DEM Parti, İmralı’dan “yüzyıllık bir çağrı” ve “yol haritası” beklerken olabildiğince puslu bir havada Kandil, Suriye ve Avrupa’daki kadrolara üç mektup ulaştırıldı. Öcalan’ın yazdığı mektupların içeriği sadece muhataplarına malum, bize meçhul.
Fakat mektubu alan Suriye Demokratik Güçleri (SDG) Komutanı Mazlum Abdi, HTŞ yönetimine karşı yelkenleri indirdiği izlenimi veren bir adım attı. Bu yeni tutum, mektupla gelen işarete göre gelişen bir istikamet olabilir mi?
HTŞ-SDG arasındaki görüşmelerde temel prensiplerde ortaklaşma sağlansa da birleşmede statü, mekanizmalar ve zamanlama üzerindeki anlaşmazlıklar yüzünden süreç tıkanmıştı. IŞİD/Kaide eskisi Ebu Muhammed el Colani kod adlı Ahmed el Şara’nın SDG destekçisi ülkelerce de ‘geçici cumhurbaşkanı’ olarak tanınması, Türkiye’nin Irak, Suriye ve Ürdün’le birlikte IŞİD’e karşı dörtlü koalisyon kurup ‘terörle savaş’ kartını geçersiz kılma çabası, Trump’ın Suriye için vereceği kararı ağırdan alması ve Şam’daki yeni efendilerin özerklik fikrine yabancılığı Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi’nin şansını zayıflatmıştı. Mazlum Abdi’nin zemini yumuşatmak için yaptığı bazı teklifler de durumu değiştirmemişti.
***
Abdi 17 Şubat’ta North Press'e demecinde Colani’yi Suriye’nin yeni ‘cumhurbaşkanı’ olarak kutlayıp bölgenin gerçekliğine tanıklık etmesi için Fırat’ın doğusuna davet etti.
Abdi, HTŞ’nin kendilerinden beklentilerini de sıraladı: Suriyeli olmayan savaşçıların SDG saflarından çıkarılması; IŞİD tutuklularının hükümet gözetimine bırakılması; hükümet kurumlarının kuzeydoğu Suriye'ye geri dönmesi.
Demecine “Tüm Suriyelileri birleştirecek ulusal bir çözüme açığız” diyerek noktayı koydu.
Burada statü pazarlığında garantileri görmeden Colani peşinen tanınıyor. Bu bir jest ama aynı zamanda masadaki en önemli karttan feragat. Colani Şam’da 18 örgütün katıldığı Zafer Konferansı’nda cumhurbaşkanı ilan edildiğinde SDG kararı tanımamıştı.
Ardından ulusal diyalog konferansının hazırlık komitesi oluşturulurken ne özerk yönetimden ne de dışardan herhangi bir Kürt temsilciye yer verildi. Bunun üzerine PYD Başkanlık Konseyi Üyesi Salih Müslim, SDG, Suriye Demokratik Meclisi (SDM) ve özerk yönetimin diğer organları ulusal konferansta adil bir şekilde temsil edilmezse alınan kararların kendilerini bağlamayacağını söylemişti.
Komitenin yedi üyesinden üçünün doğrudan HTŞ’den geliyor olması Colani’nin süreci tekeline aldığının açık göstergesiydi. Komite sözcüsü Hassan Dağim’in ilk açıklaması da umut kırıcıydı:
“Kürt SDG de dahil olmak üzere silahlı gruplar silahlarını ve velayetlerini teslim etmedikleri ve Savunma Bakanlığı'na entegre olmadıkları sürece konferansa katılmayacaklar. SDG, Kürtleri temsil etmiyor ve ülkenin kuzeydoğusundaki Suriyelileri temsil edenler de bu vilayetlerin halkıdır. Suriye'de hiç kimse bir ayrıcalık dayatamaz ya da vatanın bir parçasını ele geçiremez.”
***
Bu atmosferde 17 Şubat’ta Abdi’nin “Cumhurbaşkanı Şara” açılımını teyit eden başka bir adım atıldı. SDG, SDM ve özerk yönetimin yetkilileri Haseke kırsalındaki El Vezir tesislerinde bir toplantı yaptı. Alınan kararları SDG'ye bağlı Kuzey Demokratik Tugayı Komutanı Ebu Ömer el İdlibi duyurdu. Daha sonra özerk yönetim de fazla detaya girmeden kararları teyit etti.
İdlibi'nin paylaştığı bilgilere göre Suriyeli olmayan tüm savaşçıların SDG saflarından ayrılıp kuzeydoğu Suriye’den gönderilmesi kararlaştırıldı.
PKK bağlantılı kadroların gönderilebileceğini daha önce Abdi de dile getirmişti. Ankara bütün müdahale hamlelerini buradan mıhladığı için bu gerekçeyi ortadan kaldırmak önem kazanıyor.
Tabii arananlar listesindeki yabancı cihatçı liderlerin üst düzey rütbelerle yeni Suriye ordusuna yerleştirilmesi ve diğer yabancı milislere vatandaşlık verilmesi nedense göze batmıyor!
İkinci karar; SDG ve özerk yönetime bağlı güvenlik kurumlarının Suriye ordusuna dâhil edilmesi.
