Müzakere başlangıcı

Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu’nda Dışişleri Bakanlığı’nın bütçesi görüşülürken Bakan Hakan Fidan bir sunum yapar. Sunumun ardından CHP Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu söz alır ve Bakan’ın konuşmasında “artık bir iç politika meselesinin daha ötesine taşmış olan Türkiye’nin Kürt meselesi yahut da bölgesel Kürt meselesi konusunda hiçbir ibareye yer verilmemiş olmasına” dikkat çeker. Tutanaklardan aktarıyorum:

“Konuşmanızın hiçbir yerinde -özellikle dikkat ettim- bir tek ‘Kürt’ lafı yok. Mesela ‘Irak’ başlığı altında -Irak’la ilgili bir başlık var- hiç olmazsa ‘Kürdistan Bölgesel Yönetimi’yle de doğru ilişkilerimiz var, iyi ilişkilerimiz var’ diyebilirdiniz, ondan bile imtina edilmiş. Artı, mesela aynı başlık altında şu var: ‘Türkmen soydaşlarımızın hak ve menfaatlerini koruma yönündeki girişimlerimizi de sürdüreceğiz.’ Çok doğru, sürdürmek lazım ama peki, sınır ötesi -sınır içindeki Kürtler bir tarafa da- Kürtler bakımından ne düşünüyorsunuz; sadece terör mü, şiddet mi, çatışma mı, güvenlik meselesi mi? Bu meselenin güvenlik, terör dışında bir boyutu yok mu? Ne olacak? Yani sizin konuşmalarınızda ve sunumunuzda buna ilişkin bir boyut göremedik.”

Tanrıkulu, akabinde sözü 1 Ekim’den sonra başlayan sürece getirir. Cumhurbaşkanı’nın “Kendi irademizle çözelim” minvalinde bir sözünün basına yansıdığını, Bakan Fidan’ın bu anlayışa paralel ve “müzakere başlangıcına” vesile olabilecek daha şeffaf bir yaklaşım ortaya koymasının daha doğru olduğunu belirtir. Bu bağlamda Tanrıkulu, Suriye’deki gelişmelerle ilgili bir çerçeve çizer ve iktidarın Suriye’nin geleceğinde Kürtlerin pozisyonu hakkında ne düşündüğünü sorar:

“Suriye’de Kürtler hiçbir zaman Suriye rejimine karşı isyan etmediler. Ne zaman ki ‘IŞİD’ denilen küresel bir vahşet örgütü… Sonuçta Kürtlerin de Türkmenlerin de, Arapların da Süryanilerin de yaşadığı topraklarda şimdi, tıpkı Filistin topraklarında olduğu gibi bir soykırım, işgal hareketine giriştiğinde örgütlendiler ve o küresel vahşet örgütüne karşı çıktılar, yani orada silahlanmalarının nedeni başlangıçta buydu ve ondan sonra da başka bir Suriye ortaya çıktı. Bundan sonra da hepimiz de biliyoruz ki Suriye’nin toprak bütünlüğü sağlanırsa, Suriye’de gerçek anlamda bir demokratik rejim kurulursa Suriye’de eski rejim olmayacak. Peki, Suriye eski Suriye olmayacaksa oradaki Kürtler, Türkiye’deki ilişkilerini de dikkate alırsak ne olacaklar, yani Hükümetin bir bakışı var mı yok mu, nasıl yaklaşacak bu soruna? Sadece terör sorunu mu? Çünkü yani yüzyıllardır, o topraklar orada olduğu sürece Kürtler vardı, artı cumhuriyetten sonra da çeşitli nedenlerle oraya göç etmiş Suriyeli Kürtler var ve bizlerle akrabalar. Dolayısıyla ‘Türkmen soydaşlarımızın hak ve menfaatlerini koruyacağız’ derken sınır ötesinde yaşayan Kürtlerle ilgili olarak bir yaklaşım ortaya koymanızı beklerdim; umarım cevaplarınız da olur.”

“Ev ödevi”

Bakan Fidan, Tanrıkulu’nun sorularını cevaplandırır. Evvela Irak’taki Kürt Bölgesel Yönetimi ile ilişkiler konusunda Tanrıkulu’na katıldığını söyler. Erbil ile ilişkilerinin fevkalade iyi olduğunu, Bağdat ile Erbil arasındaki sorunları da çözmeye çalıştıklarını anlatır ve Kürtlerin hamisinin Türkiye olduğunu vurgular.

“Sınır ötesindeki Kürtlerin bölgede tek hamisi Türkiye’dir, yani bunun hiç lâmı cimi yok. Nasıl ki Balkanlardaki Boşnakların ve Arnavutların tek hamisi, gerçek destekleyicisi biziz, doğumuzdaki, güneyimizdeki Kürtlerin de… Tarih böyledir, tarih bu yana akar, bu tarihi değiştiremeyiz yani organik tarih de budur, bugünkü tarih de budur.”

Irak’ın ardından Suriye’ye değinir Fidan ve orada “Suriye’deki Kürtlerin PKK’lılaştırılmasına karşı olduklarını” ve SDG/YPG’yi kastederek “oradaki insanların iyi niyeti varsa Türkiye’ye karşı ev ödevlerini bildiklerini” belirtir. Peki, nedir bu “ev ödevi”?

