YSK’ya artık neden güvenmiyoruz?

YSK, kusura bakmasın ama kendi prestijini ve kararlarının tartışılmazlığını kendisi yok etti. İmamoğlu aleyhine açılan “ahmak davası” da Erdoğan rejiminde YSK üyelerinin siyasi yönlendirmeye ne kadar açık olduklarını ortaya koyan bir başka örnek. Ve bir soru: Recep Tayyip Erdoğan, dördüncü kez aday olmak isterse, YSK ne yapar?

Yüksek Seçim Kurulu (YSK)

Nasuh Mahruki, YSK Başkanı’nın sözleri üzerine eleştirel bir sosyal medya mesajı nedeniyle tutuklandı.

Tutuklanma gerekçesi yanıltıcı bilgi yaymak, yargı organını aşağılamak.

Bu tutuklama ile ilgili görüşlerimi 22 Kasım günü bu köşede yazdım. (Yargının İtibarı Nasıl Korunur?)

Yüksek Seçim Kurulu, 1946’daki ilk çok partili seçim sırasında yaşanan hukuksuzlukların ve seçim sahtekarlıklarının üstesinden gelmek için, partilerin bu konuda mutabık olması üzerine kuruldu.

Hâkim gözetiminde siyasi partilerin yönettiği bir seçim düzeninin tartışmaya açık hale getirmeyi de rabbim memleketimizin siyasal İslamcılarına nasip etti.

Bu kurum Erdoğan rejiminde, üç kere çok tartışmalı karar verdi.

Birincisi 2017 referandumunda oylama sürerken verdiği karardır: Kanunun açık hükmüne rağmen, mühürsüz oy pusulası ve zarfların da geçerli olduğuna ilişkin karar!

298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunun 77. maddesinde, sandık kuruluna oy pusulasının arkasını ve zarfları mühürleme görevi veriliyor.

Aynı Kanun’un 98. maddesi mühürsüz oy zarflarının, 101. maddesi ise mühürsüz oy pusulalarının geçersiz olacağını düzenliyor.

Söz konusu referanduma kadar yapılan son üç seçimde YSK’nın genelgelerinde “oy pusulaları ve zarflarının, sandık kurulu tarafından mühürlenmemesi halinde geçersiz olacakları” belirtiliyordu.

O referandumda YSK, AKP temsilcisi Recep Özel’in talebini kabul ederek, mühürsüz pusula ve zarfların da geçerli olduğuna karar verdi.

Kanun yapma, mevcut olanı değiştirme yetkisi sadece TBMM’ye ait bir yetkidir. YSK, bu yetkiyi gasp etti.

O tarihte Kılıçdaroğlu yönetimindeki CHP, bu yolla kaç oyun geçerli sayılarak referandum sonucunun etkilendiğini bile tespit edecek basireti gösteremedi.

Recep Tayyip Erdoğan referandum için kesin sonuçlar açıklanmadan önce “boşuna uğraşmayın, atı alan Üsküdar’ı geçti, haberiniz yok” diyecekti.

YSK’nın o gün verdiği karar, bu kurumun ilk büyük yarayı aldığı gündür.

YSK’nın kendisine duyulan güveni sarstığı kararlardan ikincisi, 2019 yerel seçiminde İstanbul’da aynı zarftan çıkan dört oydan üçünün geçerli, birinin geçersiz sayılması kararıdır.

Seçime katılan partilerin itirazlarıyla defalarca sayılan oylardan İBB Başkanı seçimi ile ilgili olanının iptali kararının gerekçesi, ilçe seçim kurullarının ve bazı sandık kurullarının kanunla kendilerine verilen görevi yerine getirmemiş olmalarıydı.

Aynı YSK, 2017 referandumunda mühürsüz zarf ve oyların geçerli olduğuna ilişkin kararı verirken il ve ilçe seçim kurullarının kanunla kendine verilmiş grevi yapmamalarının, seçmen iradesinin ortaya konmasına engel olmaması gerektiğinden söz ediyordu.

Kanunla verilmiş görevlerin yerine getirilmemesi birinde seçimin iptali sonucunu yaratırken diğerinde oyların geçerli sayılması sonucunu yaratmıştı.

YSK’nın üçüncü tartışmalı kararının tarihi daha yeni. Bu Recep Tayyip Erdoğan’ın üçüncü kez Cumhurbaşkanı seçilmesiyle sonuçlanan karardır.

Anayasa, genel oyla seçilen Cumhurbaşkanlarının iki kez görev yapabileceğini açıkça yazdığı halde, YSK Erdoğan’ın üçüncü kez aday olmasını kabul etti, seçim sonucunu da kesinleştirip, ilan etti.

YSK’nın bu kararı verirken ileri sürdüğü hukuki gerekçe için söylenebilecek tek şey “karakuşi” olduğu.

YSK, Anayasa’nın çok açık bir hükmünü bu kararıyla yok ederken TBMM’ye ait “Anayasa’yı değiştirme yetkisini” de gasp etmiş oldu.

