Evdeki hesap, çarşıdaki turp

Turpu patates soyar gibi soyar, kalın rendeden geçirirsiniz. Üzerine çok ince doğranmış maydanoz, bol zeytinyağı, limon ve tuz; iştah açıcı bir salata masada. Cumhurbaşkanı “turpun büyüğü heybede” deyince gözümde canlanan buydu. İmamoğlu ise hiç zahmete girmeden elindeki turpu, kabuğunu bile soymadan önce ortadan ikiye ayırdı sonra ince ince doğrayıp söğüş halinde, şu Kent lokantalarındaki sadelikle servis etti.

Asıl rekabet konusu olacak husus ise bir ana yemek hazırlığı var mı?

Evdeki hesap çarşıya uyacak mı?

Cevaplar için erken ama gerilim hızla tırmanıyor.

Özgür Özel savaşı resmen ilan etti. İmamoğlu, Brecht’in “Ya hep beraber ya hiç birimiz” sözü ile, bu ilanı “topyekun savaş”a çevirdi. Yakında bu sözün Türk versiyonu olan “Ya istiklâl, ya ölüm”ü de duyarız.

Hemen heyecana kapılmayın. Bana sorarsanız hepsi yoklama atışları. Bilimde de siyasette de en işe yarar yöntem “deneme-yanılma” yöntemidir. Savaşlarda bu yöntem yoklama atışları ile uygulanır. Topçu birlikleri düşman cephesinin farklı yerlerine atış yapar, aldığı karşılığa göre asıl saldırı hedefini belirler.

Henüz bu aşamadayız.

Gezi’nin anlamı:

Ayşe Barım’ın tutuklanması bu yoklama atışlarından biri. 12,5 yıl öncesine ait ve hiçbiri yeni olmayan iddialarla, yani göstere göstere, şöhretlerin dünyasında ikon olan bir organizatörün tutuklanmasını, evdeki hesabın işaretlerinden biri olarak görebilirsiniz. Amaç, muhalefeti susturmak, baskı altına almak değil. Daha ince bir hesap olmalı.

Gezi, toplumsal muhalefetin başkaldırısıydı. Giderek tırmanan şiddete rağmen siyasî bir harekete dönüşmedi, hiçbir parti ile özdeşleşmedi; yani bilinçli olarak örgütsüzlüğü tercih etti ve spontane bir hareket olarak hafızalara yerleşti.

Gezi iki olayla tetiklendi. Birincisi 1 Mayıs’ta Taksim’in yasaklanması, ikincisi her şey uzlaşma ile giderken aniden Gezi Parkı’ndaki çadırların yakılması.

Sanat dünyasının ön plana çıkması, “toplumsal sorumluluk” denen mecburiyettendi.

Gezi’deki olayları, hükümet ile “Gezi sözcüleri” arasındaki görüşmeleri ve açıklamaları hatırlayın. İki tarafta da olayları başlatanların kontrolünden tamamen çıktı, hiç beklenmeyen bir istikamette ilerledi.

Gezi’nin tekrar ısıtılması, tek başına toplumsal muhalefeti siyasallaşmaya zorlayacaktır. 2013’te ekonomi bu kadar kötü değildi. Bugün şartlar toplumsal muhalefeti parti çatıları altına girmeye zorlayacaktır.

Evde kim, ne hesap yapıyorsa eksik ve yanlış bir hesap.

MHP’nin katalizörlüğü:

Katalizörler tepkimeleri kontrol altına almak için devreye girerler. İki tür katalizör vardır: Homojen ve heterojen katalizörler. Sıvı sıvıyla tepkimeye girerse homojen, sıvı katı ile tepkimeye girerse heterojen katalizör görevi üstlenmiş olur.

MHP heterojen katalizör fonksiyonu görüyor. AK Parti ile kimyaları farklı, ama etki gücü çok yüksek. Bahçeli’nin 22 Ekim çıkışı, bu yüksek etki gücünü hafızalara yerleştirdi. Bahçeli, AK Parti mutfağında büyük emeklerle uzun tartışmalarla üretilen operasyon planlarını küçük bir dokunuşla kökten değiştiriyor.

