Siyaset yapma biçiminin en kabul edilemez olanı ve siyasete en çok zarar vereni üzerine yargı gölgesinin düştüğü şeklidir. Bugün olduğu gibi… Siyasetten medyaya, akademiden sokağa muhalif olan ne varsa üzerine kolluk ve yargıyla gitmek siyasi gücün; yani halktan alınan desteğe güvensizliğin ve ülkeye dair yeni bir şey söyleyememe halinin tezahürüdür. Bazıları bunu bir siyaset deha alameti olarak görse de iktidarın gücünü soruşturma dava, yasak kayyum marifetiyle sergilemesi yani siyaset yapma biçimini yargıya havale etmesi siyasi zaaftır. Böyle bir güç kullanımı, tecrübeyle sabit ki dünün Türkiyesi’ne yakışmadığı gibi bugünün Türkiyesi’ne de yakışmıyor.
Siyasetin baskı altına alındığı, iktidar adaylarının siyasi maharetle değil yargı yoluyla geriletilmeye çalışıldığı zamanlar sadece ülkenin ekonomik ve sosyal açıdan zayıflamasını garanti eder. Yolsuzluk, yozlaşma, liyakatsizlik ve topyekûn kalite düşüklüğü kaçınılmazdır. Sistem yozlaşır, zihinler kirlenir ve ülke zaman kaybeder. Uzağa gitmeye gerek yok, Türkiye’nin son on yılda içeride ağır kriz ve gerilim, dünya ile rekabette de başaşağı gidişi bunu anlatır. Demokrasi ve hukuk yoksa, kurumlar önemini kaybetmişse, ifade özgürlüğü baskı altındaysa o ülke mutlaka geriler ve insanları da hak ettiğinden daha azına razı olmaya mahkum olur. Bunu yaşadık, yaşıyoruz.
Çağlayan’da ifadeye çağrılan İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na yönelik amansız hücumun sebebinin de siyasi olduğu; yani onun siyasi yükselişini siyaset dışı yollarla engelleme amacı taşıdığı artık bir sır değil. İmamoğlu, daha kazandığı ve iptal dilen ilk seçiminden itibaren bariz ve sınırsız bir siyasi mühendislik faaliyetine muhataptır. Şimdi buna yeni bir halka daha eklendi.
Ne var ki dün İmamoğlu’nun yanına Ankara Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ı da alarak verdiği fotoğraf, ifade ve konuşmasında gösterdiği duruş ile kendisiyle dayanışmaya gelen kalabalığın enerjisi, siyaset ışı yolların işe yaramayacağını anlatıyor. Yapana faydası yok, sanılanın aksine yapılana da zararı…
Siyasi rekabet, bazı durumlarda centilmenlik sınırlarını zorlayabilir ama hiçbir şartta o sınırları aşamaz. Aşarsa demokrasiden söz edilemez. Başkanlık sistemi, parlamenter sisteme göre iktidar tutkusunu ve onu koruma arzusunu daha fazla güçlendirse de seçimin önemini ve kimseye seçime giden yolda yapılacak/yapılamayacak işlerin sınırını zorlama hakkı vermez. Sistem değişse de merkezde hâlâ sandık duruyor ve ne iktidarı koruma ne de iktidarı ele geçirme hevesi sandığın tek karar mercii olduğu gerçeğini değiştiremez.
Adil bir yarış zeminini bozan ve siyasi rekabeti siyasi mühendislik yoluyla imkansız kılan her türlü girişim sandığın yani millet iradesinin engellenmesi demektir.
Hal böyleyken, atmosfere hakim olan heybe/turp bulutlarının acilen dağıtılması en başta iktidar için iyi olacaktır. Siyasi rekabeti siyaset dışı yollarla; en ziyade de yargı eliyle yapmanın faydası olmayacak. Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’ın karşısına çıkacak adaya karşı bu yöntemlere tevessül etmek hem vakit hem avantaj kaybıdır. İktidar hâlâ zaman varken elindeki geniş icraat gücünü kullanmaya odaklanmalı ve işin içine siyaset dışı yöntemleri karıştırmamalıdır. Heybeden çıkacak turplar, siyasetin doğal akışını değiştirmeye yetmez. Bir zamanlar, dönemin iktidarının heybesinden çıkan turpların Erdoğan’ın yürüyüşünü engelleyemediği gibi…
En nihayet Türkiye, iyi oynayanın kazanacağı ve kuralların yol üzerinde değişmeyeceği bir düzenden aşağısına layık değildir.