Ülkenin en büyük şehrinin belediye başkanı evine yapılan şafak baskınıyla gözaltına alındı…
Ama diyorlar ki karar zaten çoktan verilmiş, hapse atılması mümkünmüş…
Seçimle geldiği makama da kayyum atanabilirmiş…
Sadece ülkenin en büyük belediyesine değil, ülkenin birinci partisine kayyum atanması da gündemdeymiş…
Sadece bunlar da değilmiş; ülkenin en büyük ikinci şehrinin belediye başkanı için de bir girişim söz konusuymuş…
Ortalık doz dumanmış…
Muhalefet yönelik operasyonlar devam edecekmiş…
***
Gündemin özeti budur. Bütün bu iddialar, tahminler, mış’lar, muş’lar lafta da kalmıyor. Şaşılacak bir isabetle hepsi bir vadede oluyor. En olmayacak, en akla gelmeyecek, en yapılamayacak şeyler dahi… Önce sızdırılıyor, ardından da bir sabah büyük bir gürültüyle gerçekleşiyor.
Gelip vardığımız Türkiye tablosu işte böyle bir şey. İstanbul’un seçilmiş belediye başkanı Ekrem İmamoğlu, siyasi bir kararla oyunun dışına itiliyor. Üniversite diplomasını iptal ettirecek kadar ve hatta onu terör suçuyla yargılayacak kadar sınır tanımaz bir hücumla. Evinden alınıp, ifadesi için nezarette 56 saat bekletilecek kadar “özenli” bir muameleyle… Maksat ne? İmamoğlu, Cumhurbaşkanı adayı olamasın. Ne pahasına olursa olsun tasfiye…
Peki, ne pahasına?
“Türkiye’nin dünyadaki imajı bozuluyor… Bütün göstergelerde en diplere doğru gidiyoruz… Yabancı yatırımcının iştahı kaçıyor…” gibi şablonlarla artık vedalaşalım. Elbette bunların hepsi oluyor ama meselemiz artık bundan daha büyüktür. Zaten iyiden iyiye gerilemiş demokrasinin eldeki tek tutar dalı, seçim hakkı da önemsizleştiriyor. Milletin kimi seçeceğine veya istese de seçemeyeceğine milletten önce karar veren ve kendini millet yerine koyan bir irade, seçme hakkına müdahale ediyor.
Dünyanın ne düşündüğünden, yatırımcının ne yapıp edeceğinden daha önemli olan Türkiye’de demokrasinin ve millet iradesinin karşı karşıya bulunduğu bu tehlikedir.
Suçu sadece seçim kazanmak olan ve yeni seçimde de aday olmak isteyen genç bir politikacı, ülkenin gözü önünde ağır çekim siyasi infazla serbest rekabetin dışına atılıyor. Peki, O’nun zorlama gerekçelerle oyun dışına atıldığı seçim, kazananı ve kazananın destekçilerini tatmin edecek mi? Olsun da nasıl olursa olsun mu? Her şeyden kıymetli olan milli iradenin seviyesini buraya kadar düşürüyoruz ve buna yine demokrasi mi diyoruz?
İktidarı korumak için dahi büyük bir paha, ağır bir bedel. Oysa, siyaset yerine gücün ikame olduğu bir yol hiçbir hedef için mübah olamaz. Bugün İmamoğlu’na yapılanlar bir siyasi yöntem olmadığı gibi iyi bir fikir de değildir. Gerekçeleri izah edilemez ve bu yapılanlar yasağın tarafı olan muhafazakar-sağ siyaset geleneğinin tarihi için hiç iyi anılacak bir hatıra olmaz.
Siyaset, kendi özgün yöntemleriyle yapılmadıkça suratları ekşitir, damakta kekremsi tat bırakır. Şimdi yaşanmakta olan şey tam da budur.
Sandık rekabeti mutlak surette adil, eşit ve ortak oyun kurallarıyla olmak zorundadır. İktidarı korumak meşru hedeftir ama ne pahasına olursa olsun, değil. Taraflardan birisi elindeki güçten yararlanarak diğerini oyun dışına atamaz. Atarsa, demokrasiden söz edilemez. Seçilmiş belediye başkanı hapse atılırsa da yerine kayyum atanırsa da edilemez.
Bir demokraside böylesi şeyler bırakın yapmayı, akla bile getirilemez. Bir de şunu söyleyelim… Faydası da olmaz.