakkını, zora başvurmak yerine pasif direniş yöntemleri ile kullanmak da mümkün. Ghandi Hindistan’da sömürge yönetimini, şiddete başvurmadan bu yöntemle alaşağı etmiştir. Sivil İtaatsizlik, bu pasif yöntemlerin en yaygın bilinenidir. Haksız kanunlara ve uygulamalara boyun eğmemek, ama hiçbir şekilde şiddete başvurmamak bu yöntemin özüdür. Birçok başarılı eylemden bir örnek: Ghandi Hindistan’da İngiliz yönetimi tarafından yasaklanan kitapları eşeklere yükleyip köy köy dolaşıp dağıtarak, bu yasakları kaldırmayı başarmıştır.

Başka bir çözüm, demokrasiyi daha geniş bir alanda tanımlayarak bulunmuştur. Karl Popper, iktidarın şiddete başvurmadan değişebildiği bütün yönetimleri demokrasiye dahil eder. Seçim veya sandık şartını göz ardı eden bu yaklaşım, iktidar değişimi için şiddetin yer almadığı çok zengin seçenekler barındırır.

Hiçbir iktidar, seçimi kaybedeceğini bile bile sandığın hakemliğine müracaat etmez. Muhalefeti oyundan düşürmek için başka çareler ve çözümler peşine düşer.

O zaman sandığı sulandırmaya çalışan iktidara karşı muhalefetin başvuracağı yöntem nedir?

Saraçhane mitingi

Sokak çağrısı

Yöntemlerden biri, tam da CHP’nin şu anda uyguladığı sokak çağrısı.

Bu yöntem, temel bir insan hakkı olarak “Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı” şeklinde Anayasamızın 34. maddesi ile garanti altına alınmıştır. Bu hakkı düzenleyen 2911 sayılı bağımsız bir kanunumuz da var. İktidar sokak çağrılarından pek hoşlanmıyor, ama sokağa çıkmak demokratik bir haktır ve şiddetten uzak durduğu sürece halkın siyasete en etkin katılım ve doğrudan kendini ifade yöntemlerinden biridir.

RTÜK başkanının ve adalet bakanının, cumhurbaşkanı ile birlikte sokak çağrısını şiddet çağrısı gibi eleştirmeleri, Anayasaya da kanuna da aykırı.

Vatandaşlar iktidarın operasyonlarına karşı çıkmak için sokakta protestolarını gösterme hakkına, anayasal ve evrensel bir hak olarak zaten sahipler. Şiddet yöntemleri bu hakkın dışında.

Kamu erkinin görevi açık: Kamu düzenini sağlamakla görevli kolluk gücü, bu hakkın özgürce kullanılmasını sağlamakla mükellef.

Algı şöyle:

İktidar, cumhurbaşkanlığı seçiminde rakip olarak parlayan isimleri oyundan düşürmek üzere yargı marifetiyle siyasî operasyonlar düzenliyor. AK Partili belediyelere işletilmeyen ve İçişleri Bakanlığında bekletilen dosyalara karşılık, Sayıştay denetimlerine rağmen CHP’li belediyeler yargı taarruzuna maruz bırakılıyor. İktidar medyasında itiraf gibi ifşa edildiği üzere, Kılıçdaroğlu-Mansur Yavaş ittifakı üzerinden İmamoğlu-Özel merkezine karşı komplo planlanmış. Mansur Yavaş’ın kararlı duruşu ile plan çökmüş.

İnsanların sıcacık evlerinde iktidar kanallarını izleyerek bu duruma seyirci kalmalarını beklemek, iktidardakilerin aşırı güç iyimserliği olurdu.

İnsanların canı yanıyor. Ne yapsınlar?

Bu şartlarda sokak dışında hiçbir çare ve çözüm yok.

Gezi mi, Saraçhane mi?

Gezi’ye koskoca bir Kabataş Yalanı ve Dolmabahçe Camii’nde bira içtiler hikâyesi egemen oldu. Cami imamının, bu hikâyeyi yalanladığı için sürgün edilmesi bile algıyı değiştirememişti. Yöntem yine aynı. Bugün Saraçhane’de “Cami duvarına işiyorlar” ve “tarihi mezar taşlarını kırıyorlar” iddiaları servis ediliyor.

“Vandalizm” muhabbeti ve “polise karşı şiddet” şablonu da devrede.

Her ikisi de çok geniş tabanlı bir direniş, ama sonucu kestirebilmek için farklılığı vurgulamamız gerekir.

Gezi Parkı eylemleri

Mümtaz’er Türköne yazdı: Ya gitmezlerse?

Gezi Parkı eylemleri.

Kelimeleri tam doğru anlamlarına bağlı kalarak kullanırsak, Gezi spontane gelişen ve merkezi olmayan bir toplumsal direnişti. Saraçhane, örgütlü bir siyasal direniş. İkincisi bir siyasî partinin öncülüğünde ve yönetiminde sürdürülüyor. Disiplin altına alınması, kontrol edilmesi ve şiddetin uzağında barışçı bir protesto olarak sürdürülmesi daha kolay.

