‘İslamcı resmi tarih’le de çelişiyor

Allah hilafeti ne zaman vermişti Avrupalılara?

Fransız İhtilalinden sonra.

Esat Arslan şöyle hikâye ediyor:

“Avrupalılar Adem’in ilk günahı gibi yeni keşfettikleri Amerika halklarını tarumar etmişlerdi. Nice ilahi hakikatler keşfetmişlerdi. Fakat yeryüzünde kan dökecekleri ve fesat çıkaracakları da belliydi. Buna rağmen Allah “benim bir bildiğim var” diyerek yeryüzünün hilafetini 1789’dan sonra Avrupalılara verdi. Zulümlerinden ötürü değil, yeni keşfettikleri hikmet cümlelerine hürmeten.”

Kitabı okurken (Roma’ya Karşı Galyalılar, Mana Yayınları) Esat Arslan’ın kendine mahsus bir lisanla mevcut ekollerin hiçbirine tabi olmadan bir dünya ve Türkiye tarihi yazdığını görüyorsunuz.

Hepsi içinde: Siyasi tarih, düşünce tarihi, sanat, kültür, bilim…

Kopernik, Nevton, Aynştayn, Marx, Heiddegger, Hegel, Gadamer, Said Nursi…

Mektepli tarihçiler Arslan’ın yazdığı bu tarihin kırk yerinde kusur bulabilir. ‘Kırk’ı kesretten kinaye söyledim. Daha fazla kusur bulurlar.

Ama zannediyorum Arslan’ın tarih anlatısında aradığı ve bulmaya çalıştığı (bir ölçüde de bulduğu) şey mektepli tarihçilerinkiyle aynı değil.

Neyi buluyor Esat Arslan?

Bir çırpıda söylemeyelim isterseniz. Kitabın akışına tabi olalım.

“Avrupalı entelektüel bir yandan habire yeni keşifler yapıyor, yeni bilim dalları tesis ediyor, bir yandan da şükrü tamamen bırakmış “dünyanın ebedi hâkimi Avrupa’dır” şarkısını söylüyordu. Oysa yeryüzünün hilafeti Allah’ın lütfuydu. Ve bir uygarlık liyakatini yitirdiğinde Allah sebeplerini hiç beklenmedik bir şekilde yaratıp bu hilafeti o güne kadar medeniyet görmemiş zayıf bir halka da vermeye kadirdi. Avrupa zulümlerinden ötürü değil keşfettiği nitmetler yüzünden halife kılınmıştı. Zulüm hikmete ağır basınca Allah sebeplerini yaratıp hilafeti Avrupalılardan aldı.”

“İşte bu koşullarda sudan bir bahaneyle Birinci Dünya Savaşı başladı. Marxizm bu savaşa engel olamadı. Bu savaş Kur’ani deyimle bir helakti.”

Hadi söyleyelim: Esat Arslan’ın bu tarih anlatımıyla yaptığı şeylerden biri tarihe Kur’an-ı Kerim’in lisanını ve Allah’ı dahil etmek.

Pek Türkiye’de neler oluyor bu sırada?

“Osmanlılarsa dünya savaşı esnasında önce Müslüman halkta infial yaratan kanlı eylemler gerçekleştirip bu yolla Müslümanları orantısız şiddete kışkırtıp sonra da bir yandan insan hakları namına Avrupalı güçleri müdahaleye davet ederken bir yandan da Müslümanları kitlesel olarak tehcir ve katlederek Bulgaristan’ı kuran Bulgar komitecilerinin stratejileriyle hareket eden Ermenileri (…) haklı olarak tehcir etmişler, haksız olarak katletmişlerdi. Savaştan sonra bu kira bulaşmış Enver, Cemal, Talat Paşa gibi liderler yönetimi bu günaha bulaşmamış Mustafa Kemal’e emanet edip yurt dışına kaçtı. Savaş mağlubu Osmanlı’nın Türk ve Kürt halkları dışındaki halkları Osmanlı’dan tamamen koparıldı. Mustafa Kemal savaş bittikten ve Kurtuluş Savaşı kahramanı payesini aldıktan sonra asırlık gelenek-modernlik kavgasına bir doktor mantığıyla acı bir neşter vurdu.

Dikkat edilirse, bu anlatım da bir taraftan resmi tarihle bir taraftan da İslamcıların -neredeyse resmi- yakın tarih anlatımıyla çelişiyor. Bilhassa Cumhuriyetin kurucu lideri Mustafa Kemal Atatürk konusunda.

(Burada, haddim olmayarak, İslamcıların benimsediği yakın tarih anlatımını rejimin resmi tarih anlatımından ayrı, başka bir ‘resmi tarih’ olarak adlandırmış oldum.)

İki resmi tarih de belli ölçüde güdümlüdür. İkisinde de yanlışlar ve doğrular vardır. İki tarafın da Esat Arslan’ın önerdiği anlatımı beğenmemesi normaldir.

Kitaptaki bütün temalara temas etmek niyetinde değilim. Arslan’ın meseleleri ele alış tarzının takip edilmeye değer olduğunu düşünüyorum. Öyleyse okuyucu benim değinmediğim temalar için kitaba müracaat etsin.

Kürt sorunu da Türkiye’nin yakın tarihi anlatılırken ihmal edilmemiş.

Türkler ve Kürtler Cumhuriyet’in kurucu unsuruydu. Lozan’da Türk heyeti Kürtler’in azınlık olarak tescil edilmesini istemedi. Cumhuriyet en azından kuruluşunda Kürtleri ayrı tutmadı.

Neden?

“Mustafa Kemal’i bireysel anılarından okuduğunuz zaman 1930 sonrası geç tarihlerde bile Kürtleri ve Türkleri birarada tutan tutkal olan İslami siyasal hamiyetin onda hala canlı olduğunu görürsünüz. “İslam’ın kutsal topraklarında emperyalist oyunlara izin vermeyeceğiz” sözü 1937 tarihinde meclise verdiği konuşmanın bir cümlesidir. Kendisinin yine aynı tarihlerde ıstıraplı ve ümitvar bir ruh haliyle “İslam dünyasının bir gün uyanacağını, bağımsızlığını kazanacağını biliyorum. Kanlı, sancılı bir süreç olacak fakat eninde sonunda olacak” sözleri anılarında kayıtlıdır.”