Bu ilkesel bir karar. Yeni bir açılım getirmiyor. HTŞ yönetiminin istediği SDG’nin kendini feshedip askerlerinin bireysel olarak orduya katılması. Blok halinde yani özerk karakterini koruyarak entegrasyon Şam’ın kırmızı çizgisi. SDG katılacak ama nasıl? Blok katılımla bireysel katılım arasında bir formül bulundu mu? Abdi’ye genelkurmay ya da savunma bakanlığında hatırlı bir koltuk verilip SDG sadece Kürt yoğunluklu bölgelerde yerel asayiş gücüne mi indirgenecek? Bu soruların yanıtı yok.
Üçüncü karar; kuzeydoğu Suriye'de devlet kurumları yeniden faaliyete geçirilecek.
Kurumlar devredilecekse özerk yönetim sona mı erecek? Ademi merkeziyetçi yaklaşımla yerele yetki devri yeterli bulunacak mı? Sanırım bu da pazarlık konusu olmaya devam edecek.
Diğer kararlar ise Şam’la koordinasyonun artırılması, yerlerinden edilmiş insanların evlerine dönmelerinin kolaylaştırılması, alınan kararların uygulanması için ortak komitelerin kurulması, Colani’nin tebrik edilmesi ve kuzeydoğu Suriye'ye davet edilmesi.
***
HTŞ’den henüz bir tepki yok. HTŞ’nin Savunma Bakanı Murhaf Ebu Kasra son demecinde “Askeri çözümden yana değiliz” demişti.
Şu anda rüzgâr HTŞ’den yana. Colani Paris ve Moskova’dan da davet aldı. Tabii bu temasların kazandırdığı meşruiyet kadar bağlayıcı etkileri de var. Bu etki şu anda Fırat’ın doğusuna askeri çözümü dışlamayı gerektiriyor. HTŞ, Ankara’nın desteğiyle ABD ile arayı ısıtmaya ve IŞİD’le mücadele dosyasını devralmak gibi tekliflerle SDG’nin destek kolonlarını kesmeye de çalışıyor.
Diplomaside beklenenden çok hızlı kapılar açıldı. HTŞ’nin dışişleri bakanı Esad Hasan el Şeybani, Münih Güvenlik Konferansı’nda ilgi odağıydı; İsrail’in sarsılmaz destekçisi Amerikalı 5 senatörle de dostluk pozu verdi.
ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyon da iki taraf arasındaki görüşmeleri destekliyor. Fakat koalisyon üyeleri Fırat’ın doğusuna yönelik askeri operasyonları önleyen pozisyonunun ötesinde müzakerelerde hissedilir bir ağırlık koymuyor. Burada Türkiye faktörü kendini gösteriyor. Eğer SDG’den yana bir ağırlık devreye girecekse Türkiye’nin de Şam’ın sıklet sepetinde olması yönünde bir denklem kuruluyor.
Sanırım Trump nihai kararını açıklayıncaya kadar Fırat’ın doğusu muallakta bir dosya olmaya devam edecek. Tabii İmralı’dan çıkacak yol haritası buz kıran olmazsa…
***
Bölge üzerindeki hakimiyet savaşını kızıştıracak zenginlikler barışçıl bir çözüm olmadığı sürece çatışmayı kışkırtacaktır.
Suriye ölçeğinde az şeyden söz etmiyoruz. Haseke'nin kuzeyindeki Rimelan, güneyindeki Cabsa; Deyr el Zor kırsalındaki El Ömer, Tanak, Cafra ve Koniko karbonhidrat sahaları SDG’nin kontrolünde. Süveydiye, Cabsa ve Koniko gaz sahaları elektrik santrallerini de besliyor. SDG’nin kontrolündeki Fırat, Tabka ve Tişrin barajları Suriye'nin dörtte birinden fazlasına içme suyu, sulama ve elektrik enerjisi sağlıyor. Fırat’ın doğusu buğday, arpa ve pamuk üretiminde yüzde 80’lik payla Suriye’nin ambarıdır. Yani ülkenin gıda, su ve enerji güvenliği bu bölgenin üzerinde. Bütün bunlar SDG’ye güç verdiği kadar onu hedef haline getiriyor.
Tabii ki Amerikan güçlerinin YPG/SDG üzerinden ayağına yer açmasındaki kışkırtıcı faktör de stratejik havzanın getirdiği üstünlüktü. Amerikalılar mantıken Şam’da istedikleri türden bir rejim şekilleninceye kadar SDG’yi ve altındaki bu zenginlikleri elden çıkarmak istemez. Trump’ın parametrelerinde bunların ne kadar belirleyici olacağı hala bahis konusu. Yine de kararın geciktirilmesi stratejik baskı araçlarını korumakla ilgili. Bu karar asker çekme yönünde gelecekse bunun yol açacağı türbülanslar olacaktır. Belli ki Şam’daki tablo netleşmeden Suriye politikası deklare edilmeyecek.
SDG’nin 17 Şubat açılımı da Trump kararını verinceye kadar müzakereye dayalı çözümü öne çıkarma, Ankara’nın Şam üzerindeki baskılarını azaltma, olası Türk askeri müdahalesini savuşturma, HTŞ ile Fırat hattındaki çatışmasızlık anlaşmasını koruma ve Colani’yi kuşatmaya çalışan Batılı destekçilere zaman kazandırma amacına bağlanabilir. Bu açılım Öcalan’ın mektubuyla uyumlu olabilir; bunun arkasında Amerikan-Fransız yönlendirmesi de çıkabilir.