İş hukuka kaldığında mahkeme bilinçli ya da bilinçsiz taksire hükmedebilir belki ama bilmeliyiz ki bu kadar insanın ölmesi bir hata değil, ihmal değil.
Bir “ihmal” varsa belki de kurbanlar açısından söz konusu olabilir: Türkiye’de yaşadıkları gerçeğini ihmal ettikleri için!
Yaşadığımız katliam, Türkiye’nin düzeninin bir sonucudur.
Parası olanın işini istediği gibi yürütebildiği, kendisini hiçbir ahlaki ve kanuni kuralla kısıtlı bulmadığı, bürokrasinin ve siyasetin bu tiplerin emrinde olduğu düzeninin normal bir sunucudur.
Otelin bulunduğu bölgede İl Özel İdaresi yetkili. Vali işin başında yani.
Kim bilir kaç kere o otele gitmiştir. Belki bir kahve içmeye, belki yemeğe. Belki de orada kalan bir siyaset büyüğü için şaperonluk yapmaya.
Bir kere bile aklından geçmemiştir: Buralar bizden sorulacak, bunun yangın merdiveni var mı, önlemleri yeterli mi? Aklından geçtiyse de sormamıştır, yakışık almaz diye.
Otelin sahibiyle ya kendisi ahbap olmuştur çünkü ya da onun da önünde ceketini iliklediği bir politikacı.
Böylelerine bulaşmamayı bilirler.
Bilmiyorum farkında mısınız?
Anadolu ve Trakya’da, valiler, kaymakamlar, emniyet müdürleri, jandarma komutanları, ağır ceza reisleri, savcılar, rektörler filan hep bulundukları kentin, kasabanın “önde gelenleriyle” ahbaplık ederler.
Hepsi için “arkadaş olurlar” diyemeyiz ama aynı sofraya oturmaları, bazen “ricacı” bazen “rica edilen” olmaları sıradan bir durumdur.
Hiçbirinin mesela bir tane sendikacı ahbabı yoktur. Solculardan uzak dururlar, kimisi içgüdüsel olarak, kimisi bilinçli olarak.
Çünkü solcular “kıllık” yapabilirler.
Bilmem hangi otelde oturup bir acı kahve içerken akıllarına abuk sorular gelebilir, bu da ev sahibine karşı mahcup olmayı istemeyen büyük adamları kızdırır.
Şimdi tartışılıyor, o mu yetkili, bu mu yetkili?
Biliyoruz ki bu düzen, bu olaylardaki gerçek sorumluları ortaya çıkarmayacak.
Ruhsatı veren Turizm Bakanlığı, otelin bulunduğu yer İl Özel İdaresi’nin yetki alanı içinde.
Çıkmaz ama diyelim ki bir savcı çıktı ve bu gerçeklere işaret ederek sorumlu olması olası memurlar için soruşturma izni istedi: Bu izni alamaz.
Böyle bir izin alana kadar zaten bunun gibi birkaç yangın daha çıkar, bina yıkılır, köprü çöker vs. ve biz gazeteciler bile Grand Kartal Oteli’ni unutur gideriz.
Bizde suç işleyen, görevinin gereklerini yerine getirmeyen memurun amiri tarafından korunması bir kamu yönetimi geleneğidir.
Hatırlıyor musunuz, Kastamonu’daki sel felaketini?
Sel 11 Ağustos 2021 günü geldi. 80 kişi sel sularına kapılarak öldü.
Kastamonu Valiliği, selde kusurları olduğu iddia edilen kamu görevlileri hakkında “herhangi bir kusur ve suçlarının bulunmadığı” gerekçesiyle soruşturma izni vermedi. Tarih: 23 Temmuz 2024. Selden tam üç yıl sonra!
Biz istediğimiz kadar yazalım, çizelim, Kartalkaya’daki yangın için de benzeri süreçler işleyecek.