YSK, kusura bakmasın ama kendi prestijini ve kararlarının tartışılmazlığını kendisi yok etti.

İmamoğlu aleyhine açılan “ahmak davası” da Erdoğan rejiminde YSK üyelerinin siyasi yönlendirmeye ne kadar açık olduklarını ortaya koyan bir başka örnek.

Bütün bunlardan sonra söyleyin bakalım: YSK’ya bundan sonra ne kadar güvenebiliriz?

Ve bir soru daha: Recep Tayyip Erdoğan, dördüncü kez aday olmak isterse, YSK ne yapar?

Kendisine “adaylığınız Anayasa’ya göre mümkün değildir” diye bir yanıt verir mi?

Yoksa, tıpkı bundan öncekinde olduğu gibi, hukuka takla attırarak bu adaylığın mümkün olacağına karar mı verir? Böyle bir karar verirse, YSK kararları kesin olduğuna göre Erdoğan, bir kez daha Cumhurbaşkanı adayı olabilir mi, olamaz mı?

***

Savcı Bey, şekerleme yaparken kâbus mu gördü?

“Milletvekilleriyle ilgili bir video izletildi” demek ya da yazmak hangi halk arasında korku ve paniğe neden olmuş? Bunu televizyonda söylemek, internet sitesinde yazmak halk sağlığını nasıl etkilemiş? Ben öksürene bile rastlamadım

 

Gazeteci Fatih Altaylı ve İsmail Saymaz hakkında, “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçlamasıyla soruşturma başlatıldı.

Soruşturmaya konu olan şey, “altın kaçakçılığı” konusunda isimleri gündeme gelen ve bu nedenle partilerinden istifa ettirildikleri bildirilen MHP’li üç milletvekili ile ilgili olarak edindikleri bir istihbaratı açıklamaları.

İddiaya göre Cumhurbaşkanı Erdoğan, MHP Genel Başkanı Bahçeli ile görüşürken bu üç milletvekili ile ilgili bazı video kayıtlarını izlettirmiş ve milletvekillerinin istifaları bunun üzerine gerçekleşmiş.

Savcılık, böyle bir video izlettirilmediği ile ilgili olarak yapılan “resmî açıklamayı” gerekçe göstererek, iki gazeteci hakkında “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” soruşturması açmış.

Video var mıdır, yok mudur, milletvekilleri altın kaçakçılığına aracılık etmiş midir, etmemiş midir, bilmiyorum.

Bunu ilk açıklamalarından anladığımız kadarıyla savcılar da bilmiyor.

Zaten bir açıklama da yapılmış, “video izletilmedi” diye. Yani haber yanlışsa da düzeltilmiş, sorun ortadan kalkmış.

Ama benim bildiğim iki şey var:

Birincisi: Gazetecilik kuşku mesleğidir; en çok da resmî açıklamalardan kuşku duymak gerekir. Bu işin temeli bu. Kuşku duyacaksınız ki araştıracak ve halkın haber alma hakkına hizmet edebileceksiniz.

Yoksa yaptığınız iş gazetecilik değil, iktidar borazanlığı olur zaten.

Bildiğim ikinci şey ise TC’de geçerli bir kanun!

“Sansür kanunu” diye de anılıyor; halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma suçunu ve cezasını tarif ediyor.

Türk Ceza Kanunu’nun 217 / A Maddesi şöyle:

“(1) Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.

(2) Fail, suçu gerçek kimliğini gizleyerek veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlemesi hâlinde, birinci fıkraya göre verilen ceza yarı oranında artırılır.”

Savcı Bey’in kanunun bu maddesinden soruşturma açarken, maddeyi okumamış olması düşünülemez sanırım.

“Milletvekilleriyle ilgili bir video izletildi” demek ya da yazmak hangi halk arasında korku ve paniğe neden olmuş?

Bunu televizyonda söylemek, internet sitesinde yazmak halk sağlığını nasıl etkilemiş? Ben öksürene bile rastlamadım.

Ülkenin dış güvenliği bu haberden etkilendiyse, TSK nerede? Niye teyakkuza geçmedi?

İç güvenliğimiz bu haber nedeniyle sarsılmış gibi görünmüyor; futbol maçları bile rahatça oynandı.

Bu bilgi kamu barışını nasıl bozacak?

Bu haberi okudu veya dinledi diye korkuyla ve dehşetle bağırarak evlerinden, ofislerinden, dükkanlarından dışarı uğrayan kimseyi göremedim. Savcı bizlerin göremediğini nerede gördü?

Acaba savcı beyler o gün öğlen yemeğinden sonra insülin direncinin etkisiyle küçük bir “şekerleme” yaparken, böyle korkutucu bir kâbus mu gördüler?

Hep söylerim, belli bir yaştan sonra sofradan tam doymadan kalkmak her zaman daha sağlıklı bir sonuç veriyor.