İsrail, Kürt kartını açarken düşünelim

“Kürt kartı”, Türkiye’ye karşı kullanılabilecek bir koz olarak görülüyorsa doğru politika ne olmalıdır? Kürtleri yok saymak mı? Kürtlerin bu ülkeye bağlılıklarını güçlendirecek, ayrılıkçılığı minimalize edecek politikaları kurmak mı?

İsrail’in “çiçeği burnunda” Dışişleri Bakanı Gideon Sa’ar, göreve başlarken “Orta Doğu'da Kürt ve Dürzi topluluklarıyla ittifak halinde olmaları gerektiğini” söyledi.

Sa’ar, bu göreve 5 Kasım günü tayin edilmişti. Bu konuşmayı da 11 Kasım günü, önceki Bakan Katz ile görev devir – teslim töreni sırasında yaptı.

Hem söyleyenin kimliği hem de söylendiği yer açısından öylesine okunup, geçilecek bir konuşma değil.

Sa’ar, “her zaman azınlık olacağımız bir bölgede, doğal ittifaklar diğer azınlıklarla birlikte olmaktır” diyor.

Bu ittifakların Suudi Arabistan ve diğer Arap ülkeleriyle yapılacak anlaşmalarla birlikte şekillenmesi gerektiğini söylüyor.

Sa’ar’ın konuşmasından bir bölüm şöyle:

“Kürtler büyük bir millettir, siyasi bağımsızlığa sahip olmayan milletlerden biridir. Onlar bizim doğal müttefikimizdir. Bölgedeki azınlıkların birleşmesi gerekiyor. Kürtler, İran ve Türkiye’nin zulmünün kurbanıdır. İsrail’in onlarla iletişim kurması ve ilişkilerini güçlendirmesi gerekiyor. Biz bölgede bir azınlığız, bu nedenle doğal olarak diğer azınlıklar müttefikimizdir.”

İsrail’in, Türkiye’yi bir müttefik olmasa da “İsrail’in varlığına tehdit oluşturmayan bir dost devlet” olarak gördüğü yıllar artık çok geride kaldı.

Erdoğan rejiminin Türkiye’nin Orta Doğu, İsrail ve Araplar ile ilişkiler konusundaki geleneksel dış politikasını terk ettiğinden beri adım adım gelişen olayların vardığı yer burası.

Erdoğan’ın, kendisini Müslüman Kardeşlerin ağabeyi zannettiği bir politikaya savrulup, “Arap sokağında alkışlanma” hülyasıyla değiştirdiği dış politika ilk kez Mısır ve İsrail’in birlikte Doğu Akdeniz’de Yunanistan’ın yanına geçmesiyle duvara vurmuştu.

İsrail’in yeni Kürt politikası, bunun üzerine tüy dikmiş bulunuyor.

ABD’nin bölge politikasının temelini İsrail’in güvenliği konusunun oluşturduğunu artık herkes biliyor.

IŞİD ile mücadele görüntüsü altında Suriye’nin kuzeyinde Arap ve Türkmen nüfusa uygulanan etnik temizliğe de çanak tutarak bir PKK devletçiğine hamilik yapmasının temel nedeni de budur.

PKK’nın İran’daki faaliyetlerini uzun bir aradan sonra canlandırması, İsrail ve ABD ortak planının bir sonucudur.

Elbette her ülke, kendi güvenliğini ve ulusal çıkarlarını gözeterek dış politikasını yürütür.

Böyle düşünüyorlar diye ABD’yi ve İsrail’i eleştirmek mümkün ancak anlamsız.

Erdoğan, ideolojik saplantılarıyla İsrail ve ABD’nin bölgedeki planlarını değiştirmelerine yol açtı.

Eleştirilecek birisi varsa Erdoğan’dır.

Türkiye’nin uzun vadeli çıkarlarını gözetmek İsrail ve ABD’nin işi değildir.

Şimdi mesele işlemeye başlayan bu sürecin nasıl tersine çevrilebileceği.

Erdoğan’ın bu konuda koalisyon ortağından hayli geride bir pozisyonda yer aldığını da söylemek gerek.

Şunu hepimiz biliyor olmalıyız: Milliyetçi – ayrılıkçı hareketleri tamamen bitirebilecek bir çözüm formülü yok.

Bu tür hareketler hep olacak, milliyetçiliğin tanımı gereği bu.

Onun için de Türkiye’de ayrılıkçı bir Kürt hareketinin her zaman varlığını koruyacağını akılda tutmak gerek.

Bunun nihai bir kalkışmaya yol açmamasını sağlayacak şey, bu tür ayrılıkçı hareketleri marjinalleştirmekten, kitlesel hareketlere dönüşmesini engellemekten etmekten geçer.

Onun yolu da kendi vatandaşların arasında ayrımcılık yapmamaktır.

Bu ülkenin onurlu ve eşit vatandaşı olarak hissetmelerini sağlamaktır. Bunun gereklerini yerine getirmektir.

AKP MKYK üyesi Orhan Miroğlu’nun dün yaptığı “Kürt seçmenin farklı bir ulusal psikolojiye yakınlaştığı” uyarısını da kaydedelim.

Şu uyarısı biraz sert görünebilir ancak Türkiye’de yaşadığımızı unutmayalım:

“Davul AK Parti’nin omuzlarında ve tokmağa doğru vurulmazsa, hesap edilemeyen bir zamanda, askeri darbelerin dahi ‘çare’ haline geleceği bir Türkiye’yle karşı karşıya kalınması hiç sürpriz olmaz. Demokrasi ve sivil siyasetin raydan çıkmasının bedeli TBMM’yi bir iki yıllığına kapatmakla ödenmez, bedeli, bu defa bölünme dahil çok ama çok ağır olur.”

Düşünelim:

- Kuzey Suriye’de, Fırat’ın doğusunda bir PKK devletçiği kuruldu. İsrail ve ABD bu devleti Türkiye ve İran’a karşı, İsrail’in güvenliği saikiyle destekliyor.

Böyle bir tabloda “doğru politika” Hamas’ın bölgedeki tek destekçisi olmak olabilir mi?

- “Kürt kartı”, Türkiye’ye karşı kullanılabilecek bir koz olarak görülüyorsa doğru politika ne olmalıdır?

Kürtleri yok saymak mı?

Kürtlerin bu ülkeye bağlılıklarını güçlendirecek, ayrılıkçılığı minimalize edecek politikaları kurmak mı?

- İsrail, neden Suudiler ve diğer Araplarla ittifak kurarak, Türkiye’yi daha kolay tecrit edebileceğini düşünebiliyor?

Yoksa Erdoğan’ın “İslam ümmeti” bir ham hayalden mi ibaret?

- ABD ve İsrail ile “hasım” olmak, Türkiye’yi, Rusya karşısında nasıl etkiler?

Rusya, NATO’nun doğu kanadının iç karışıklıklar ve müttefiklerinin askeri ambargolarıyla çökmesinden mutlu mu olur, mutsuz mu?