Eski Hikâye

Bahçeli’nin 1 Ekim’de fitilini çaktığı yaktığı süreç gün geçtikçe derinleşiyor. Erdoğan, geçen hafta yaptığı grup konuşmasında “Talimatı ben verdim” dedi ve sürece imzasını koydu. Böylece iktidar kanadında sürece dair bir netliğin olmadığı, Bahçeli’nin Erdoğan’a rağmen bir inisiyatif aldığı ya da Erdoğan’ın kerhen sürece dâhil olduğu yönündeki değerlendirmelerin de altı boşaldı. İktidar, bu işte bir bütün olduğunu gösterdi. 

DEM Parti’nin İmralı Heyeti de siyasi partileri ve Edirne’de cezaevinde tutulan Demirtaş’ı ziyaret etti. Heyet, akabinde iki sayfalık bir açıklama yayınladı ve kamuoyuna sürece dair umutlu olduğunu duyurdu. Görüşmelerin samimi ve umutlu bir havada cereyan ettiğini bildiren Heyet, görüştükleri bütün liderlerin ve heyetlerinin sürece ilkesel destek sunduklarını ve ayrıca sürece dair kaygı ve önerilerini de paylaştıklarını vurguladı. 

Heyet’in açıklamasında üç noktada bir uzlaşının olduğunun altı çizildi: 

Bir, bütün siyasi aktörlerde Kürt sorununun çatışmalardan arındırılması konusunda bir arzu ve istek vardır. 

İki, çatışmaların geride bırakılması ve ülkedeki tüm kimlikler arasında birlik ve kardeşliğin tahkim edilmesi herkesin yararına ve hayrınadır. 

Ve üç, barış süreci genel bir demokratikleşmeye vesile olmalıdır. 

Süreç, hızlı; Bahçeli ve Erdoğan, Heyet’in temaslarından ve ardından ortaya çıkan tablodan memnun olduklarını açıklıkla dillendirdiler. Erdoğan, partisinin il kongresi için gittiği Mersin’de “Sayın Bahçeli’nin konuyu gündeme getirmesiyle başlayan gelişmelerin nihai aşamasına yaklaştığını” söyledi.  Heyet’in de bu hafta tekrar İmralı’ya gitmesi bekleniyor. Öcalan’ın vermesi muhtemel müspet bir mesaj, sürecin ivme kazanmasını ve bu çerçevede atılacak adımların süratlenmesini sağlayabilir. 

Demokrasi Açığı 

Hülasa, 1 Ekim’den bu yana geçen dört aylık sürede, sürecin taraflarında renkler daha bir belirginlik kazandı ve silahların devreden çıkması için girişilen bu teşebbüsün bu sefer netice vereceğine dair ümit güçlendi. Buna mukabil, muhalif kesimlerin bir kısmında kafalar karışık. CHP’ye yakın duran bu kesimler, demokratik bir muhtevaya sahip olmadığından bahisle, endişe dozu yüksek bir söyleme yaslanıyorlar. 

Türkiye, 2016’dan itibaren, merkezinde Kürt meselesinin yer aldığı, çok katı bir güvenlikçi siyasete maruz kaldı. İnsanların hak ve hürriyetleri budandı, demokratik değerler pervasızca çiğnendi, siyaset sahası kötürüm hale getirildi ve hukuki güvenlik yerle bir oldu. O nedenle insanların birtakım korkularının olması, iktidara güven duymamaları ve sürece şüpheyle bakmaları anlaşılabilir.

Ancak demokrasi açığını, barış çabalarının önüne bir bariyer olarak koymak yanlış olur. Aslında bu yeni de değil, eski bir hikâye. 2013-2015 çözüm sürecinde de “Demokrasi olmadan barış olmaz”, en gözde sloganlardan biriydi. O dönemde de, PKK’nin silah bırakmasının demokrasiye bir hizmetinin olmayacağı, aksine bunun Erdoğan’a güç vereceği ve otoriterliği tahkim edeceği ifade ediliyordu. Bir nevi “Demokrasiyi, barışa kurban etmeyelim” denilerek süreçten ya uzak duruluyor ya da sürece karşıt bir pozisyona geçiliyordu. 

Kendi adıma, bu bakışı üç yönden sorunlu buluyorum: 

Birincisi, silahlara son vermeye yönelik bir girişim, asgari de olsa bir demokratikleşmeyi içerir. Salt silah bırakması istenen örgütle sınırlı tutulsa bile, bu örgütün yönetici kadrolarının ve mensuplarının gerek hukuki statüleri ve gerek onların sosyal ve siyasi hayata katılmaları için bazı yasal düzenlemelerin yapılması gerekir. Bu da bir rahatlama yaratır ve diğer demokratik talepler için mücadele verilecek zemini güçlendirir. 

