“Yeni paradigma” dediği ne ola ki?

Abdullah Öcalan ile görüşmek için İmralı’yla giden iki kişilik DEMP heyeti, önce kendi parti yöneticilerini bilgilendirdi.

Dün de aralarına Ahmet Türk’ü de alarak TBMM Başkanı ve MHP Genel Başkanı’nı bilgilendireceklerdi.

Bu yazıyı yazdığım saatte henüz görüşmeler gerçekleşmemişti, nasıl bir açıklama yapıldığını bilmiyorum. Ancak yapılacak resmî açıklamanın bizlere çok bir şey anlatmayacağını da 50 yıllık gazetecilik tecrübeme dayanarak bugünden söyleyebilirim.

Resmî açıklamalara yansımayacak neler konuşuldu ve bu sözler önümüzdeki süreci nasıl belirleyecek bunu zaman içinde öğreneceğiz.

Ahmet Türk, tam iki ay önce İçişleri Bakanlığı tarafından üçüncü kez belediye başkanlığı görevden alındı ve yerine bir devlet memuru kayyım olarak atandı.

Böylece Türk’ün görevden alınmasının hukuki değil, keyfi bir kararla gerçekleştiğinin de altı bir kez daha çizilmiş oluyor.

Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder’den oluşan “ziyaretçi heyet”, Öcalan’ın şu açıklamasını kamuoyuna duyurmuştu:

“Sayın Bahçeli’nin ve Sayın Erdoğan’ın güç verdiği yeni paradigmaya, ben de pozitif anlamda gerekli katkıyı sunacak ehil ve kararlılığa sahibim. Gereken pozitif adımı atmaya ve çağrıyı yapmaya hazırım.”

Bu cümlenin hemen başında isimleri geçen iki kişinin, bu cümleye yönelik bir itirazları olmadığını biliyoruz.

Olsaydı ikisi de her fırsatta konuşabilme yetisine sahip oldukları için bunu açıklamış olurlardı.

Buradan anlıyorum ki Erdoğan ve Bahçeli’nin güç verdiği bir “yeni paradigma” var ve Apo da buna destek vermeye hazır.

Bu yeni paradigma nedir, kimse bilmiyor ama.

TBMM’deki partilerin yöneticileri de bilmiyor. Hatta iddiaya girerim ki bu iki liderin parti yöneticileri, milletvekilleri vs. de bilmiyor.

Bir “yeni paradigma” var, bu PKK’nın silah bırakmasını sağlayacak.

Abdullah Öcalan’ın buna destek olması bekleniyor ama Ahmet Türk gibi bir belediye başkanı keyfi bir şekilde görevden de alınabiliyor.

Hem “silahı bırak siyaset yap” diyeceksin hem de siyaset yapmaya kalkışanı da seçilse bile makamından edebileceksin.

İlginç bir durum vesselam!

Ama bu topraklarda her zaman her şeyin mümkün olabileceğini içten içe bildiğimiz için çok yadırgamıyor görünüyoruz.

Bu “yeni paradigmanın hâkim olduğu süreç” büyük ölçüde PKK’nın silah bırakıp, kendisini feshetmesine bağlı görünüyor.

Bunun için de Öcalan’ın bir çağrı yapması bekleniyor.

O da “ben bunu yapabilirim, sözümü de dinletirim” anlamında konuşuyor ama o zaman niye sözünü dinleteceği çağrıyı yapmıyor da “hazırım” diyerek karşılığında bir şeyler beklediğini ima ediyor?

Abdullah Öcalan’dan beklenen şey, gücünü göstermesi!

Öcalan karşılığında bir şey almayı garanti etmeden böyle bir güç testine kalkışır mı?

Ya Kandil “hayır” derse?

Bundan başka planlar varsa da bunları bilmiyoruz; Bahçeli şimdilik bu kadarını söylüyor, Erdoğan onu bile söylemiyor.

Onun için bu gelişmelere bakıp heyecanlananları çok da iyi anlayamıyorum.

Elbette böyle derin bir problemin çözümü bir günde olabilecek bir şey değil.

Küçük küçük adımlar atılacak, onlar sonunda bir yere varacak. O varılan yeri herkes içine sindirecek sonra bunu başka küçük adımlarla gelinen yeni aşamalar takip edecek vs.

