Grönland, Panama ve ABD’nin genişlemesi: Şimdi ne olacak?

“Bugünlerde Amerika Birleşik Devletlerinin seçilmiş ve eski Başkanı Donald Trump’ın Kanada’yı 51. eyalet yapacağını, Grönland’ı satın alacağını ya da tamamen ilhak edeceğini ve Panama Kanalı’nı geri alacağını duyuyoruz. ABD tarihine baktığınızda Trump’ın söylediklerinin esasında yeni bir yaklaşım olmadığını görürsünüz.

Ülkeler zaman içinde genişlemiş, birleşmiş, küçülmüş ve hatta yok olmuştur. Bugünlerde Amerika Birleşik Devletlerinin seçilmiş ve eski Başkanı Donald Trump’ın Kanada’yı 51. eyalet yapacağını, Grönland’ı satın alacağını ya da tamamen ilhak edeceğini ve Panama Kanalı’nı geri alacağını duyuyoruz. Pek çok kişi bu açıklamalardan endişe duyuyor ve ciddiye alınıp alınmaması gerektiğini sorguluyor. ABD tarihine baktığınızda Trump’ın söylediklerinin esasında yeni bir yaklaşım olmadığını görürsünüz. On üç eyaletin ABD’yi kurmasından bu yana, ABD ya toprak satın alarak ya da zor kullanarak genişlemiştir.

Grönland, Panama: Satın alma ve ilhak

İlk büyük toprak alımı 1803 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin Louisiana’yı Fransa’dan satın almasıyla gerçekleşmiştir. Bu ilhakla birlikte Birleşik Devletler Mississippi Nehri havzasının tamamını kapsayacak şekilde genişlemiştir. Ancak İspanya ile sınır sorunları bulunuyordu. Amerika Birleşik Devletleri Batı Florida’nın Louisiana Satın Alımının bir parçası olduğunu iddia etmiş, İspanya ise 1783’ten beri Batı Florida’yı ayrı bir vilayet olarak elinde tuttuğu için buna karşı çıkmıştı. Batı Florida sakinleri isyan ederek Batı Florida Cumhuriyeti’ni kurdular. Bu cumhuriyet 1810 yılında kısa ömürlü (yaklaşık 2-3 ay) oldu. Aynı yılın ilerleyen günlerinde Amerika Birleşik Devletleri bölgeyi önce işgal sonra da ilhak etti. Louisiana Bölgesi daha sonra çok sayıda eyalete bölündü.

Komşularla çatışma da yeni değil. Teksas eskiden Meksika’nın bir parçasıydı. Teksas bağımsızlığını kazandıktan ve Teksas Cumhuriyeti kurulduktan sonra ilhak edildi ve yirmi sekizinci eyalet olarak tanınarak Birleşik Devletler’in güneybatısını Rio Grande’ye kadar genişletti. İlhaktan birkaç ay sonra Meksika-ABD Savaşı patlak verdi.

Kıta içinde Amerikan yerlilerine karşı genişlemeyi de unutmayalım. Kabilelerle yapılan sayısız anlaşmaya rağmen, Birleşik Devletler onların topraklarını ele geçirmeye ve onları kamplara sürmeye devam etti. 1871’deki Kızılderili Ödenekleri Yasası, egemen Kızılderili ülkelerinin tanınmasına son verdi.

Guano Adaları Yasası

1840’larda guano popüler bir tarımsal gübre ve barut için güherçile kaynağı haline geldi. Bunun üzerine Amerika Birleşik Devletleri, başka bir ülkenin sakinleri tarafından işgal edilmediği ve başka bir hükümetin yargı yetkisi altında olmadığı sürece guano yataklarının bulunduğu sahipsiz adaların mülkiyetini almasına izin veren Guano Adaları Yasasını kabul etti. Ayrıca başkana bu bölgelerdeki çıkarlarını savunmak için orduyu kullanma yetkisi verdi. Yasa uyarınca Birleşik Devletler 94 adayı kontrol ediyordu. 1903 yılına gelindiğinde bunlardan 66’sı ABD toprağı olarak belirlenmişti.