Barışa Yük Bindirmek 

İkincisi, barışa çok fazla yüklenilmemelidir. Barış, ne her derde deva olur ne de her istemi karşılar. Topluma ve geleceğe dair bütün tahayyüllerimizi barışın sırtına vurmak gerçekçi de değil mantıkla da değil. Hâlihazırda bu süreçte öncelik, aktif şiddetin ve sıcak çatışmaların bitirilmesidir. Literatüre müracaat edersek, “negatif barış”ın inşa dilmesidir. Silahın aradan çıkarılması, bunun imkân ve şartlarının yaratılmasıdır. 

Elbette silahların susmasıyla bütün sorunlarımıza çare bulunmayacağını ve çatışmayı yaratan nedenlerin kendiliğinden buharlaşmayacağını biliyoruz. Çatışmaları doğuran sebeplerin sorgulanmasının; yapısal, sembolik ve fiziki şiddetin tamamen bitirilmesinin, adaletin tanzim edilmesinin ve barışın kalıcı hale getirilmesinin yoğun ve ciddi çabaya ihtiyaç duyacağının da farkındayız. 

Silahın ortadan kalkması, işte tam da bu noktada hayati bir önem taşır. Çünkü silahın varlığı, siyaseti baskı ve vesayet altına alır, siyasetin kanallarını azaltır ve alanını daraltır. Silahın yokluğu ise, çözüm bekleyen sorunların konuşulmasını ve hal yoluna koyulmasını sağlayacak olan siyasetin alanını genişletir ve kanallarını çeşitlendirir, siyasi aktörleri öne çıkartır.   

Yani negatif barışın pozitif barışa evriltmek uzun boylu bir gayreti gerektirir ve burada siyaset belirleyici olur. Silahın defterinin kapatılması, demokratik standartları yükseltmek için gerekli tabanı oluşturur, siyasi alanda kıran kırana verilecek bir mücadelenin sınırlarını genişletir. Ezcümle silaha son verilmesi, tek başına da olsa, çok değerlidir ve bunun bir an önce gerçekleşmesi için uğraşmak icap eder. 

Siyaseti Silahın Tasallutundan Kurtarmak 

Üçüncüsü de, demokrasi için hangi atmosferin elverişli olduğunun düşünülmesidir. Türkiye’de herkes şu sorunun cevabını kendisine vermelidir: Demokratik değerler, silahların olduğu bir ortamda mı yoksa silahların olmadığı bir ortamda mı daha iyi savunulur? Demokrasi mücadelesi, silahların bütün sesleri kestiği bir yerde mi yoksa silah korkusunun hissedilmediği bir yerde mi daha güçlü verilir? 

Yarım asra yaklaşan bir zamanı çatışmalarla tükettik. Hiçbir şey öğrenmediysek de, herhalde, iktidarların şiddet ve çatışmaları demokratik hak ve hürriyetleri kısıtlamak, askıya almak ya da ortadan kaldırmak için bir gerekçe olarak kullandığını öğrendik. Devletin silahı gösterip toplumu korkuttuğunu ve bundan baskıcı politikalarına meşruiyet ürettiğini tecrübe ettik. Silahın borusu öttüğünde, devletin hareket kabiliyetinin ve müdahale sahasının büyüdüğünü ve her türlü demokratik faaliyeti boğduğunu gördük. 

Bu itibarla, 2013-2015 çözüm sürecinde düşülen yanlışa düşmekten kaçınılmalıdır. Barışı demokrasinin karşısında konumlandırmanın ya da barışı demokrasiyi geciktirecek ya da güçleştirecek bir faktör olarak tasvir etmenin barışa da demokrasiye de bir faydası dokunmaz.

Zira Kürt meselesinde silah ortada oldukça, ne Kürt siyaseti sağlıklı bir şekilde çoğullaşabilir ne de Türkiye’de demokrasiyi tanzim etmek mümkün olabilir. Dolayısıyla daha iyi bir demokrasi özleminde olanların, siyaseti silahın tasallutundan kurtarmayı ve Kürt meselesinde silaha nokta konulması için çalışmayı, başlıca sorumluluk olarak addetmesi lazım gelir.

Hâsılı kelam hakikaten demokrasi diye bir dert taşıyanların, silahlara veda edilmesini öngören bir sürece evleviyetle arka çıkmaları beklenir. Ülkede demokrasi ateşini gerçekten gürlemek isteyenlerin, akan kanın durmasını sağlayabilecek bir teşebbüse herkesten önce omuz vermeleri gerekir. 

Çünkü demokrasiyi güçlendirmenin ve müdafaa etmenin en iyi yolu, memleketi silahların gölgesinden çıkarmaktır.