Bir de “dış Kürtler sorunu”muz var

Hafta Sonu Yazıları’nda sıra Mümtaz’er Türköne’de. “Yeni” çözüm sürecinde gelinen son durumu değerlendiren yazarımız, Cumurbaşkanı danışmanlarından Mehmet Uçum’un bahsettiği “Dış Kürtler sorunu” ifadesini eleştiriyor.

Anlaşılan yeni bir sorun.

“Pazar Yazısı” diye, Mehmet Uçum’un X’te yayımladığı uzun not sayesinde bu sorunla tanışmış olduk.

Özeti şu:

Kürt sorunu ikiye ayrılıyor: İç Kürt sorunu, dış Kürt sorunu. İç Kürt sorununu mevcut hükümetin düzenlemeleri ve uygulamaları ile çözdük. Son 40 yılda üretilen terör destekli dış Kürt sorunu ise bizim karşımıza “etnik kimlik=millî kimlik=bağımsız (manda) devlet” formülünü dayattı. Bu emperyalist dayatma önümüze “statü sorunu” olarak konuyor. Uçum’un pazar notu, şu keskin hükümle son buluyor:

“…Bugün Türkiye’ye dayatılan ve asıl amacı Türkiye’yi bölmek olan yapay ‘dış Kürt sorununa’ karşı mücadele, Türkiye’nin anti-emperyalist mücadelesindeki en temel konudur. İç cephenin öncelikle bu konuda sağlamlaştırılması ve güçlendirilmesi son derece önemlidir. Türkiye’nin coğrafi bütünlüğünü ve siyasi birliğini korumak için zorunludur. Türkiye’nin geleceği açısından hayatidir.”

Ne demiş oluyor sizce?

Politbüro söylemi:

Benim neslim Soğuk Savaş’tan kalma bu söylemi yakından tanır. SBKP’nin politbüro bildirisi, ÇKP’nin halkı aydınlatan tebliği veya Bizim Radyo’nun mekanik yorumları gibi. Soğuk, kuru ve insanî türden herhangi bir duygu kırıntısına yer vermeyen bu üslup, sizi kelimelerle döver. Tartışamazsınız. İtiraz edemezsiniz. Kutsal metinler gibi kesindir. Ya “hazır ol”da durup teslim olacak inanacaksınız, ya da “ben böyle dünyanın…” diye bir küfür sallayıp isyan edeceksiniz. Arada başka bir seçeneğiniz yok.

Basit bir formül: Metinde geçen “emperyalizm” veya “anti-emperyalizm” kelimelerini çıkartırsanız anlam, kumdan bir kalenin yıkılışı gibi dağılıp gidiyor. Peki “emperyalizm nedir?” İşte bu sorunun somut bir cevabı yok. Aklınıza gelen bütün düşmanlar ya emperyalisttir, ya da emperyalizmin uşağıdır. Karşılaştığınız sorunlar “emperyalist dayatma”dır. Bu emperyalistler çok ama çok kötü bir “şey”lerdir, ancak üç harfliler gibidir ne olduğu bilinemez.

Sadede gelelim:

Mehmet Uçum, Türkiye’nin bir “iç Kürt sorunu” kalmadığını tebliğ ediyor bize ve dışarıdan dayatılan “dış Kürt sorunu”nun da, Kürtler için bağımsız devlet inşa etme projesi olduğunu söylüyor. Kısaca bu soruna da “statü dayatması” diyor.

Masumiyet karinesi nedir?

Mehmet Uçum, Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı ve Hukuk İşleri Daire Başkanı olarak görev yapıyor. Devletin işleyişinde bu makamın neye karşılık geldiği bir muamma. Pek işe yarar bir şey olmadığını tecrübe ile biliyorum. 2017’de tutuklu yargılanan Mehmet Altan ve Şahin Alpay’la ilgili Anayasa Mahkemesi hak ihlali kararı verdiği zaman CNN Türk’e çıkıp, bu karara itiraz etmişti. Gerekçesi inanılmazdı. “Masumiyet karinesi, kişinin masum olduğunu göstermez, kişiye sadece masumiyetini ispatlama hakkı verir.” M.Ö. 1750 tarihinde Hammurabi Kanunları’ndan beri benimsenen bir prensibin bir anda gerisine düştük. Öyle büyük bir hukuk açığı ki, yoldan geçen adamı “Gel bakalım buraya, sen suçlu gibi duruyorsun” diye çevirip hapse atın ve “Hadi, masum olduğunu ispatla bakayım” diye onu tutuklu yargılamaya başlayın.