“Türkiye’den, Irak’tan, İran’dan giden bütün PKK’lı kadroların gönderilip oradaki Suriyelilerin kalması gerekiyor ama bunlar ayrı konular, onlar da olmayacağını biliyorlar, başka bir konu olduğunu biliyorlar, yani o başka bir mevzu ama dediğim gibi, bizim sınır ötesindeki Kürtlerle ilgili hassasiyetimiz her zaman var.”

Fidan, daha sonra çeşitli mecralarda bu yönlü açıklamalarına devam eder. Misal, NTV’de katıldığı programda YPG’nin ortadan kaldırılmasını Türkiye için stratejik bir hedef olarak niteler ve YPG’nin ya kendini feshedeceğini ya da feshedileceğini ifade eder. Fidan, YPG’nin Suriye’den çekilmesi için üç aşama öngörür:

İlk aşama, YPG içindeki Suriyeli olmayanların ülkeyi terk etmesidir. İkinci aşama, YPG’nin bütün komuta kademesinin ülkeden çıkmasıdır. Üçüncü aşama ise, PKK’lı olmayan YPG kadrolarının yeni Suriye yönetimiyle anlaşması ve silahlarını bırakarak milli, eşitlikçi ve bütüncül bir Suriye içinde normal hayatlarına geri dönmeleridir. 

“Suriyeli bir kuvvet”

Fidan’ın söylemi, Türkiye’nin SDG/YPG’yi kendisi için kabul edilebilir bir forma sokma niyetine işaret eder. Suriye’de mevcut saha dengelerinin kendisine avantaj sağladığı düşüncesiyle de, taleplerini en yüksek noktadan dillendirerek SDG/YPG’yi zorlamaya, baskı altına almaya gayret ediyor. SDG/YPG ise, buna mukabil, bu siyasete karşı son derece dikkatli davranıyor. Mazlum Abdi, bu süreçte birçok söyleşi yaptı ve her söyleşinde duyarlı bir söylem kurdu.

Türkiye’nin üç talebi öne çıkıyor. Bir, Suriyeli olmayanlar SDG/YPG’den ayrılsın. Abdi, Suudi Arabistan kanalı Al-Hadas’taki röportajında, Türkiye’nin bu hassasiyetini gözeten mesajlar verdi. IŞİD’e karşı verilen mücadelede Kürdistan’ın farklı bölgelerinden birçok savaşçının kendilerine yardıma geldiğini, onların bir kısmının Türkiye ve Irak’a döndüğünü, İran’dan gelenlerin güvenlik nedeniyle dönme sorunlarının bulunduğunu ama gelenlerin hepsinin zaman içinde geri döneceklerini ifade etti. Suriyeli olmayan hiçbir savaşçının yönetimde yer almadığını belirten Abdi, SDG’nin Suriyeli bir kuvvet olduğunu ve siyasi çözüm için muhataplarının da Şam olduğunu ifade etti.

İki, PKK’den arındırılmış yapı, Şam’daki yeni yönetim ile anlaşsın. Merkezde şu anda HTŞ var. Abdi, Ronahi TV’deki söyleşisinde HTŞ ile resmî bir ilişki kurduklarını ve aralarında herhangi bir sorunun olmadığını belirtti.

“Bizlerden ve HTŞ’den heyet var, görüşen. Tabii heyetimizin daha üst düzeyde bir görüşme gerçekleştirmesi için Şam’a gitmesi gerekiyor. Doğal olan da budur tabii ki. Batı yakasına bir süre biçip güvenliği sağladık ve geri çekildik. Türkiye’nin yansıttığı gibi bir şey yok. HTŞ ile bazı anlaşmalar çerçevesinde çalışmamızı tamamladık ve çekildik. Şimdi bir istikrar söz konusu. Ne onlar bu tarafa (doğu yakası) ne de bizler o tarafa karışıyoruz.”

HTŞ ile varılan mutabakatın yanı sıra SDG, bu arada sembolik önemi büyük mühim bir hamle daha yaptı. Suriye’nin birliğine ve halkın Baas rejimini deviren iradesine bağlılığın bir nişanesi olarak Esad’ın devrilmesinin ardından ilan edilen Suriye’nin yeni bayrağını, kontrolündeki bölgelerde dalgalandırma kararı aldı.

Üç, SDG/YPG kendini feshetsin. SDG/YPG yeni bir kimlik edinebilir elbette ama nihayetinde bu kuvvetin akıbetini, Suriye’nin silahlı yapısı içinde nasıl bir pozisyon alacağını, merkezi ordunun bir parçası mı olacağı yoksa başka bir statü mü taşıyacağını Suriye’deki dinamikler tayin edecek.

Ve burada çok sayıda dinamik var, tek karar verici de Türkiye değil. ABD’nin kısa vadede SDG ile yakın durma politikasından vazgeçeceğine dair bir sinyal yok. Dolayısıyla SDG’nin, yeni durumun gereklerine uygun olarak biçim değiştirebileceğini ama yeni Suriye’nin inşasında rol alacağını söylemek mümkün.

O halde Türkiye’nin de buna uygun hareket etmesi ve başkalarının aracılığına ihtiyaç duymaksızın SDG ile doğrudan kendisinin görüşmesi başlaması daha doğru olmaz mı? Bugün Erbil ile kurulan ilişkiden büyük bir memnuniyetle bahsediliyor. Eğer yarın bunun bir benzeri Qamışlo ile kurulmak isteniyorsa, şimdiden adım atmak lazım.

Bir müzakere başlangıcı için şartlar uygun.