Genelde iktidarın ama aslında özelde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın muhalif (CHP’li) belediyeleri silkeleme merakı hem siyasetin hem de demokrasinin ileride hiç iyi anılmayacak bir sayfasını doldurmaya başladı. Hatta, belediyelere karşı kısıtlayıcı, baskıcı ve ayrımcı muameleler ikinci üçüncü sayfayı dolduracak kadar arttı. Daha en başta, 2019’da İstanbul seçim sonucunun reddedilip tekrarlanması bugün olan ve olabilecek baskıların habercisiydi. Seçimi -dahi- iptal edildikten sonra yapılanlara şaşırmamak da böylece mümkün oldu.
Ancak, istediği sonucu almak şöyle dursun, tam tersine fark daha da açıldı. Ve bu kötü tecrübenin ardından iktidarın sakinleşmesi beklenirdi. Yetkiler alınıyor, binalar, araziler merkezi iktidara veriliyor, yatırım kararları imzalanmıyor ya da son günlerde olduğu gibi SGK borçları için CHP’li belediyelere özel tahsilat harekatı başlatılıyor. Maksat, muhalefete iş yaptırmamak ve onları yerelde başarısız kılıp iktidar hedeflerini zayıflatmak olduğuna göre, bütün bunlar işe yaramıyor. Baskı altındaki belediyeler bundan etkilenmiyor, bilakis siyaseten güç kazanıyor. Mağduriyet ve ellerin kolların bağlanması eskiden olduğu gibi yine sonuç vermiyor.
Buna rağmen Erdoğan’ın ısrarı neden olabilir? İki sebebi var görünüyor.
Birincisi, belediyelerin imkanları ne kadar kısılırsa o kadar iyidir ve aksayan her iş CHP’nin hanesine eksi yazılır. Günü geldiğinde de seçmen baskıları unutur ve iş yapamayan belediyeyi sorumlu tutar. Yani Erdoğan, toplumun “Siyaset zor iştir, iktidar baskı yapsa da üstesinden gelmenin bir yolunu bulmalıydınız” diye düşüneceğini varsayıyor olabilir. En azından Cumhur İttifakı tabanının böyle düşünmesi de ihtimal dahilinde.
İkincisi sebep ise, Erdoğan muhalefete karşı elinin ağır olduğu görüntüsünü kaybetmek istemiyor. Onlara kurallar ve kanunlar çerçevesinde muamele yapmanın; yani normalleştirmenin seçmeni muhalefete yönelteceği endişesi taşıyor. CHP’nin belediyeler üzerinden “normal” ve “makul” görünmesini kendisine karşı bir tehdit olarak algılıyor. Bu yüzden çekinmeden bütün enstrümanları kullanıyor. Kamu kaynaklarını har vurup harman savurdukları, SGK borcunu dahi ödemedikleri ve hatta Esenyurt’ta olduğu gibi! terörle dirsek temasında oldukları kanaatini oluşturmaya çalışıyor.
Tutar mı? Tuttuğu kadar. Ya da birazı tutsa yeter. En azından CHP’nin “yeni bir hikaye” oluşturma yolunu tıkamaya çalışıyor. Mesele iddiaların doğru olup olmaması veya CHP’li belediyelere haksızlık yapılıp yapılmaması değildir. Erdoğan, bütün bu girişimlerden kalacak tortu ve seçmende yaşanabilecek kafa karışıklığına güveniyor.
Peki, Erdoğan’ın sert ve ısrarcı hamlelerinden sonra siyasal güç dengesi şu anda nerede duruyor? CHP yerel seçimden birinci parti olarak çıktı ve hala bunu koruduğu görülüyor. Ancak, psikolojik üstünlük, gündem belirleme gücü iktidarın elinde. Atak ve pozisyon üstünlüğü de… Erdoğan bunu sadece iktidar olmanın verdiği imkanlar sayesinde yapmıyor aynı zamanda, yanlış-doğru, demokratik-antidemokratik olduğunu umursamadan siyaset üretme kapasitesiyle sağlıyor. Rutin ya da rutin dışı hamle ayrımı yapmadan hücum edebiliyor. “Ama bu yanlış, ama bu demokratik değil, ama bu çifte standart” gibi itirazları asla önemsemiyor. Bunları acizlik olarak göstermeyi de biliyor.
Amacı sadece muhalefetin elindeki belediyeleri iş yapamaz hale getirmek değil. Muhalefetin/CHP’nin iş bilmez, beceriksiz, zayıf ve kolay lokma olduğu imajını oturtarak bir sonraki Cumhurbaşkanlığı seçiminde şimdiden avantaj kazanmak peşindedir. Erdoğan, görevde son dönemi olmadığını önce enerjisiyle belli etmeye çalışıyor. Her kavgada kollarını sıvayarak ringe atılarak; 20 küsür senenin sonunda yorgunluk şöyle dursun, hala en diri ve güçlü isim olduğunu göstermek istiyor. Yoksa da kavgayı kendi çıkarıyor…
Daha önce benzer yöntemleri uygulayıp iyi sonuçlar aldığı hesaba katılırsa yeniden aynı yolu izlemesine de şaşırmamak gerekir. Erdoğan en iyi bildiği oyunu oynuyor. Muhalefetin ise acilen oyunun kurallarını yeniden belirleyecek bir plana ve vizyona ihtiyacı var. Ve pek fazla zamanı da yok.