Mehmet Uçum’un bu çok yüksek perdeli “politbüro edebiyatı” ve muhakeme tarzı iki temel soruna yol açıyor.

Devletin entelektüel düzeyi

Birincisi bu adam kim? Devlet dediğimiz ağır başlı yaratığın veya koca makinenin neresini veya hangi dişlisini temsil ediyor? Bulduğu parlak formüllerin karşılığı ne? Devleti ne ölçüde bağlıyor? Bu soruyu sormaya hakkımız var; çünkü devlet içinde kimse ona “Sen sus bakayım” demiyor. İkincisi de şu: Kimin adına konuşuyor?

Uluslararası İlişkiler doktorası olan, üstelik doçent unvanı taşıyan bir dışişleri bakanımız var. Felsefe doktorası yapmış ve ABD’de vaktiyle tutorial bile almış bir MİT başkanımız var. Cumhurbaşkanının konuşmalarına bakılırsa, dünyayı bilen, kavramlara hâkim, idare-i kelam ve ifade-i meram konusunda marifetli metin yazarları istihdam ediliyor. Devletin entelektüel düzeyinin muasır medeniyet seviyesinin üzerinde olduğunu göstermek için bu tablo yeterli değil mi?

Peki Soğuk Savaş yıllarından kalma bayat ve tutarsız, üstelik sıkıcı, gerçek hayatta karşılığı olmayan bu politbüro edebiyatı devletin neresinden çıkıyor? Anlayabilen ve bir anlam verebilen var mı?

“Yeni” çözüm süreci: Devlet Bahçeli sabit kadem

Roma geleneğine göre, ahşap iskele kurup taş kemer inşa eden mühendisler, iskele sökülürken kemerin altında durarak özgüvenlerini gösterirlermiş. Bir hata varsa kemer üzerine yıkılacak. Bahçeli’nin inşa ettiği kemer, ahşap iskele söküldükten sonra da bütün ihtişamı ile ayakta duruyor ve kendisi de altında durmaya devam ediyor.

Bahçeli ölçülü bir vurgu ile 22 Ekim’de koyduğu çıtada ısrarlı olduğunu grup toplantısında tekrarladı. Hatta daha yükseğe koymasa da çıtanın alanını genişletti. DEM grubu ile Öcalan arasında TBMM ile sınırlı olmayan temaslar için yeni bir kapı açtı. Altı çizilmeli: Bir liderin çıkışı değil bu öneri; iktidar ortağının yol göstermesi, kural ihdas etmesi.

Bahçeli önerisinde ısrar ediyor. Konuşmasında yer alan ısrar vurguları kime karşı yapılıyor?

Mehmet Uçum’un insicam sorunları ile malul pazar yazısı bile Bahçeli’ye destek veriyor; ama Erdoğan cephesi hâlâ bu çözümün dışında. Kayapınar Belediyesi başta olmak üzere yapılan operasyonlar durumu ifade etmek için yeterli. Bahçeli kayyım tasarruflarına “geçici görevden almalar” diyerek gerginliği hafifletmeye hatta göğüslemeye çalışıyor.

Bahçeli’nin uzun uzun analiz ettiği ve neredeyse eksiksiz bir tablosunu çizdiği bölge ve dünya politikasından yükselen ateş çemberi benzetmesi, aynı zamanda Çözüm Süreci için ısrarının gerekçesini oluşturuyor.

Benim yorumum: Erdoğan kararını ve dolayısıyla Bahçeli’ye cevabını vermiş değil. Kayyım atamaları ve operasyonlar ile kontrollü bir gerilim politikası ile yoklamalar yapıyor ve zamana oynuyor.

Filmin sonunu görmek için beklememiz gerekiyor.