Nitekim Salı günü itibarıyla CHP’nin Saraçhane mitinglerini sona erdirmesi, mutlaka bir hesabın, kararın ve bu kararı uygulama yeteneğinin eseri. Ya bir pazarlık var, ya da geri çekilme taktiği. CHP sokağı, stratejik hesaplarla yönetiyor. Algı bu şekilde.

Gezi, iktidara had bildirme ve terbiye etme amaçlıydı; Saraçhane ise iktidarı değiştirmeyi hedefliyor. “Sokakta iktidar mı değişir?” sorusu, fotoğrafın bütününe uymuyor. Belli ki sokakta direnmeden adil ve eşit seçim imkânı olmayacak.

İktidarın direnişi

Toplumun önünde tek başına cenk eden Cumhurbaşkanı var. Çok ilginç şekilde iktidar içinde ne partiden ne Meclis grubundan ne de Saray danışmanlarından mevzuya dahil olan tek bir Allah’ın kulu bile yok.

İktidar medyasında, kullandıkları görüntülerden argümanlarına kadar tek şablondan çıkma malzemeyi beceriksizce ve inanmadan servise sokanlar, muhalefetin değirmenine su taşımaktan başka bir şey yapmıyorlar. Teknik ayrıntılara boğulup algıyı gözden kaçırıyorlar. AK Partilileri bile, bu operasyonların CHP’yi kulvar dışına itmek için yapılmadığına inandırmaları imkansız.

Savcılığın elinden iktidar medyası aracılığıyla ortalığa saçılan bilgi ve belgelerde de ciddi sorunlar var.

Kim kazandı?

Muhalefet, hapiste olmasına rağmen İmamoğlu kazandı. Liderler böyle krizlerde kendilerini ispatlarlar. Kitleleri sinir uçlarına dokunarak yönetme becerisine sahip bir Özgür Özel çıktı ortaya.

Ya strateji?

Stratejik hedef iktidar değişimi olduğuna göre, bugün olup bitenler bu hedefe göre tartılmalı. Sonuç: İktidar cephesi kendi operasyonu ile kaybetti. Muhalefet yekpare hale gelerek ağırlığını gösterme fırsatı buldu ve kitlelerin beklentisini beslemeyi başardı. CHP iç sorunlarını çözmeyi, muhalefet ise hukuksuzluğa karşı dayanışmayı bu operasyon sayesinde başardı.

Ekonomik kayıp çok ağır, Mehmet Şimşek’in sinekten yağ çıkartarak halkın satın alma gücünü azaltarak yani insanları yoksullaştırarak biriktirdikleri birkaç gün içinde buharlaştı. En önemlisi mevcut iktidarla ekonomik refaha kavuşma umudu kül oldu.

Zamanla daha iyi anlaşılacak en önemli sonuç: Devlete ait ayrıcalıkları yani yetkileri kullanarak yok etmeye çalışan iktidar, meşruiyetini kaybetti. Sandığı bahane eden çoğunluk diktası, artık o bahaneye bile sığınamayan bir azınlık diktasına dönüştü. İktidar, tepeden tırnağa meşruiyetini kaybetti.

Çözüm süreci sekteye uğradı. Devlet, yüz yıllık sorunu çözmek için altın değerinde bir fırsat yakalamıştı. Devletin beka sorunu, gündelik siyasî rekabet için çürüyor. Önceden kararlaştırılan, Öcalan’ın Nevruz mesajının Diyarbakır’a ulaştırılmasından vazgeçilmesi neleri feda ettiğimize dair fikir vermeli.

İki siyasi partinin seçim ittifakını terör suçlaması için yeterli gören savcıların, Türkiye’nin gerçekleştirdiği Kardeşlik Projesi’nden galiba haberleri yok.

Sonuç?

Erken seçim, iktidarın ülkeyi sürüklediği siyasî ve ekonomik krizden çıkış için tek çare olarak güç kazanıyor. Bu haftanın kamuoyu araştırmaları, AK Parti’nin oy kaybını, dolayısıyla meşruiyet açığının büyümesini yeteri kadar gösterecektir. Bu haliyle iktidar bırakın muhalefeti yok etmeyi, ülkeyi bile yönetemez.

İktidarın huruç harekâtı tam olarak fiyasko ile sonuçlandı, muhalefet için altın değerinde bir fırsata dönüştü. Saraçhane’de miting değil, kutlama yaptılar.

Bana sorarsanız, geldikleri gibi giderler. Çünkü giderlerse, tekrar gelme fırsatları olabilir; ama gitmezlerse onlar da geleceklerini kaybeder. Meşruiyetini kaybederek kalmanın bedeli çok ağır, kimse bu bedeli ödeyemez.