Bahçeli’nin, 27 Ocak akşamı yazılı açıklamasıyla bilirkişi gündeminden yola çıkarak İmamoğlu’na “çık adaylığını ilan et” mesajı böyle bir dokunuş. İmamoğlu’nun erken adaylık açıklaması, siyasetin bütün taşlarını yerinden oynatır. AK Parti kanadı adaylık ilanının yol açacağı tepkimeleri öngöremiyor. Onlar siyasî alana Erdoğan’ın kişisel pozisyonuna göre bakıyor. 2023’te Kılıçdaroğlu’nun adaylığından en çok AK Parti kanadı memnun olmuştu. Hatırlayın, CHP liderini adaylık için çok zorladılar. Halbuki şimdi durum çok farklı. İktidar kanadı için cumhurbaşkanlığı adaylığı, Erdoğan’ın tartışmasız merkezde olduğu siyasî bir hesap işi iken Muhalefetinki kişisel bir mesele değil. İmamoğlu’nun pozisyonunu rahatlatan en önemli faktör, toplumdan yükselen iktidar değişikliği talebi. Muhalefeti, “sandalye koysa kazanır” avantajına taşıyan haksızlık ve adaletsizlik baskısından bahsediyorum. Ekonominin yakın vadede düzelmesi imkânsız; enflasyonu kontrol altına alabilmek için yoksulluğun derinleşmesi bir mecburiyet. Bu şartlarda siyasî rekabeti kişisel düzeyde tutmak neredeyse imkânsız.

Bahçeli, AK Parti’nin kurduğu oyunu doğru okuyor ve en hassas noktadan müdahalede bulunuyor. İmamoğlu’nun adaylığını ilan etmesinin yol açacağı zincirleme reaksiyonun başından sonuna kadar MHP katalizör rolünde kalacak.

“Çıkın boyunuzun ölçüsünü alalım”

Bahçeli’nin bugünkü grup konuşmasında, Gezi’ye üstü kapalı göndermede bulunarak, sokağı adres gösterenlere meydan okuması, aynı katalizör rolünün yansımalarından biriydi.

Özel’in savaş ilanından bir sokak kalkışmasının çıkması çok zayıf bir ihtimal; çünkü iktidar kanadı bu alanda kendini çok avantajlı görüyor. Gezi ve 15 Temmuz’a yapılan caydırıcı atıflar, bu avantajı yeteri kadar ifade ediyor. Ancak, muhalefetin elindeki araçlar sokakla sınırlı değil. Ekonomik krizin yol açtığı memnuniyetsizliği arkasına alan bir muhalefet aktif pasifizm taktikleri ile iktidarı köşeye sıkıştırabilir. Muhalefetin ilan edeceği cumhurbaşkanı adayı, kim olacağının ötesinde toplumsal tepkileri örgütleyen bir referansa dönüşebilir. Yargıdan gelen sistematik müdahaleler karşısında, Meclis, belediyeler, meslek kuruluşları gibi yerlerde görev yapanların toplu istifaya gittiğini düşünün. Bu tablodan bir erken seçim çıkmaz mı?

Bahçeli’nin sokağı düşünenlere meydan okuması, aslında tersinden AK Parti kanadının öngördüğü doğal akışı durdurma amacı taşıyor. Gezi tecrübesi, toplumsal muhalefet için caydırıcı. Siyasî muhalefetin önü ise sonuna kadar açık.

O zaman siyasî muhalefeti kışkırtan, onu yargı kıskacına alan her teşebbüs iktidarın aleyhinde.

Türkiye dışarda, Suriye merkezli gelişmelerde ve onun yansıması olarak içerde Kürt sorununun çözümünde büyük fırsatlar ve avantajlar yakaladı. Yürütülen diplomaside bir hata yok. İçerde Bahçeli’nin istikrarlı bir şekilde bugün de vurguladığı uzlaşma inisiyatifinde bir gerileme görünmüyor.

Peki neden iç politika, dışardaki tablonun aksine geriliyor ve iktidar kendi kendini köşeye sıkıştırıyor?

Bu mantıksızlık neden?

27 Eylül 1778’de, Avusturya ile Osmanlı arasında, bugünkü Romanya topraklarında Karabşebeş bölgesinde geçen ve iki gün süren bir savaştan örnek verelim. Tarihe Şebeş Savaşı diye geçen bu olay, tarihin en şaşırtıcı karşılaşmalarından biridir. Avusturya tarafında 80 bin asker ve 500 top muharebeye dahil oluyor ve 10 bin kayıp veriyorlar. Osmanlı tarafı ise sıfır asker sayısı ile ve doğal olarak hiç zayiat vermeden savaşı kazanıyor. Sebep Avusturya ordusunun iletişimsizlik ve yanlış anlamalar yüzünden Osmanlı ile savaşıyoruz diye kendi kendisiyle savaşmasıdır.

Sizce iktidar ve muhalefet arasında süren savaşın, mantık sınırları içinde böyle bir savaş olma ihtimali yok mu?