Yerel seçim sonrası tablo iktidarın aleyhine görüntü veriyordu ve bu görüntünün geri döndürülemez olduğu kanaati hakimdi. CHP, büyükşehir belediyelerinin tamamına yakını alarak birinci parti olmuştu ve üstelik Ankara ve İstanbul’da daha önce Ak Parti’nin uluşamadığı oylara ulaşmıştı. Özgür Özel’in seçim gecesi söylediği gibi “CHP, yüzde 25’lik cam tavanı parçalayarak” kazanmıştı. Psikolojik üstünlük tartışmasız şekilde CHP’nin elindeydi.
O günlerde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu tablodan ürkeceği ve yumuşama yolunu tercih edeceği analizleri yapılıyordu. İktidar sertlik, baskı ve kural tanımazlık yüzünden seçimi kaybettiği için bunun tersini yapması bekleniyordu. Erdoğan ve Ak Parti’yi yakından tanıyanlar bu analize prim vermediler ama yine de “inşallah” temennisini esirgemediler. Arada Erdoğan Özel’le görüştü CHP genel merkezine gitti, hatta yanmadan sönmüş olsa da Kürt meselesinde çözüme benzer bir şeylerin fitili dahi ateşlendi. En başta da ekonomide akıl ve mantık yoluna girildi. Bütün bunlar iyimserler için sevindirici işaretler sayılıyordu. Üzerine MHP lideri Bahçeli’nin cesurdan daha cesur önerileri geldi. Öcalan Meclis’te konuşabilir hatta affedilebilir, falan. Daha ne olsun… Bir ülke bundan daha hızlı yumuşama iklimine geçebilir miydi?
Hava o kadar iyimserdi ki CHP içindeki muhalifler olur da bir yumuşuma yaşanır diye genel başkanları Özel’i topa tutmaya başlamışlardı. ‘Müzakere değil mücadele gerekiyor’ diye.
Ağustos-eylül ayları böyle geçti, ekim biraz sallanmaya başladı ve Türkiye kasımı görmeden, alıştığı bildiği iklime geri döndü. Önce Esenyurt Belediyesi’ne ardından üç DEM’li belediyeye kayyum atandı. Erdoğan bildiğimiz siyasetiyle geri döndü, demokrasi bekleyenlerin suratı asıldı, CHP’li muhaliler bir parça rahatladı.
Sadece kayyum değil muhalefete karşı sert dil de avdet etti. “DEM’le demlenmek… Terörle yan yana durmak…” Hikaye kaldığı yerden başladı. Ankara hatta İstanbul Belediyesi’nin konser harcamaları kampanyası, SGK borçları için haciz talimatı vesaire…
Özetle Erdoğan, 31 Mart’ta kaybettiği psikolojik üstünlüğü demokrasi ve hukuk yoluyla yahut gerilim azaltmak vasıtasıyla değil bildiği, denediği ve daha önce başarılı olduğu yöntemle kazanmayı seçti. Güç kullanarak, kudretini sergileyerek… Bir ölçüde başarılı da oldu. An itibariyle CHP savunmaya çekildi ve gündem Erdoğan’ın istediği gibi şekilleniyor. Aylardır CHP’nin birinci parti olduğu gürültüsü altında can sıkıntısı yaşayan Cumhurbaşkanı’nın keyfi de yerine gelmiş görünüyor. Bu hamlelerle CHP içinde ayrışma ve kafa karışıklığını derinleştirirse daha keyifli olacaktır. Yerel seçimden sonra kendisine daha fazla hukuk ve demokrasi tavsiye edenlere de muzipçe bakacaktır.
Erdoğan’ın daha önce defalarca denenmiş ve sonuç almış bir yöntemi; o yönteme sadakat gösteren bir kitlesi var. Türkiye’yi büyüten, geliştiren ve huzura kavuşturan bir yöntem değil ama O’na seçim kazandırıyor. Güç kullandıkça kendisini iyi hissediyor ve kullandığı güç için her zaman bir gerekçe üretebiliyor.
CHP’nin ise siyasi rekabette stratejisi ve yöntemi yoktur. Siyasete hakim olan kavram setini yani halıyı iktidarın altından çekmesi lazım ama bunu nasıl yapacağını bilemiyor. İktidarın en zayıf yönü israf ve lüks harcama olmasına rağmen, bu bahiste Ak Parti’nin değil CHP’nin sorgulanması bundandır.
CHP’nin iktidara gidiş planı da bulunmamaktadır. Türkiye’de işlerin bugün neden kötü gittiğini ve nasıl iyi olacağına söylemesi gerekiyor ama bunu anlatacak orijinal cümleleri kuramamaktadır. Daha iyisini yaparım, demek politika veya vizyon değildir. Ülkeyi şaşırtacak ve başları kendisine çevirecek bir vizyon paketine ihtiyaçları vardır. Bu ihtiyacın farkında olup olmadıkları de şüphelidir.
Yeni cümlen yoksa eski cümlelerin takibinden kaçamazsın. O cümlelerle tekrarlanan siyasete de mahkum olursun.