İmamoğlu’na kırmızı ışıkta geçti diye dava açılır mı?

Başlıktaki absürtlüğün farkındayım, yazıya bilerek böyle bir başlık koydum. Ama ne yapalım ki son dönemde yaşadıklarımız öylesine akıl dışı bir noktaya geldi ki bazı şeyleri normal cümlelerle ifade etmek neredeyse imkansız hale geldi.

Ve kelimenin tam anlamıyla hukukta siyasallaşmasının adeta zirvesini yaşıyoruz…

Biliyorum her gün aynı şeyleri tekrar etmekten artık hepimize gına geldi. Ancak her şeye rağmen, hukukun sınırlarını zorlayan ve de Türkiye’yi dünyada adım adım antidemokratik ülkeler ligine düşüren uygulamaları bıkmadan usanmadan hatırlatmak da insani bir görev.

İşte tam da bu yüzden şu sorulara vicdani bir sorumlulukla ve hakkaniyetle cevap aramamız gerekiyor.

Bu ülkede yaşayan bir birey olarak, haber yaptıkları için gözaltına alınan, tutuklanan gazetecileri görmezden mi gelelim? İşte Halk Tv Yayın Yönetmeni Suat Toktaş bir aylık tutukluluk süresinin ardından beraat ederek tahliye edildi. Elbette gazeteciler de eğer yasal anlamda bir suç söz konusu ise yargılanabilirler. Ama haber yapmanın karşılığı apar topar tutuklanarak kişiyi özgürlüklerinden mahrum etmek değildir. Dünyanın hiçbir hukuk devletinde haber yüzünden gazeteciler tutuklanmaz.

Türk sanayisinin ve ticaretinin bel kemiğini oluşturan TÜSİAD yöneticilerini görüşlerini açıkladılar diye polis nezaretinde savcılığa götürmeyi makul bir davranış olarak mı görelim?

Kendi ülkesinin iş insanlarına böyle bir muameleyi reva gören bir ülkeye yabancı yatırımcı güvenle gelebilir mi?

Halkın oylarıyla seçilmiş muhalif belediye başkanlarına siyasi operasyon yapmayı, pek çoğunun yerine kayyım atamayı rutin hale dönüştüren uygulamaları hangi ‘hukuk devleti’ anlayışıyla izah edeceğiz?

Bütün seçimli demokrasilerde iktidar ve muhalefet arasında zaman zaman sert tartışmalar, hatta demokratik nezaketi zorlayan keskin ifadeler de kullanılabilir ve bu bir ölçüde tolare edilebilir. Ama iş devlet gücünü kullanarak, muhalefeti şeytanlaştırma üzerine bina edilen bir sürek avına dönüşürse, işte o zaman bunun adı siyasi mücadele değil, muhalefeti hizaya sokma operasyonu olur.

Maalesef son dönemde özellikle Ekrem İmamoğlu’nun etrafını kuşatmaya dönük bir süreç yaşanıyor ki doğrusu bunu vicdanla ve hakkaniyetle izah etmek mümkün değil. Hiçbir evrensel hukuk literatüründe suç kapsamında yer almayan ‘ahmak’ kelimesi üzerinden başlayan davalar silsilesi, neredeyse her gün yeni davalar ve soruşturmalarla ve aynı zamanda ilçe belediye başkanlarının tutuklanmalarıyla devam ediyor.

Bu davalar da yeterli bulunmamış olmalı ki şimdi de CHP İstanbul İl Kongresi'nde seçime hile karıştırıldığı ve seçim kanununa aykırı hareket edildiği iddialarıyla ilgili soruşturma başlatıldı. Bilindiği gibi geçtiğimiz günlerde CHP kurultayı ile ilgili de soruşturma başlatılmıştı.

Öyle anlaşılıyor ki “iç cepheyi tahkim etme” anlayışı, muhalefeti tümden susturma uygulamalarıyla devam edecek… Eğer süreç bu minval üzere devam ederse, günün sonunda bir gerekçe icat edip Ekrem İmamoğlu’na “kırmızı ışıkta geçtiği” iddiasıyla soruşturma açılırsa hiç şaşırmamak lazım…

Maalesef AK Parti iktidarı kendi başarı hikayesini bile inkar eden çok dramatik bir sona doğru ilerliyor. Ne yazık ki sadece kendi hikayesini bozmakla kalmıyor, aynı zamanda ülkeyi dünyadan tecrit eden bir ‘kapalı Türkiye’ fotoğrafı çiziyor.

Tıpkı AK Parti’nin 2002 yılında yola çıkarken ilkeselleştirdiği şu ifadelerde olduğu gibi: “Kendini dünyadan tecrit eden bir ulusal sistemin uzun sure ayakta kalması düşünülemez. Artık, kendi içine donuk böyle bir sistemle toplumun talepleri karşılanamayacağı gibi, uluslararası camianın saygın bir üyesi de olunamaz.”

Eğer siyasette ahlaki ölçüyü, ilkeli duruşu kaybeder ve ne pahasına olursa olsun her şeyi sadece iktidar olma üzerine bina ederseniz, artık sizin için her yol mubah demektir.

Yeni AK Parti için bir anlam ifade eder mi bilmem ama eski AK Parti 2002 yılında sanki bugünleri görmüş gibi bu çürümeyi aynen şöyle tarif etmişti: “Siyasette ilkeli yaklaşımların yerini günü birlik çıkar ilişkilerine bıraktığı bir donemde "ahlak" en önemli değer olarak öne çıkmıştır. Devlet ve toplum hayatını tahrip eden rüşvet, yolsuzluk, usulsüzlük ve partizanlık gibi yozlaşmaların yaygınlaşması, siyasetin kurum olarak itibar kaybetmesine ve halkın siyaset kurumuna olan güveninin sarsılmasına sebep olmuştur.”