ABD’ye katılan son iki eyaletin tarihi dikkate değerdir. Bu çerçevede diğer önemli satın alma işlemi ise 1867 yılında Rus İmparatorluğu’ndan alınan Alaska’dır. Bunun nedeni Rusya’nın Kırım Savaşı’ndaki ağır yenilgisi ve nakit ihtiyacıdır. Ayrıca Kanada o dönemde Britanya İmparatorluğu’nun bir parçası olduğu için Rusya’nın Alaska’yı savunması zor olacaktı.

Hawaii ise 1810’da birleşik, uluslararası alanda tanınan bir krallık kurdu ve 1893’te Amerikalı ve Avrupalı işadamları monarşiyi devirip 1898’de Amerika Birleşik Devletleri tarafından ilhak edilene kadar özerk kaldı.

Alaska ve Hawaii 1959 yılında sırasıyla kırk dokuncu ve ellinci eyaletler oldular.

Bir de bağımsızlığını kazanmış ya da kazanmak isteyen bölgeler var. 1898’deki İspanyol-Amerikan Savaşı’nın ardından İspanya Guam, Porto Riko ve Filipinler’i ABD’ne bıraktı. Porto Riko, Amerika Birleşik Devletleri’nin tüzel kişiliği olmayan bir bölgesidir. Sonuç olarak, ne egemen bir devlet ne de bir ABD eyaletidir; eyalet olma ve bağımsızlık arasında gidip gelmiş ancak her ikisini de elde edememiştir.

Panama Kanalı

Atlantik ve Pasifik Okyanuslarını bir kanalla birleştirmek on dokuzuncu yüzyılda başlayan bir fikirdi. Amerika Birleşik Devletleri 1903 yılında Kolombiya ile 10 milyon dolar karşılığında kanal için önerilen araziyi Kolombiya’dan sonsuza kadar yenilenebilir bir şekilde kiralamasını öngören bir Antlaşma imzaladı. Ancak Kolombiya Senatosu Antlaşmayı reddedince Başkan Theodore Roosevelt Panama’nın Kolombiya’dan ayrılmasını destekledi ve Panama hükümetiyle yeni bir Antlaşma imzaladı. Hatta Vaşington, Kolombiya birliklerinin bu ayrılığı engellemesini önleyince Panama o yıl bağımsızlığını ilan etti. Bu antlaşma ABD’ye kanal üzerinde “ebediyen” bazı haklar verse dahi bazı hakları 99 yıllık bir kira süresiyle sınırlıyordu. ABD ertesi yıl kanalın kontrolünü resmen ele geçirdi ve inşaat on yıl sonra tamamlandı.

1956’daki Süveyş Krizi’nden sonra Vaşington, Süveyş Kanalı’nın kontrolünü Mısır’dan geri alma girişimlerinden vazgeçmeleri için Fransa ve Birleşik Krallık’a baskı yapınca ABD’nin kanalı Panama’ya devretmesi yönündeki talepler arttı. Nihayet 1977’de Amerika Birleşik Devletleri ve Panama, kanal tarafsız kaldığı sürece kontrolü Panamalılara geri veren bir Antlaşma imzaladı. Panama’nın kontrolü 31 Aralık 1999 tarihinde tesis edildi.

Şimdi Trump başkalarının Kanal’ın kontrolünü ele geçirdiğini ve ABD gemilerinden antlaşmalara aykırı olarak fahiş ücretler alındığını iddia etmektedir. Buradan yola çıkarak kanalın kontrolünü ele geçirmek için Panama’ya karşı ekonomik ve askeri eylemi göz ardı etmediğini de açıkladı.

Dolayısıyla temelde Başkan Trump’ın düşündüğü hususlar yeni bir şey değil. Vaşington kuruluşundan bu yana aynı yöntemleri izlemiştir.