Ama belli ki atılması beklenen “ilk küçük adım”, PKK’nın silah bırakıp, kendisini feshetmesi!

Bu iş madem bu kadar kolaydı, niye bugüne kadar Abdullah Öcalan’ın yardımını istemediniz diye merak etmiyor da değilim.

Ya Erdoğan, yıllar önce Bahçeli’nin aklına uyup, yere fırlattığı ip ile Öcalan’ı assaydı, ne olacaktı?

Allah korumuş mu demeliyiz?

Bana öyle geliyor uzun süre havanda su dövülecek ve böyle bir barış ümidi canlı tutulmaya çalışılacak.

Tıpkı bundan önceki “barış süreci” gibi.

Erdoğan istediğini alabilirse adımlar küçük küçük de olsa atılmaya devam eder.

İstediğini alamayacağı ve bu işten siyasi zarar göreceğini gördüğü anda eskiye döneriz.

O zaman gelsin kürsüden ip atmalar, CHPKK’lar, belediye bütçelerini kemiren terör örgütü haşereleri iddiaları!

* * *

İstanbul’u ve Ayasofya’yı kim kurtardı?

Emevi Camii, kurtarıldıysa (yani buna “kurtarılma” denilecekse) Esad yönetiminden kurtarıldı. Aksa kurtarılacaksa, İsrail’in elinden kurtarılacak. Peki Ayasofya kimden kurtarıldı?

İstanbul'da TÜGVA öncülüğünde, 1 Ocak'ta "Şehitlerimize rahmet, Filistin'e destek, İsrail'e lanet" yürüyüşü yapıldı

İstanbul’da yeni yılın ilk gününde 400’e sivil toplum kuruluşunun katılımıyla Filistin için yürüyüş düzenlendi.

Kendilerini “sivil toplum kuruluşu” diye sunsalar da bu kuruluşların sivil olmadığını, büyük ölçüde kamu kaynaklarıyla finanse edilen “hükümet uzantıları” olduğunu biliyoruz.

Zaten miting ve yürüyüşün başında yer alan kişi de Bilal Erdoğan’dan başkası değil.

Bilal Erdoğan’ın da bilinen önemli tek vasfı var: Cumhurbaşkanı’nın küçük oğlu olması!

Büyük oğlan daha “dünyevi” meselelerle, gemi taşımacılığı gibi işlerle ilgili, bu işler de Bilal Bey’e kalmış.

Yürüyüşe verilen isim ve yürüyüş boyunca atılan slogan bu:

“Dün Ayasofya, Bugün Emevi, Yarın Aksa.”

Belli ki Erdoğan yönetimi, milli ve dini hamasete gaz verecek, yoksa Aksa’nın kurtarılacağı, Kudüs’ün bir kez daha fethedileceği filan yok.

Devlet Bahçeli’nin Meclis grubunda söylediğini Bilal Bey kardeşimiz de Galata Köprüsü’nde söylüyor, yerinde bir deyimle “sallıyor”, hepsi bundan ibaret.

Yalnız bu arkadaşların zihin dünyasında gerçekten problem var, bunu da söylemek zorundayım.

Emevi Camii, kurtarıldıysa (yani buna “kurtarılma” denilecekse) Esad yönetiminden kurtarıldı.

Esad kim? Acımasız bir diktatör.

Aksa kurtarılacaksa, İsrail’in elinden kurtarılacak.

Gerçi bugünkü güç dengelerine bakınca bu ham bir hayalden ibaret ama kurtarılacaksa soykırım ve etnik temizlik suçlusu bir hükümetin elinden kurtarılacak.

Peki Ayasofya kimden kurtarıldı?

Ayasofya, 573 yıldır bağımsız bir milletin topraklarında değil mi?

İstanbul, geride kalan 573 yılda sadece 4 yıl 10 ay 23 gün süreyle yabancı işgal altındaydı.

Yere göğe sığdıramadıkları padişah Vahdettin’in nezaretinde hem de!

O işgalden İstanbul’u ve Ayasofya’yı kurtaranlar da Cumhuriyetin kurucularıydı.

Sizlerin o günkü versiyonlarına kalsaydık, şu anda İstanbul Yunan şehriydi, Ayasofya’da da patrik dua ediyordu.

Böyle şeyler söylemeyi sevmem ama insan hâliyle sinirleniyor: Çatlasanız da bu gerçeği değiştiremeyeceksiniz.