Erdoğan her şeye hâkim mi?

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin “Cumhurbaşkanı merkezli” bir yapı oluşturduğu biliniyor.

Bazen sistemler, yürütücüsünün karakterine göre biçim alabilirler. Cumhurbaşkanı merkezli bir yapı da, yetki dağılımı sırasında çok merkezli hale getirilebilirdi.

Ancak bu sistemin ilk uygulayıcısı Tayyip Erdoğan olunca, o, o göreve, “çift başlı” bir yapıdan şikâyet ederek gelince ve zaten kendisi de “başat bir liderlik” karakterinde olunca, sistem “merkezî otorite”nin alabildiğine güçlendiği bir yapıya dönüştü.

Hükümeti yönetmeye bir de “partiye hakimiyet” eklenince Erdoğan’ın üzerindeki yük, bir faninin kolay taşıyamayacağı bir ağırlık kazandı.

Bu tür yapılar, bir de “Alttakiler”de “Üst”ten onaylanma eğilimi geliştirirler. Her şeyi “Üst” belirliyorsa, “Üst’ün onayı, üst’e yakın olmak” ayrı bir mazhariyet haline gelir. “Üst’ün onayı” ile yapıldığı izlenimi veren davranışlar, operasyonlar ayrı bir etkinlik – meşruiyet görüntüsü kazanır.

Bakıldığında normalde bu sistem içinde de yargı bağımsızdır. Ama hukuku zorlayan pek çok uygulama sanki Cumhurbaşkanı olarak Erdoğan’ın iradesi ile irtibatlı olarak değerlendirilmektedir.

Normalde “Yasama” da bağımsızdır. Ama Meclis’ in iradesinin “partili Cumhurbaşkanı” iradesi ile belirlendiği açıktır.

Bu görüntünün Türkiye’yi “özürlü bir demokrasi” içinde gösterdiğini, Erdoğan’ı da en hafif ifadesiyle “otokrat” bir yönetici olarak tanıttığını herkes biliyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, sistemin tam da böyle ete – kemiğe bürünmesini, kendisinin de böyle tanımlanmasını ister miydi? Sanmıyorum.

Ama ortada 7 yıllık bir uygulama var ve Erdoğan bu uygulama içinde gittikçe daha çok olmak üzere tartışılıyor. Tartışıldığının farkında olmadığı söylenemez. Çünkü oy kaybediyor. Bir oy kümesini her şeye rağmen tuttuğu açık ancak, o oy kümesinde bile rezervlerin arttığı, savunma psikolojisinin geliştiği de açık.

Acaba Erdoğan her şeye hakim mi?

Yani olan biten her şey, Erdoğan’ın ilgisi, bilgisi, kontrolü dahilinde mi gerçekleşiyor?

Bu soru, insanın taşıma kapasitesinin, yani tahammülünün sınırlı olması değerlendirmesi ile alakalı. İnsanüstü insan olsanız da tahammülünüz sınırlı. Etten kemikten yaratılmışsınız, fizik olarak sınırlısınız, beyin kapasiteniz de sınırlı. Bir de, bilgi olarak her alanı kuşatma imkânınız yok.

Bu söylenenlerin tamamının Erdoğan tarafından bilinmediğini düşünmek mümkün değil. “Erdoğan’ın kadro kurma konusunda çok tecrübeli olduğu” kanaati öteden beri bilinir. Ama bu her zaman böyle midir? “Güç” devâsâ boyutlara ulaştığında da böyle midir? Ya da akan zaman içinde devâsâ boyutlara ulaşan kadroları yönetmek de böyle midir?

Erdoğan’ın bir dönem “Ben ekonomistim” dediği ve ekonomiyi kendi bildiği çerçevede yönetmek istediği bir vakıa. Ona göre kadrolar da görevlendirdi. Ama o süreç dibe urdu. Sonra bir kişi getirdi ekonominin başına, o kişi dedi ki “Rasyonaliteye dönmekten başka çare kalmadı.” Demek ki öncesi “rasyonel” değildi. Türkiye Erdoğan’ın ekonomiyi taşıma gücünün yetersizliği sebebiyle kaybetti. Şimdi “ekonominin yükü” Mehmet Şimşek’in omuzlarında. Muhtemelen Erdoğan’ın en az yetki kullandığı bir alan ekonomi.

Türkiye’nin en sorunlu alanlarından birisi Yargı alanı. “Yargının siyasallaşması” diye bir ağır gündemi var Türkiye’nin. “Orada olan bitenlerden de Erdoğan mı sorumlu?” diye bir soru sorulduğunda, en azından kamuoyunda “Hayır canım öyle olur mu, yargı bağımsız değil mi?” gibi bir cevap gelmiyor. Oysa belki de haberi yoktur Erdoğan’ın. Diyelim İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının İmamoğlu kürsüden iner inmez soruşturma açmasından haberi yoktur. Ya da kürsüden indiğinden bir hafta sonra İmamoğlu için hem hapis hem siyasi yasaklılık getiren bir iddianame hazırladığından da haberi yoktur. Peki niye öyle oluyor? Niye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın muhtemel rakip olarak İmamoğlu ile siyaseten cedelleşmesi, yargı alanındaki operasyonlarla örtüşüyor?

“Erdoğan her şeye hakim mi?” sorusu kolay cevaplanacak bir soru değil. İyi şeylerin merkez insanı olmak, evet, “Bu dünyada bir hoş sadâ” bırakmak, hayırla yad edilmek için önemli. Öyle dedirtecek pek çok iş de oldu muhakkak.

Ama ya toplumu boğulma hissine sürükleyen iklim? Ahlar, vahlar… Mehmet Akif’in anlattığı “Koca karı ile Ömer”de olduğu gibi aş kaynamayan bir evde bir nine “Bizden haberi olmayacaktı da niye devletin başına geçti?” diyorsa… “Onun yüzünden içerdeyiz” diyorsa insanlar… Hani “Dicle kenarında bir kurt bir koyunu parçalamışsa o Ömer’den sorulur…” diye bir özdeyişimiz vardı ya…

Ben, “Kendine bakmalı insan” derim. Ara ara durup bakmalı? “Bana nasıl bakılıyor?” diye sormalı. “Falanca yerdeki hukuksuzluk bana mı yazılıyor?” diye bakmalı… Üstelik henüz telafi edilecek konumda iken bakmalı… Hiçbir şeyi “son pişmanlık” denilen zamana bırakmamalı.