Avrupa Birliği modeli

Çok sayıda Avrupa ülkesinin daha önce ilhak girişiminde bulunmuş olmasına rağmen, Avrupa Birliği’nin genişleme şekli bunun tam tersidir. Avrupa Birliği’nin ilk altı ülkesi yüzyıllar boyunca çeşitli şekillerde birbirleriyle savaşmışlardır. Aynı husus Birliğe katılmak için başvuran diğer üyeler için de geçerlidir. AB’nin kurulmasının temel amacı Avrupa kıtasını çatışmalardan kurtarmak idi ve bunu en azından kendi aralarında başardılar. Tartışmalar ve hatta sınır sorunları diplomatik yollarla çözüldü. Birleşik Krallık dahi düzgün bir şekilde ayrıldı.

Ancak AB, Yugoslavya’nın veraset savaşları sırasında kötü bir sınav verdi ve şu anda AB’ye üye olmayan Balkan ülkelerini kabul etmekte tereddüt etmektedir. Bununla birlikte adaylık ve genişleme, başvuran ülke açısından gönüllü bir süreç, AB açısından ise siyasi bir tercihtir. Tüm genişleme kararları, belirli koşulların karşılanmasına bağlı olmakla birlikte, siyasi değerlendirmelere dayanmaktadır. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, AB’nin sadece Ukrayna’ya değil, Gürcistan ve Moldova’ya da adaylık statüsü vermesine neden olması bunun en yeni örneğini oluşturmaktadır.

Grönland için nasıl bir gelecek

Trump’ın açıklamaları arasında Grönland ile ilgili ifadeleri daha farklı bir şekilde ele alınmalıdır. Trump daha ilk döneminde bile bundan bahsetmişti. ABD’nin kendini savunma düşüncesi, Vaşington’un adanın kontrolünü ele geçirmesini daha mantıklı hale getirebilir. Ancak ABD’nin halihazırda anlaşmaları ve hatta adada bir üssü bulunmakta ama en önemlisi Grönland, Danimarka’ya ait bir Avrupa Birliği Denizaşırı Ülkesi ve Bölgesi, dolayısıyla hem NATO’nun, hem de Avrupa Birliği’nin bir parçasıdır.

Bu, Amerika Birleşik Devletleri’nin adayı ele geçirmeye yönelik ilgisini ilk kez dile getirişi değil. Vaşington 1867’de Grönland’ı satın alma olasılığını değerlendirmişti. Bu proje Kongre’nin muhalefeti nedeniyle gerçekleşmedi. Nazi Almanyası İkinci Dünya Savaşı sırasında Danimarka’yı işgal ettiğinde, ABD Grönland’ı olası bir Alman saldırısından korumak için 1941 yılında işgal etti. Bu işgal 1945 yılına kadar sürdü. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından ABD Grönland’a jeopolitik bir ilgi duymaya başladı ve 1946 yılında adayı Danimarka’dan 100.000.000 $ karşılığında satın almayı teklif etti. Ancak Danimarka bu teklifi reddetti.

Uluslararası kuruluşlar için bir sınav

Grönland 1973 yılında Danimarka ile birlikte o zamanki Avrupa Topluluğu’na katıldı. Grönland 1979 yılına kadar Danimarka’dan özerklik alamadı. İlginç bir şekilde, özerklik elde ettikten sonra Grönland, 1985 yılında AET’nin ticari balıkçılık yasaları ve fok derisi ürünlerine yönelik AET yasağı ile ilgili anlaşmazlıkları gerekçe göstererek Avrupa Ekonomik Topluluğu’ndan (AET) ayrıldı. Bununla birlikte Grönland vatandaşları AB vatandaşlığına sahiptir.

Şimdi mesele Trump yönetiminin bu fikirlerini nasıl uygulayacağına bağlı. Ne Panama ne de Grönland için askeri bir seçenek pek çok nedenden ötürü söz konusu olmamalı. Panama ve Grönland küçük ülkeler olsa da egemendirler ve buna göre muamele görmelidirler. Panama ile Grönland’ın kontrolünü güç kullanarak ele geçirmeye yönelik herhangi bir yöntem ayrıca uluslararası hukuku ihlal edecek ve ABD’nin zaten zedelenmiş olan itibarını daha da olumsuz hale getirecektir. Ancak esas sınama Trump’ın bu fikirlerini hayata geçirmesi halinde Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve NATO’nun nasıl tepki verecekleri olacaktır.