Too big to fail… Yani, batmak için çok büyük!
Belirli ölçeği aşan şirketlerin, özellikle finansal kurumların birbirlerine bağımlılığını ve en küçük problemde sistemik sorun yaratabileceğini anlatan bu kuram, şimdilerde Türk siyasetine de uyarlanabilecek durumda.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığından uzaklaştırılan Ekrem İmamoğlu'nun çıkar amaçlı suç örgütü liderliği iddiasıyla tutuklanmasının, terör örgütüne yardım suçlamasında ise -zaten tutuklu olduğu için- adli kontrole tabi tutulmasının ardından gelişen süreçler her bakımdan ibretlik.
Neden? Çünkü İmamoğlu, belediye başkanı seçildiği ilk günden itibaren konjonktürel bir avantaja sarıldı. AK Parti'ye karşı başarı elde etmiş, İstanbul'u kazanmış olmanın görece psikolojik üstünlüğünü araçsallaştırmayı, hukuken dokunulamayacak aşamaya kadar taşımayı hedefledi. Kendisini, 6 yıl öncesinden cumhurbaşkanı adayı olarak konumlandırdı. İlk dönemindeki icraat yetersizliklerine rağmen, "İstanbul'u, AK Parti'nin elinden alan başkan" sıfatını sonuna kadar kullandı. O da biliyordu ki Ankara'ya uzanan yol keskin virajlı ve maliyetliydi. 2023 yerel seçimlerini ne pahasına olursa olsun kazanması gerekiyordu. Bu nedenle her türlü ittifaka açık bir strateji izledi. Tüm imkânlarını, araçları seferber etti. Olası riskleri göze alarak seçimi kazanmak için, PKK terör örgütü patentli isimleri manivela yaptı, onlara kadrolar dağıttı. Eş zamanlı olarak Türkiye'deki büyük sermaye ile ticari faaliyetleri olan muhtelif tarikat/cemaatlerle, yurtdışındaki etkili odaklarla, Tayyip Erdoğan karşıtlığı ile malûl oluşumlarla dirsek temasına girdi. Yetmedi, CHP Genel Merkezi'ni kontrol altına almak için, şaibeli olduğu tartışılan ve yargıya intikal eden kurultaya damgasını vurdu. Esasen, Ankara'ya açılmakta geç kaldı. Nitekim kurduğu ittifakların ve karmaşık ilişkilerin yetmeyeceğini fark ettiği dakika, Türkiye Belediyeler Birliği Başkanlığı'nı da üstlendi. Böylece, Ankara'ya gelmek, yakın temaslar kurmak için meşru gerekçe üretmiş oldu. Hatta Ankara'ya özel kurumsal iletişim ağı bile ördü. Daha önce yazdığım gibi Ekrem Bey, Ankara'ya yani devlet dinamiklerine güven veremedi. Elbette bu bir mekanizma değildi. Başkent'te, devlet hassasiyeti olan kurumlar ve yöneticileri Ekrem Bey'in oportünist çizgisine, kontrolsüz hırsına, Makyevelist tarzına mesafeli durdu. Yoksa seçilmiş siyasi aktör kimliğini tartışmaya açmadı!
Gelinen aşamada İmamoğlu'nun tutukluluğu gösterdi ki… Dosya içeriğinden, vahim iddialardan, somut delillerden ziyade, Ekrem Bey'in siyasi ve hukuki dokunulmazlık plânı ağır bastı. İmamoğlu'na, öylesine güç ve umut vehmedilmişti ki adli değerlendirmeler, siyasi söylemlerin gölgesinde bırakıldı. Örneğin… Gizli toplantı yapılarak ihale verilecek şirketlerin tespit edilmesi, ihalelerden alınacak komisyonların belirlenmesi, bu amaçla mutemet isimler görevlendirilmesi, paraların elden örgüt yöneticilerine teslim edilmesi ve siyasi amaçlarla kullanılması… Veya bazı şirketlerin tek kişilik olarak kurulması, sonrasında aktif ticari hayatının bulunmaması, bazı şirketlerin sadece naylon fatura kesmek için açılması… Toplamda bu illegal kaynakların, Ekrem İmamoğlu'na siyaseten Ankara yolunu açmak üzere biriktirildiği ve gerektiğinde kesenin ağzının açıldığı görülmek istenmedi! Aksine, İmamoğlu'na sahip çıkma söylemi altında gençler ve sokaklar kaşınarak, kamu düzenini tehlikeye atacak çağrılar birbirini izledi!
Gelelim madalyonun İmamoğlu dışındaki yüzüne…
Türkiye; iç cephesini tahkim ederken, Terörsüz Türkiye idealinde tarihi mesafe almışken, Suriye'deki yeni yönetim Ankara'nın kaygılarını giderecek pozisyona evrilirken, Avrupa Birliği güvenliğini sağlamak için yeniden Ankara'ya yönelirken, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'la ABD Başkanı Trump'ın ilk resmi telefon görüşmesi ileriye yönelik olumlu sinyaller verirken, Rusya-Ukrayna savaşının sona erdirilmesinde ve sonraki mimaride Türkiye vazgeçilmezler arasına girerken, içeride ekonomi nispeten olumluya gidişin emarelerini verirken...
Birdenbire Ekrem İmamoğlu'nun tek gündem haline gelmesi, muhalefetin konsolide edilmesi, kutuplaşmadan beslenen mihrakların canlandırılması, piyasaların huzurunun kaçması, toplumsal stresin artması, dış görünümün bozulması bana manidar geliyor!