Çünkü gerçek soruşturma yürütülürse iş eninde sonunda otelin sahibine ve siyasette yüksek bir yerlere dokunur.
Oraya kadar gelmesin diye unutturmak isterler, soruşturma uzadıkça uzar.
Tıpkı bundan önceki felaketlerde yaşadıklarımız gibi!
Türkiye’nin düzeni, kurbanların hakkını aramaya izin vermez; zengini ve o zenginlikten pay kapmaya çalışan siyaseti korur.
* * *
Dini duyguları istismar suç muymuş?
Adam çıkmış, "Öldükten sonra mezarınıza kabir azabı için gelen zebanilere, 'en falanca mezhebin, falanca tarikatının şu kolundanım' derseniz sizi özür dileyip bırakırlar” diye anlatıyor, buna inanıyorsunuz. Diğeri bir küçük evde yaşayıp, kendi halinde muska filan yazıyor, onu hapse tıkmak istiyorsunuz. Yazdığı muskalar işe yaramadı diye mi?
Bursa’da bir kadın polis tarafından yapılan bir operasyonla göz altına alındı.
Gönül Derman Aytimur’un, “dini duyguları istismar ederek dolandırıcılık yaptığı” iddia ediliyor.
Gönül Derman Aytimur’un, 677 sayılı Tekke, Zaviye ve Türbelerin Kapatılması Kanunu’na muhalefet suçu işlediğinden şüpheleniliyor.
Ayrıca müritlerinden “manevi danışman kisvesiyle” para toplayarak “dolandırıcılık yaptığı” da iddia ediliyor.
Gönül Derman Aytimur
Türkiye ilginç bir ülke.
T24’teki haberde Aytimur Hanım'ın fotoğrafı da vardı. Yüzü görünmüyor, kara çarşafa bürünmüş bir kadın.
Ve sanırım bence asıl suçu kadın olması.
Çünkü bildiğimiz kadarıyla Türkiye’de dini duyguları istismar suç olmaktan çıktı.
Hatta devlet yönetiminin teşvik ettiği bir eylem bile denilebilir.
Dini duyguları kullanarak para toplamak suç ise Menzil tarikatında biriken ve miras yoluyla çocuklara intikal edecek iken miras kavgasına neden olan 17 milyar lira için böyle bir suçlama yapılmadı.
Neden? Aralarında ne fark var?
Birisi bir el hareketiyle depremi bilmem kaç kilometre doğuya gönderdiğini anlatıyor, buna inanıyor ve para toplamasını makul buluyorsunuz.
Öbürü “manevi danışmanlık ücreti” adı altında para topluyor, onun yaptığına suç diyorsunuz.
Türkiye’nin en örgütlü tarikatı, ona 667 sayılı Kanun işlemiyor. Niye? Hocasının nefesi daha kuvvetli diye mi?
Diğeri bir küçük evde yaşayıp, kendi halinde muska filan yazıyor, onu hapse tıkmak istiyorsunuz. Yazdığı muskalar işe yaramadı diye mi?
İşe yaramayan muska yazmak suç ise “yanmaz kefen” satan hoca şarlatan mı, din alimi mi?
Bakıyorum ona dokunan olmadığı gibi el üstünde tutuluyor.
Adam çıkmış, "Öldükten sonra mezarınıza kabir azabı için gelen zebanilere, 'ben falanca mezhebin, falanca tarikatının şu kolundanım' derseniz sizi özür dileyip bırakırlar” diye anlatıyor, buna inanıyorsunuz.
Koca koca polis müdürleri, baş hekimler adamın dizinin dibinden ayrılmıyor.
Bursa’da bir kadın muska yazdı diye hapse atmak istiyorsunuz.
Cumhurbaşkanı’nın elinde Kur’an-ı Kerim ile miting yapması dini duyguları istismar sayılmıyor da bu kadına mı gücünüz yetiyor?
Türkiye gerçekten acayip bir ülke.